Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Nerde o güzel günler...

Nerde o güzel günler...
 

Zaman zaman düşünürüm, bir yolunu bulsam da çocukluğuma dönebilsem diye. O Saf, temiz günümüzün türlü pisliklerinden uzak çocukluk dünyama... Şairin dediği gibi "Affan Dede'ye para saysam satar mı acaba çocukluğumu" ya da şu zaman tüneli denen makinaya binsem beni tekrar götürürmü çocukluğuma. Galiba en kesin yol, yine her zaman ki gibi hayal treni.

Eger mümkün olsaydı dönebilmek geriye, anamın dizinde uyuyakalmak isterdim ilk önce. Anam içinde çeşitli menkıbelerin kıssaların yer aldığı, Osmanlıca yazan küçük kitapçığı eline alır ve ruhuma işleyen sesiyle okumaya başlardı o menkıbelerden.Gözlerim dolar ağlamamak için zor tutardım kendimi. O okurken bazen kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf olur, bazen de elinde kılıç düşman içine dalan kesikbaş olurdum. Sonunda göz kapaklarım ağırlaşır, hiç bir şeye değişilmeyen o sıcacık kucakta uyur kalırdım.

Hele hasta olduğum zamanlardaki şefkati yok mu anamın, inanın ki hastalığım iyileşmesin diye dua ederdim. O yumuşacık elini alnıma koyar, ateşime bakar, daha sonra çay, ıhlamur, limon ve meyveler ardı ardına gelir giderdi. Benim her türlü nazlarıma karşı, sabrın ve şefkatin timsali olan anam, bir kere bile bıkkınlık göstermez, isteklerimi hemen yapardı. Akşam olup babam geldiğinde aynı hava yine devam ederdi. Babamın kapıyı açıp, selamdan sonraki ilk cümlesi "Nasıl oldun oğlum, geçtimi hastalığın" olur, ardından da "şimdi sıcacık çorbayı içtinmi birşeyin kalmaz, turp gibi olursun" cümleleri takip ederdi. Babam yemekten sonra çocukluk yıllarını anlatmaya başlar, gece yarılarına kadar devam ederdi muhabbetimiz.

Akşamın alaca karanlığında tarladan döndüğünüz olduysa bilirsiniz. Karanlığın verdiği ürperti ile gölgelerden korkar, birbirimize korktuğumuzu belli etmemek için, hafiften bir ıslık çalmaya başlar, yıldızları saya saya gelirdik abimle. Bir köpek uluması duyduğumuzda ise ıslık sesini keser, adımlarımızı sıklaştırır, birbirimize iyice sokulur ve ele alınan bir-iki taşla güya sağlama alırdık kendimizi.

Hafta sonu olduğunda ise sabah ezanıyla uyanır, mahalle caminde sabah namazını kıldıktan sonra, koştura koştura simit fırınına giderdik.Önce abim alırdı tablasına simitleri, daha sonra ben. O bir mahalleye dalar, ben de başka bir mahalleye. Öğleye doğru simitler satılmış, paraları deste yapmış şekilde gelirdik evimize. Bu paralar bizimdir artık, gözümüz gibi bakardık onlara. Kimse dokunmasın diye ya bir kilim altına ya da dolabın ücra bir köşesine saklardık. Bizim bankamız da buralarıydı...

Bir çokları gibi hasretini duyduğum güzel günlerimin büyük bir kısmı da okul günleriyle alakalı. İlkokuldaki öğretmenimi, arkadaşlarımı hepsini dün gibi hatırlıyorum. Okuldan dönerken yolda çıkardığımız kara önlüklerimizi bir tarafa çantayı bir tarafa atar fırlardık sokağa.Akşama kadar evimizin önündeki boş arazide ya bir plastik topun ardında koşturur ya da renkli misketlerimizle oynardık. Sonbaharda oynadığımız oyunlardan birisi de çelik çomaktı.

Şimdiki çocuklar ve benim oğlum ne yazık ki bu konuda çok şanssızlar. Büyük büyük apartmanların arasında, nerede toprak bulacaklarda çelik çomak oynayacaklar. Babam beni dağlara çıkardığında mevimine göre çam sakızı, karamuk, mantar, kızılcık gibi çeşit çeşit meyveler toplardık. Maalesef benim oğlum bunları dalından koparma zevkinden mahrum olarak büyüyor hatta çoğunu pazarda bile göremiyor.

Kendi çocukluğumun güzelliklerini düşünürken, oğlumun aynı güzellikleri yaşayamaması üzdü beni. Ağacı parkta, koyunu keçiyi sadece kurban bayramında gören, göğü delen binaların arasından yıldızları görüp sayamayan, trafik denen canavar yüzünden özgürce oyun oynayamayan benim oğlum nasıl çıkartacak çocukluğunun tadını.

Oğlum sana söz veriyorum en kısa zamanda, çam kokusuyla kaplı, çeşit çeşit meyvelerle dolu, çiçeklerin rengarenk süslediği kuşların cıvıl cıvıl öttüğü tabiat anayla tanıştıracağım seni.

Sabahları annen seni uyandırırken, horoz seslerini ve sabah ezanını duyacaksın. Yumurtanı holluktan gidip kendin alacaksın kara tavuğu kaldırarak. Ramazan ayında sahura kalktığımızda pencerenin kenarından davulcunun okuduğu manileri beraber dinleyeceğiz. Doyasıya çelik çomak oynayacaksın, Uçurtmanın ipini salabildiğin yere kadar salacaksın.

Söz oğlum yaşatacağım sana çocukluğunu....

 
Toplam blog
: 5
: 553
Kayıt tarihi
: 03.03.07
 
 

Bir sonbahar mevsiminde yapraklar dökülürken gelmişim dünyaya. Her bebek gibi ağlayarak. Emeklemişim..