Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '18

 
Kategori
Öykü
 

Nereye Geldik Biz Anne?..

Nereye Geldik Biz Anne?..
 

 Gelip geçen arabalar azaldı önce. Sonra oradan oraya taşınan insan kalabalığı. Etraftaki arapsaçı gürültü sonra. Uzadı sessizlik...Çekildikleri arkalıklardan çıkageldiler, önce serçeler göründü sabahları. Sonra sakalar uçuşan renkleriyle. Bir kuş cıvıltısıdır kapladı sabahı. Denizin hışırtısı işitilir oldu. Arkadaki tepelerin doruklarında siyahsı bulutlar sabahları ve sanki yağdı yağacak bir yağmur. Bir yağmur kokusudur sindi yavaştan, matlaşan bir kasımpatı sarısına dönmeye başlayan ilk sonbahar sabahlarına...

 Sırtını zeytine dayamış oturuyordu. Geldi gözlerine ne zamandır bildiği bir ıssızlık yeniden yerleşir oldu, her geçen yılın biraz daha eksilttiği kalabalığından sonra. Geçen zamandı, hem de ne kadar hızlı; küllenen bir eski tarih olmuştu. Ve sanki sessizlikti ne kadar derinle itse gelip aynı hızla üste vuran bir soruyu yineleyen.

 Nereye geldik?..

 Nereye geldik biz anne?..

Koyu karanlık, ağdalı bir sessizlik gibiydi gece. Tren gelmiş, lokomotif iki yanından geceye yorgun beyaz buharlar püskürterek durmuştu. Kısık bir düdük sesi. Son istasyondu. İndiler ölgün ışıklar altındaki tenha perona. İki elinde uykulu küçük çocuk elleri bir genç kadın, cevapsız bıraktı soruyu. İnsanlar dağıldı. Faytonları çeken atların nal sesleri karıştı geceye. İleride zar zor görülen bir kaç ışık altında uykudaki şehire doğru silindi gitti...

 Günün ilk ışıkları aralık perdeden odanın loşluğuna aktı. Düştü çocuğun yüzüne. Uyandırdı. Aydınlanmıştı dışarısı. Şaşırtan bir yakınlıkta dağlar görünüyordu pencereden. Deniz nerelerde kalmıştı?  Kalktı oturdu yatakta. Kadın uyuyordu. Yüzünde o hep bildiği, o hep baktıkça içini ezen, bakışlarını kaçırdığı acının çizgileri. Uykuda bile silinmeyen... Bakışilarını kaçırdı gene.

 Çocuk kafasında büyümüş sorular. Bir kapı aralığından anlık görmesine izin verildiği, hastalığı bulaşır endişesiyle, zayıflıktan iyice küçülmüş solgun bir yüzde yaşamın inatçı parıltılarla yerleştiği inadına büyümüş gibi duran bir çift ela göz. Ve şimdilerde giderek silikleşen ve belleğinde fazla yer etmemiş olan yüz hatları. Hiç elini tutmuş muydu?.. Bir baba imgesidir avuçlarında kor gibi yanan bir büyük elin hasta sıcaklığı, şimdi giderek soğuyan ve uzaklaşan. Deniz gibi bilinmedik bir yerlerde, ama oralarda, ama ulaşmanın bir daha mümkün olmadığı kırgınlığında bir büyük özlemle yerleşip kalan...

 "Bu çocuğa da bir şey yapamadık be Emine."

 Zayıflamıştı iyice, umarsız bir hastalığın pençesinde her gün biraz daha eriyerek. Başkaları için yaşanmaya zorunlu bir hayatı sorgusuz, olduğu gibi sırtlamış, hep başkalarının iyi olması için didinmiş, yıllarca bir baba eksikliğini fazlasıyla doldurmuş bir adamdı onun için. Konuşmadan, karşısına alıp anlatmadan, duruşuyla, gelip gidişiyle, sahiplendiği değerleriyle onu yaşamın en değerli hazinesinin sahibi yapmıştı. Namuslu olmanın...

"Sıkma canını be doktor. Biz hayatı hep zor yanıyla, hep noksan yaşadık. Ha olmuş, ha olmamış farketmez. Hem biliyor musun böyle bir yaşamdır bizi kuvvette tutan. Böyle yaşamaktan korkmadık ki ölümden korkalım."

 Kim demişti bu sözleri. Van depreminde yıkılan duvar altında kalan ağır bir iç kanaması olan Çaldıran'lı o köylü mü? İyileşip giderken bir çiift yün çorap hediye eden Erzincan'lı köylü kızı mı?

"Ellerimle ördüm doktor bey; hakkın ödenmez. Azımızı çoğa say" diyen...

 Ne çoktular bir zamanlar. Şimdi yoklar. Çekip gittiler hepsi birer birer. Sözleri kaldı. İç yakan sözleri. Az ama, ama öz...

"Bak yüzüne karşı söylüyorum. Daha önce verdiğin sözleri tutmadın. Ben verdiği sözü tutmayan adamı sevmem. Söz veriyorsan yerine getir; yok yerine getiremeyeceksen söz verme." Bunlar ona söylenmemiş gibi gülüyordu adam.

" Tamam doktor bey."

 Ne çok, ne çabuk değişti birden her şey. Biz eksildik. Aklımız bir kalleş labirentin çıkmazında allak bullak. Şimdi kazandıklarını sananlar var. Oysa her kazandıklarında biraz daha kaybedenler. Zamanı çalanlar...

 Adamın gözlerinde bir ıssızlık, arkadaki tepelerin üzerinde siyahsı bulutlar. Havada yağmur kokusu. Zeytin yaprakları arasında kuş cıvıltıları. Deniz oradaydı, biliyordu. Sesi geliyordu. Ama o da eski deniz değilkdi artık...

,

Akın Yazıcı

6 Eylül 2018/Erdek

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..