Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '15

 
Kategori
Okullar
 

Nerede o eski karneler?...

Nerede o eski karneler?...
 

kaantika.com


Reha Ülkü milliyet blog'da kaleme aldığı bir yazıda, insanı düşünmeye yönlendiren bir soru soruyor.
 
 
''Geleceği kim özler?''
 
Bölündük mü gene ikiye, geçmişi özleyenler ve geleceği özleyenler...
 
İnsan görmediği, bilmediği, yaşamadığı bir şeyi nasıl olur da özler? Olası mıdır bu?
Yoksa geçmişinde özlemle anacağı bir şeyler olmayan insanların köprüden önceki son çıkışı mıdır, ya da 'ümit'in Rehaca'sı mıdır, geleceği özlemek?
 
Bir de her işte olduğu gibi bunda da orta yolcular vardır ki, biraz çingene bakarlar dünyaya, '' Hayatta tek bir gün vardır, o da bugündür...'' der ve ne geçmişin muhasebesi ne de geleceğin kaygısı olmadan yürür giderler.
 
Elimde 1952-1953 Ders Yılı'na ait bir karne.
 
                                           http://goo.gl/dIBq24
 
 
T.C. Ankara İli Milli Eğitim Müdürlüğü Çankaya İlkokulu Öğrencilerine mahsus bilgi, eğitim ve devam karnesi.
 
Kızılay Gençlik Kurumu'nun 10 kuruşluk pulu yapıştırılmış karnenin bir köşesine. Bu devlete ait evraka pul yapıştırılması şeklindeki vergi, uzun süre devam etti ta ki yapıştırılan on kuruşluk pulun maliyeti bir kaç lira olana kadar.
 
Nasıl bakkallar bir ara bozuk para yerine, sakız, kibrit veriyorlardıysa, sadece on kuruşluk pul istediğinde de bazen bir kaç liralık pul verirlerdi, üstünü verecek bozuk para yok diyerek.
 
Devlet çok sevdi bu kağıt yapıştırmalı tahsilat yöntemini. Radyolardan, pikaplardan, plaklardan, televizyonlardan, telsizlerden, bulduğu, pulun yapıştırılabildiği her yerden yararlandı son santimine kadar.
 
Şimdi artık sanırım havuduyla götürmek söz konusu olduğundan böyle ufak işlerle uğraşmaya zamanları da, istekleri de kalmadı ve nihayet vazgeçtiler bu ilkellikten.
 
 
 
 
 
Yeni Turan İlkolu'nda okurken, Mualla Sezgin öğretmenim nedense benim herbir şeyimi beğenirdi de, 'Arkadaşları ile geçimi' diye karnede yeralan bir değerlendirmeye ilk dönem orta, ikinci dönemde de iyi verir ve karnemde pekiyi olmayan bir nota dikkat çekerek, nazar boncuğu yapardı sanırım.
 
Yani arkadaşlarımın bazıları ile çok uyumlu, acayip anlayışlı falan olduğumu iddia edemesem de, çocukta ileride sıkıntı yaratabilecek bir notu neden ısrarla verirdi, ne o zaman anlardım ne de şimdi anlayabiliyorum.
 
Yukarıdaki birinci sınıf karnesine bakınca, ''İşte annesi babası öğretmene yalvarıp yakarıp da, çocuğa ilkokulu zorla bitirtmişlerse, herhalde en iyi olasılıkla bir eşin dostun yanına, eti senin kemiği benim denilerek bir sanat öğrensin diye verilmiş olabileceğini düşündüm.
 
Türkçe orta, Hayat Bigisi önce iki kere zayıf sonra bir kere iyi alıp, ortaya bağlamış, Aritmetik desen keza o da aynı yöntemle ortaya bağlanmış. Ancak Maşallahı var, Hal ve gidiş, temizlik, düzen, intizam hep pekiyi.
 
Çok az bir olasılıktır böyle 60-70 yıllık karnenin sahibini bulmak ama bu kez şanslı günümde olmalıyım.  Selim Kapur, bütün sınıf arkadaşlarını, öğretmenlerini ve hatta anne-babasını bile yanıltmış olmalı, Adana Çukurova Üniversitesi'nde 'Toprak Mikromorfolojisi ve Mineralojisi Profesörü' olarak çıkıyor karşımıza yıllar sonra. Ve konusunda o kadar da uzman ki, Birleşmiş Milletlerin Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi kapsamında ülkemizi uluslar arası toplantılarda temsil ediyor.
 
 

 
 
Biz şimdi 1946 doğumlu Profesör Selim Kapur'u, onun Çankaya İlkokulu'ndaki karnesini bir kenara bırakıp, diğer efemeralara göz atmaya başlayalım.
 
Elimde ayrı ayrı herbiri neredeyse asra yaklaşan iki fotoğraf daha var. Bir tanesi sınıfta çekilmiş. Fotoğrafın çekileceği muhtemelen günler öncesindenden belliymiş ki, herkes pek bir hazırlıklı görünüyor.
 
Kimisinin önünde metal bir küre olarak dünya haritası, kimi de defterini açmış fotoğraf çekilirken tam da o anda önündeki kağıda imza atan şirket müdürü pozlarında defterine bir şeyler yazıyor gibi yapıyor. 
 
Bazıları çok ciddiler. Kollarını önde kavuşturmuş, olanca dikkatleri ile objektife gözlerini dikmişler.  Solda, en ön sıradaki kız çocuğu da irice kibrit çöplerinden yazdığı bir mesajı belki de yıllar sonrasına iletmeye çalışıyor ama okumak pek de mümkün değil.
 
Öğretmen de hafifçe sağ bacağının üzerine yüklenip  çok stratejik bir noktada tarihe geçiyor.
 
Sınıfta tam 46 öğrenci var ve sadece sağda en ön sırada oturan kız öğrenci, bembeyaz yakalık takmış, siyah önlüğünün üstüne.
 
Büyük bir ihtimalle, başka bir ilkokulda başladığı öğrenimine şimdi bu yeni ilkokulunda devam ediyor, renginden dolayı diğer ördek yavrularının arasında başlarda 'çirkin ördek yavrusu' olarak anılan 'kuğu'nun öyküsünü anımsatıyor bana.
 
 
 
Fotoğrafın arkasında Foto Dakes - Kadiköy yazıyor ve ''Evladım Necihe'' yazmış bir anne, yanına da ''Hocan Zekiye''. 
 
Kimbilir hangi okul, neyse ki tarih yazıyor, 14 Kasım 1933.
 
Fotoğrafta, öğretmen dışındaki 'çocuklar' yaklaşık 1925 doğumlu olmalılar. Şimdilerde onlar da tesadüfen bu fotoğrafı görmezlerse, bir daha asla bu fotoğrafın hangi okulda çekildiğini öğrenme şansımız olmayacak.
 
Meraklı bir torun, dedesinin, anneannesinin doğum tarihlerini bilecek de o yıllarda Kadıköy civarındaki okullardan birinde okuduğunu da bir şekilde kendisine söylemiş olacaklar, o da bilgisayarından kafasını kaldırıp, ''Dede, bu fotoğraftaki acaba sen olabilir misin?'' diye soracak yaşı nerdeyse bir asıra yaklaşmakta ve gözleri de iyice görmez olan dedesine. Ve hepsinden de önemlisi, bu tespitini bir iki güzel anıyla da birleştirip bu sayfaya yazacak.
 
Ben aslında en çok bu amaçla kurdum bu siteyi. Ana sayfada 'görsel yükle' tuşunun varlık sebebi de sadece bu. Eski fotoğrafların yokolmakta olan kimliklerini silinmeden kurtarabilmek.
 
Reenkarnasyon gibi bir şey. O anı tarihe not olarak düşmüş ama sonradan da kendisi de gözden düşmüş fotoğraflara, üstünden epey bir süre geçtikten sonra yeniden can verebilmek.
 
Şimdilik sadece ben fotoğraf yüklüyor görünsem de, beklentim insanların da bu siteye bol bol fotoğraf girmeleri. Ama küçük küçük, ipucu tadındaki notlarla.
 
Birisi bir fotoğraf girecek sonra bir diğeri o fotoğraftaki benim annemdi diyecek ardından öğretmenin torunu, komutanın çocuğu, bankanın müdürü...
 
Düşünebiliyor musunuz, ne gerçek öyküler var, yazılmadığı için kapağı bile açılmadan kara delikte kaybolup giden.
 
 
 
 
 
1 Kasım 1922'de Saltanat kaldırılınca, 1 Kasım Milli Hakimiyet (Ulusal Egemenlik) Bayramı olarak kabul edilir.
 
23 Nisan 1927'de de Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme Kurumu) tarafından, resmi bayram anlayışının dışında,  'Çocuk Bayramı' olarak kutlanmaya başlar 23 nisanlar.
 
1935 yılında da bu karışıklık, 23 Nisan'ın bundan böyle ''Milli Hakimiyet Bayramı'' olarak kutlanacağına dair bir yasanın çıkması ise ortadan kalkar.
 
1933 yılında Mustafa Kemal çocukları makamında kabul edip kendi yerinde onlarla sohbet eder ve bundan etkilenen diğer devlet görevlileri de bu usulü benimseyerek 23 Nisan'larda makamlarının kapılarını çocuklara açarlar.
 
İkinci fotoğraf da ilki ile hemen hemen aynı tarihlerde çekilmiş. Arkasındaki tarih 30 Nisan 1933. Mustafa Kemal'in yerini çocuklara devrettiği o özel günden tam bir hafta sonrası.
 
Bu kez öğrenciler bahçedeler. Beyaz önlüklü öğrenci sayısı bu fotoğrafta bir öncekine göre oldukça daha fazla.
 
Hızla kirlendi renkler ve birinciliği beyaza verdiler ama gene de bırakın özlemeyi, geleceği yani bugünleri görmeyi maalesef kimse beceremedi.
 
 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..