Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

Nereye gidiyoruz ya da kalabalıkların sorunları nasıl çözülecek?

Nereye gidiyoruz ya da kalabalıkların sorunları nasıl çözülecek?
 

Yeni bir Anayasa arayışı yeni bir toplumsal tasa olarak karşımıza çıkacak yakında. Yıllardan beri dayatılan kimi çıkışlar ile bazı kıpırdanmalar ilk parıltıları vermiş olduğuna göre toplum büyük bir kaygı içine girmiş bulunuyor bence. Yoksa Yeni Anayasa kimilerinin aşırı isteklerini karşılamak ya da zamanında kısılamayan seslerini kısmak için mi elbirliği ile yazılarak çıkartılmak isteniyor? 

Her şeyin bir sırası vardır, yaklaşımlarının da ötesinde gelişen kimi davranışlara karşı ilk müdahaleler yapılmaz ise mutluluklarımız zarar görmeye başlayacak. Biliyoruz ki toplumun belirli kesimleri söz konusu uygulamalar içinde ‘kuralsız’ bir yapılanma ile bir dizi ‘kuralsız’ davranış ve ticaret düzlemine çıkmış bulunuyor. Ayrılıkçı ve bölücü terörün siyasi uzantılarının ‘düşünce özgürlüğü’ ve ‘dokunulmazlık’ duvarlarının arkasına sığınarak çok sert çıkışlar yapmakta oldukları bilinen bir gerçek.

Bu kapsamda terör payandası ile birlikte özellikle Türk Kürt ayrılıkçılık tohumlarını yaymaya çalıştıkları da gözden kaçmasa gerek. Giderek keskinleştirilmek istenen bu ayrımcılığı önlemek için Kardeşlik Projesi adı altında ne tür ortak değerler araştırması yapıldı bilmiyoruz. Umarım terör dayatmaları yüzünden geniş toplumu ilgilendiren İslami ve kültürel özlerimiz saklanmak istenmemiştir. Bu konulardaki bilgilendirme çalışmalarının ne olduğu ise bizim için meçhuldür. Kaldı ki Pişmanlık Yasası da gerektiği gibi işlemiyor ise ya suç kimde ya da şimdi ne yapacağız diye sormak gerekmektedir yeniden.

Kimi düzenlemeler ile yasal yaptırımların zamana yayılması ya da alttan alınması gibi bir anlayış içerisine sürüklenildiğini sanıyorum. Çünkü var olan yasal düzenlemelere göre etkin yaptırımların yapılmamkta olduğu gibi bir izlenim var ortada. Bütün olup bitenlere rağmen ne yazık ki toplumda ‘bana değmeyen yılan, bin yaşasın’ anlayışı giderek daha bir kök salmaktadır. 1980 öncesinde kimi dar çevrelerde olduğu gibi 1983 sonrasının getirdiği yeni piyasa uygulamaları ile yine çok daha yaygın bir ‘kimin eli kimin cebinde’ anlayışı almış başını gidiyor.

Yaklaşık otuz yıldan bu yana değiştirilen Anayasa giderek kimilerinin anatasası olmaya başladı. Oysa geniş toplumu hiç de ırgalamayan bir anayasa sorunu var bu ülkede. Değiştirsinler bakalım, diyor halk. Kimileri ise ya Anastasya (!) ya da ballı ihaleler yolu ile ikinci eşleri veya çocukları için birer ‘cip’ ya da ‘villa’ almak peşinde.

Sağlık sorunlarının çözümü konusundaki bazı olumlu gelişmelere rağmen özellikle kimi özel sağlık kuruluşlarının işlemlerindeki güvensizlik nasıl giderilecek? Kaza ve kadere inanan bir toplumda özellikle ‘protez’ kapsamındaki binde birlik kimi istismarlardan dolayı, bütün protez sahipleri nasıl olur da (2) yıllık süreden sonra önce (3) son aylarda ise (4) yılda bir protez alabilme ya da protez taktırabilme hakkına kavuşuyor olabilir? Öte yandan belki yokluktan, alışkanlıktan ya da denetimsizlikten kaynaklanarak ‘kaçak elektrik’ kullanan kişi ya da kuruluşların bu sömürüleri nasıl olur da çoğunluğun kesesinden tahsil olunabilir? Bu tür yasa dışı kullanımların bulunabilmesi sanırım içinde bulunduğumuz elektronik çağda pek de zor olmasa gerekir. Ayrıca komşu hakkının günden güne çökmekte olduğu toplumumuzda karşılıklı güven ortadan kalkmış, tatlı tatlı konuşmak ya da ilgili birilerine danışmak yerine kavgacılık yollu baskın çıkma eğilimleri güç kazanmaktadır.

Kaldı ki her hangi bir olay karşısında haklıdan ya da güçsüz, çelimsiz, yardım isteyen kişiden yana değil de ‘yasaktır’ ya da ‘kural budur’ diyerek dayatılan durumlarda gerginleşen sinirli ortam kim bilir hangi açmazların belirtileridir? Yıllardan beri hapisanelerin dolup taştığı, kadına şiddetin yaygınlaştığı ve kadın ticaretinin özellikle ahlaksızlık boyutlarında yıldan yıla yükselmekte olduğu Türk toplumu için ‘sağlıklı’ diyebilir miyiz? Ne yazık ki: Komşusu açken, kendisi tok yatan bizden değildir, kutlu sözüne rağmen yaygınlaşan bir yoksunluk ve yoksulluk yaşandığı da gerçeklerimiz aarsındadır. Gözlemlerime göre artık hiç kimse ne o kutlu söze ne de ‘dilenmeyen yoksula yardım etmek’ gibi bir eğilim ile yardımlaşma içine girityor.

Eskilerin: Asli hu nesli hu, diye niteledikleri herkes kendi nefsini düşündüğü için toplumsal duyarlılıklarımızın da dumura uğramakta olduğunu görüyoruz.Çok yakında yasalaşacak olan yaklaşık dört yüz bin (400.000) kişilik bedellinin balı kaymağı için bankalar da sıraya girmiş. İşin içine onlar bulaştırılmadan olur mu? Bu durumda Küresel Sermaye de ‘tereyağından kıl çeker gibi' piyasa üzerinden çalışmalı ki ‘Statü Ko' yürüsün kendi yolunda. Bedelli askerliğin çıkmasını küresel sermaye de istiyormuş da haberimiz yokmuş!

Bilindiği gibi son yıllarda özellikle bankaların yüksek kârları  ‘dudak uçuklatacak’ bir düzeye ulaşmış bulunuyor. Aralarındaki rekabet yüzünden her yıl nasıl daha da kârlı çıkabiliyorlar, anlayabilmiş değilim. Bankalar da çoğu şirketler gibi neden ‘denk bütçe’ dökümü çıkartamazlar da, içinde bulunulan bugünkü Türkiye ekonomisi şartlarında, dar gelirliler kesimine rağmen  sürekli olarak ‘çok kârlı’ çıkarlar?

Deprem yüzünden belki yıkılabilir diye, hiç bir bina için yeniden inceleme, değerlendirme yapılsın diyen var mı? Ticaret ya da kâr uğruna her şeyin mübah görüldüğü bu ülkede ne kadar acıdır ki insan canının pek bir değeri yok. Sanılıyor ki canlar beleş bu ülkede. O canların bir bölümü depremlerle de kırılsa ne olur, değil mi? Ne yazık ki nice erken ve yakışıksız ölümleri sorgulamadan cenazelerde ağlayıp sızlamak kaderimiz olmuştur.

Hiç bir işinde şeffaf olmayan bir Türkiye dün olduğu gibi bugün de yeni Dolar Milyarderleri ile Dolar Milyonerleri doğurtmaya devam ediyor. Kimse kimseye bu zenginliği, bu cipi, bu ballı böreği nereden buldun diye soramıyor. Nereden buldun adlı bir yasa var mı bu ülkede? Yok! O zaman ne vatandaş, ne savcı ne de hakim hiç kimseye ‘bu yaşta ya da bu gelir ile bu kadar serveti nereden kazandın’ diye soramıyor. İleri demokrasi böyle mi kurulacak, bilemiyorum.

Emekliler, dar gelirliler, topraksız köylüler, mevsimlik ve sigortasız işçiler, öğrenciler, orman köylüleri, esnaf ve sanatkarlar ile besicilik yapan, sebzecilik yapan kesimler ne olacak?Özellikle işçiler, güvencesiz ev kadınları, öğrenciler, mahpuslar ile karton toplayan aileler çok mu mutlu? Pazar pazar dolaşan esnaf kesimi; daha az sıkıtılı bir yaşama demek olan düze nasıl çıkacak? Zenginler ile fakirler arasındaki uçurum neden günden güne açılıyor?

Kimi kesimlerin özellikle etnik ayrımcılık ve sinsi propagandalar yolu ile patlamaya hazır bir duruma doğru yönlendiridiği görülmüyor mu? İçinde İslami yaklaşımlar da bulunması gereken Kardeşlik Projesi neden adım adım ilerleyemiyor? Bu süreçte yan yana yaşayan, sözüm ona etnik yapılanmalar ya da oluşumlar kapsamında ‘maşeri şuuru’ ya da kamuoyu bilincini yansıtabilecek özelliklerde hangi araştırmalar, hangi anketler yapılabildi? Akrabalıklar, komşuluklar, iş ortaklıkları, sıra arkadaşlıkları, ev arkadaşlıkları, asker arkadaşlıkları ve meslektaşlıklar çerçevesinde tan yana gerçekleştirilen yan yana yaşama bilinci konularında hangi kültür çalışması yapılmıştır?

Enflasyon gerçekten %10'un altında mı değil mi? Şu fani dünyadaki üç beş yıllık iktidar için neden sayılara yalan söylettiririliyor? Kaldı ki gerçek sayılar konuşturulduğunda: Özal’ın 12 Eylülcülerin de onayı ile 24 Ocak Kararları doğrultusunda açtığı yolda ilerliyoruz, piyasa şartları böyledir demek neden yetkililere zûl gelebilir, eğer bundan kaçınılıyor ise? Özellikle belirli kesimlerin faydalandığı bir ekonomik gidişat içinde olduğumuzu kimse inkâr etmesin. Önce ABD sonra ise bütün AB ülkelerini sarmış olan ekonomik sallantılar ya da iflaslar ile mali çöküntüler kimilerinin söylemiş olduğu gibi sadece ’faiz bağlamında’ açıklanabilir mi?

Öz kaynaklarımıza bağlı olarak; tarım ve hayvancılıkta olduğu gibi petrol ve enerji üretimi bakımından da kendimize yetmediğimiz çok açık. Kendi arabamızı, kendi motorumuzu, kendi enerjimizi, kendi doğal gazımızı, kendi iş makinalarımız üretemediğimiz bu ‘şişkin ekonomi’ ya da ‘dostlar alış verişte görsün’ koşuşturması bizi ne zamana kadar taşıyabilecektir?

İçine düşülen ekonomik dalgalanmalara, gerekli direncin gösterilmesine rağmen Carı Açık, Bütçe Açığı ve Kara Para ile Kayıtdışı Ekonomi konularında nelerin yapılabilmiş olduğunu bilemiyoruz. Geçen yıl bir milyonu aşkın esnaf ve sanatkârın ‘kepenk kapatmış olması’ karşısında Ekonomi ve Maliye işlerinden sorumlu yetkililer neler yapabilmiştir? Kaldı ki 1990’lardan beri yaygınlaşan AVM onların geçim derdini günden güne çoğaltmaktadır. Az da olsa onları rahatlattırabilecek olan yeni Alış Veriş Merkezleri Kanunu neden bir türlü çıkartılamaz?

Eğer durumlar böyle gidecek olur ise bir toplum bilimci olarak bazı kaygılarımın daha da artacağından korkuyorum.

Eğer her şey böyle daha iyi denilebiliyor ise Türkiye’nin artık nasıl bir yola girdi belli oluyor.

Eğer toplumu sarıp sarmalamaya başlayan kimi yanlışlıklar kısa sürede en uygun yollar ile çözülemez ise sanırım yakında birileri Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in:

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak

Haykırsam kollarımı bir makas gibi açarak

dediği gibi bir ölüm kalım destanı söylemeye başlayacaktır.

Toplumumuzun içine düştüğü kimi açmazları yıllar öncesinden gören Çile şairi Üsta’dın Destan adlı o görkemli haykırısının konumuza uygun olan bir bölümünü buraya almak istiyorum:

Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem. 

Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!

Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil! 

Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu:
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!

Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan! 

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

(İstanbul 1947)

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..