Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '14

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Nerde trak orda Prag / Jicin

Nerde trak orda Prag / Jicin
 

Dragon heykeli, Jicin


Bohemya Cenneti (Cesky raj) olarak bilinen bölge Çek Cumhuriyeti'nde bulunan ve 1955 yılında ülkenin ilk doğal koruma alanı ilan edilen bir bölge. Başlangıçta 95 kilometrekarelik bir alanı kaplayan bu bölge zaman içinde genişletilerek yaklaşık 182 kilometrekarelik bir alanı kapsar hale getirilmiştir. Kesin sınırları çizilmiş bir bölge olmamakla birlikte, Turnov, Jicin ve Mnichovo Hradiste kasabaları kabaca Bohemya Cenneti'nin sınırlarını belirler. Doğal güzellikleriyle tanınan bölge yüzyıllar boyunca ressamları, yazarları, sanatçıları ve maceraperestleri cezbetmiştir. Jicin ve Zelezny Brod kasabaları arasında bulunan ve kimilerinin yüksekliği 60 metreye ulaşan ilginç kaya oluşumları bölgenin en önemli doğal ve turistik zenginlikleri arasındadır.

28 Ocak 2014 Salı günü akşam saatlerinde Jicin kasabasına ulaşıyoruz. Jicin'de Hotel Jicin isimli küçük ama şirin bir otelde konaklayacağız. Otel otoparkında boş kalan son park yerine aracımızı park ediyorum ve arkadaşlarımla birlikte otel resepsiyonuna gidip odalarımızın anahtarlarını teslim alıyoruz. Odalarımıza yerleşmeden önce, akşam yemeği için otel restoranında buluşmak üzere sözleşiyoruz. Oteldeki odamız son derece rahat. Odamızın penceresinden kasaba meydanındaki Valdicka Saat Kulesini görüyoruz. Biraz dinlendikten sonra eşimle birlikte otelimizin restoranına iniyoruz.

Otelimizin restoranı U delove koule 1866 adında, Jicin sakinlerinin rağbet ettikleri son derece göze hoş gelen bir mekan. Ülkenin Cumhurbaşkanını, çeşitli ülkelerin büyükelçilerini ve önemli kişilikleri de ağırlamış olan restoran genişçe bir salona sahip; salonun duvarlarındaki tablolar, büyük camekanlar içinde sergilenen Avusturya-Prusya Savaşın'ndan kalma askeri üniformalar, miğferler, silahlar, kılıçlar ve diğer askeri eşyalar ile salonun bir köşesindeki antika çini soba restorana otantik bir hava veriyor. Mekanda yıl 2014 değil 1866. Arkadaşlarımız içinde restorana ilk ben ve eşim inmişiz. Restorandaki masaların çoğu dolu ve boş olan masalar da rezerve edilmiş. Oturacak masa ararken, garson bayan "Sizin için bu masayı rezerve etmiştik. Buyrun." diyerek bizi restoranınen güzel ve en büyük masasına davet ediyor. Eee taa Türkiye'den kalkmış gelmişiz, bizi kıyıda kenarda bir masada ağırlayacak değiller ya. Ülkenin küçük bir kasabasına gitmenin avantajı ve ayrıcalığını burada yaşıyoruz. Buradaki insanlar büyük şehirlerdeki insanlara göre çok daha bir misafirperverler.Eşimle beraber masamıza oturup, arkadaşlarımızı beklemeye koyuluyoruz. İlk olarak Hüsamettin Bey ve eşi Cahide Hanım geliyorlar. "Masamız da güzelmiş." diyor Hüsamettin Bey. "Bu masayı özel olarak bize ayırmışlar." diyorum. Kısa bir süre sonra diğer arkadaşlarımız da bize katılıyor ve siparişlerimizi vermek üzere menüyü istiyoruz. 

Restoranda Paul adında genç bir garson bize servis yapacak. Paul çok tıfıl görünümlü. Olsa olsa 22 veya 23 yaşındadır diye düşünüyoruz arkadaşlarımla. İlerleyen saatlerde Paul'ün 30 yaşını aşmış olduğunu öğrendiğimizde oldukça şaşırıyoruz. Paul'ün getirdiği menüyü inceliyoruz. "Önce bir ördek çorbası getir bize Paul!" "Paul, ördek çorbası bizi kesmedi, sen bize bir de ördek kızartması getir lütfen." "Yunan salatası var mı?" "Hangi biranız var?" Paul arı gibi. "Tabii efendim, derhal efendim, hemen getiriyorum efendim!" Restoranın ahçısına değinmeden geçemeyeceğim. Oturduğumuz yerden baktığımızda mutfağın bizim bulunduğumuz salona bakan penceresinden harıl harıl çalışan ahçıyı görüyoruz. Bizim masanın siparişleri, diğer masaların siparişleri, çorbalar, yemekler, salatalar, spagettiler... Hepsi leziz, hepsi taze hazırlanıyor. Adam arada zaman bulup sabah kahvaltısında ikram edilecek apfelstrudelleri, pastaları ve diğer tatlıları hazırlamayı da ihmal etmiyor. Beş kişilik işi tek başına yapıyor. "Bu ahçının bir saatte yaptığı işi ben on saatte yapamam." diyorum kendi kendime. Yemeklerimizi bitiriyoruz; bugün de karnımız doydu. Hesabı istemeden önce Paul'le fotoğraf çektiriyoruz hep beraber. Teşekkürler Paul. Artık iyi bit uyku uyuyabiliriz Jicin'de.

Tarih 29 Ocak 2014 Çarşamba. Sabah erkenden odamızın telefonu çalıyor. Resepsiyondan çağırıyorlar aracımızı çekmem için. Otel müşterilerinden biri bizim aracımız yüzünden park yerinden çıkamıyormuş. Park yerine indiğimde park yerinin köşesinde Alman plakalı bir otomobil görüyorum. Aracın sahibi genç bir Alman adam. "Çıkamadım buradan. Benim aracın arkasına par etmişsiniz." diyor. "Arkadaş sen benle kafa mı buluyorsun. Oradan otomobil değil otobüs bile çıkar. Sen ehliyeti bakkaldan mı aldın?" diyorum adama Türkçe. Adama İngilizce "Bak ben sana sağ yap, sol yap, topla falan diye talimat vereceğim, sen de rahat rahat aracını çıkaracaksın." diyorum. Adam çaresizce kollarını iki yana açarak "Nein!" falan demeye başlıyor. Anladık ben aracı çekmeden bu adam aracını oradan çıkaramayacak. "Bana bak, o zaman sen çık yola, trafiği durdur falan bir işe yara. Ben aracı çıkarayım, sen de çıkarsın!" Bizim Alman trafik polisi gibi trafiği durduruyor, "Abi sol yap, doğru gel, hooop, gel abi gel!" Neyse Alman'ı yolcu edip tekrar odaya çıkıyorum. 

Kahvaltı salonuna arkadaşım Hüsamettin Bey ve eşiyle aynı anda iniyoruz. Kahvaltıda bir kuş sütü eksik. Akşam yemek yediğimiz masada kahvaltılık yiyecek ve içecekler var. Dört kişilik bir masaya oturuyoruz. Daha sonra diğer arkadaşlarımız da kahvaltıya iniyorlar. Arkadaşım Serdar pencere kenarındaki bir masaya kuruluyor. Yerimden kalkıp bir fotoğrafını çekiyorum. "Serdar, Roma İmparatoru gibi oturmuşsun baş köşeye. Bak bu fotoğraf çok janti oldu. Şiir kitabın yayınlandığı zaman kitabın arka kapağına çok güzel yakışır." "Eyvallah kaptan!" Bir süre sonra otelin sahibi Jan Entak görünüyor kahvaltı salonunda. Kendisinden salonunun duvarlarını süsleyen resimler ve camekanlardaki askeri üniformalar, silahlar ve eşyalarla ilgili bilgi alıyoruz: "29 Haziran 1866 tarihinde Avusturya ile Prusya kuvvetleri arasında Jicin Savaşı meydana geldi. Bu savaş kasabamızın yakınlarında oldu. Savaş Prusyalıların zaferiyle sonuçlandı. Burada camekanlar içinde gördüğünüz silahlar, miğferler, su mataraları hep o savaştan kalma. Askeri üniformaların bir kısmı o zamandan kalma, bir kısmını biz diktirdik." Bay Entak'a bizi çok güzel ağırladıklarını söylüyor ve teşekkür etmeyi ihmal etmiyoruz. Çek Cumhuriyeti gezimizde konakladığımız oteller arasında benim en beğendiğim otel Hotel Jicin oluyor.

Kahvaltıdan sonra kasabayı gezmek için iki saat zaman ayırıyoruz. Kasabanın karla kaplı tarihi meydanında bolca fotoğraf çekiyoruz. Biz fotoğraf çekerken yanımızdan bu soğukta sokaklarda şortla gezen bir adam geçiyor. Biz donuyoruz bu adam yanıyor herhalde. Bir ilkokul öğretmeni bütün bir sınıf öğrenciyi toplamış, onlarla beraber Jicin sokaklarını geziyor. Valdicka Saat Kulesinin fotoğrafını çekerken yanımızdan oldukça yaşlı bir bayan geçiyor bisikletinin üzerinde, sepetinde günlük sütü, ekmeği, gazetesi. Hayat dolu kadıncağız. Çok yaşa teyze, ömrün bol olsun! Kasaba meydanının hemen dışında bir dragon heykeli var. Jiri Kmosek tarafından yapılan heykelin yüksekliği yaklaşık iki metre. Dragon heykeli masallar kenti Jicin'i koruyor. Dragonun fotoğraflarını çekiyoruz bol bol. Biraz alışveriş yapıyoruz meydanı çevreleyen dükkanlarda. En sonunda Jicin'den ayrılık vakti geliyor. "Bu kasabayı çok sevdim! Tekrar gelmek isterim." diyorum eşime. "Çok şirin bir yer. İnsanları da çok cana yakın." Otel personeliyle vedalaşıp, Jicin'den ayrılıyoruz. Artık Çek Cumhuriyeti'ne veda edeceğiz. Hedefimizde Almanya'nın Dresden şehri var.

 

 

 

 
Toplam blog
: 42
: 1065
Kayıt tarihi
: 13.11.12
 
 

1995 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi İngiliz Dili Eğitimi Bölümü'nde..