Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Kuşkayası (Turgut Erbek)

http://blog.milliyet.com.tr/kuskayasi

02 Kasım '06

 
Kategori
Felsefe
 

Nereye gidiyoruz?

Nereye gidiyoruz?
 

Merhaba…

Bir saat önce haftalık yazımı yazmak için bilgisayarın başına oturdum ama hâlâ ne yazacağımı bilemiyorum. Yazacak o kadar şey olmasına karşın beynim, günler öncesinden vanası açılmış tüp gibi bomboş. İlham perimi küstüreli aylar oldu. Yaşamın içinde var olan acılar, olumsuzluklar, gördüğümüz ve okuduğumuz çirkinlikler o kadar çok ki. İnsanı insanlığından utandıracak olaylarla karşılaşınca elimiz ayağımız soğuyor. Ne okuduğumuzu anlıyoruz, ne de yazmak istediğimizi yazabiliyoruz. Gazetelerin birçoğunda, 17 aylık bir bebeye tecavüz eden yaratıkların haberini mutlaka okumuşsunuzdur. Bu insanın beynini zorlayacak, aklını ve mantığını altüst edecek bir olay. Bize neler oluyor, nereye gidiyoruz?

Dünya, freni patlayan araba gibi... Nereye gideceği, nasıl duracağı belli değil. İyilerin ve kötülerin ayrımını yapmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Eşimizi, kardeşimizi bile tanıyamaz hale geldik. İyi dediğimiz insanların gerçek yüzlerini görünce beynimiz isyan ediyor. Gerçeği kabullenmekte zorlanır olduk. Kendimize olan güvenimiz de sarsıldı. Bu hale nasıl geldik? Toplumdaki bu çürümeyi durdurmanın bir olanağı yok mu? Dallas dizisiyle başlayarak Türk ailesinin içine yerleştirdikleri bomba, tüm ülkeyi yerle bir etmek üzere... Ne saygı kaldı, ne de sevgi. Eşler bile birbirlerine tahammül edemez hale geldiler. Çekirdek aile meyve vermiyor arık. Ev dedikleri çatının altında yaşayanlar birbirilerine yabancılaştılar. Birbirlerini anlamaz ve anlaşamaz hale geldiler. Evlatlar baba ve annelerini, anne babalar ise çocuklarını acımadan öldürür oldu. Toplum olarak cinnet geçiriyoruz.

Bu değişimin adını ne koyarsak koyalım, ama bize yaramadığı bir gerçek. Değişim bilgiyle, kültürle, çağdaşlıkla daha iyiye ve güzele gitmektir. Oysa bizde öyle mi? Değişim diye atılan adımlar bizi bataklığa sürüklüyor, aile yapımızı darmadağın ediyor. Çağdaşlık adına yaptığımız saçmalıklar, yüz yıllar önce örülen kale duvarlarını bile yıktı. Sığınacak bir yerimiz, tutunacak bir dalımız kalmadı. Dört yanımıza pislik çukurları kazılmış. Adım attığımız an batıyoruz.

“Bugün yine karamsarlığı üzerinde” diye düşünebilirsiniz. Doğrudur. Nasıl karamsar olmayayım. İnanın ben yarınlardan umudumu tamamen kestim. Televizyonlardaki haberleri dinleyip, gazeteleri okuyunca yaşadığımız dünyayı ne kadar rezil ve berbat bir hale getirdiklerini görüp de üzülmemek elde değil. Türk toplumunun düştüğü bu durumu görmezden gelenleri Allah affetsin. Saf ve temiz vatandaşlarımızı kandırarak topladıkları paraları yiyenler, ortalarda gerinerek geziyorlar. Bazıları ise, olayı zaman aşımına uğratıp pisliğin üzerini kapatma telaşındalar. Birey olarak yapacaklarımız ne derece etkili olur bilmiyorum. Toplum olarak silkinip bu uykudan uyanmak ve ülkeyi kasıp kavuran olumsuzluklardan kurtulmak olası mı, onu da bilmiyorum. Neresinden tutarsak elimizde kalacak bir çürümüşlüğün tam ortasındayız.

Mehmet Yaşın; ”Ne kadar küçük bu dünya, neresine bassan çığlıklar yükseliyor,” demiş. Günümüzde ise “Ne kadar çürümüş bu dünya, neresine bassan pis kokular yükseliyor,” demek gerekiyor. 01.11.06-saat: 02.30

Resim: manzara.com

 
Toplam blog
: 72
: 1492
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Edebiyata ortaokul yıllarında şiirle merhaba dedim. O yıllarda şiirlerim ve yazılarım yöresel gezete..