Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '10

 
Kategori
Blog
 

Nergiz...

Nergiz...
 


İlk ne zaman merhaba demiştik… ilk ne zaman gerçekten merhaba demiştik? Geçen yıl, yok ondan önceki yıl… yoksa daha dün mü?..

Güncelerinden önce ana sayfandan kendini yansıtışını; tanıtımını okumuştum da… inceden bir sızı merhaba demişti ilkin bana. Sonra, yazılarından yansıyan “sen” merhaba dedin. Karşılıklı yorumlaşmalarımızın bir yerinde “zeytin” diye tutturmuştum da, “Getireyim, evim iş yerine çok yakın” demiştin. Gerçekten sen mi gelmek istedin yoksa ben mi gelmeni istedim bilmiyorum. Kendime bile sezdirmeden gelmeni istedim belki de çünkü işyerimde yapılan testlere, o testleri yorulmadan yaptırmaya gereksinimin olabilirdi.

Ve bir akşamüzeri, iş yerime, bir kavanoz zeytin ve zeytin yeşili gözlerinle çıkageldiğinde henüz güneşin günü terk etmesine çok vardı. Bahçedeki banka oturmuş, uzun uzun konuşmuştuk ortak tanıdıklarımızdan. Günce sayfalarındaki ortak tanıdıklarımızı diyorum. Ne hoş dedikodu(!) yapmıştık değil mi? Yetmemişti de, çıkışta, hani her gün köşesinden dönerek işe gidip geldiğim Dolunay Pastanesi’nde devam etmiştik. Pastane sahipleriyle de tanıştırmıştım seni ve onlar her zamanki konukseverlikleriyle çaylarımızı ikram etmişlerdi. Evine gitmek istediğinde, “Yürüyelim mi?” dedin, “Olur” dedim. Evine kadar yürüdük sohbetimiz eşliğinde, ben geri döndüm.

Nergiz… Bir de Suzan vardı ama sen bana “Nergiz de” demiştin. Nergiz Hanım’la başlayan merhabamız, telefonlaşmalar, eve gidip gelmeler sırasında Nergiz Abla’ya dönüştü. Öyle istedin... Ben de önemsemedim, “Nergiz Abla” deyiverdim. Ne de olsa senle yaşıt ablam vardı. Ama bir Ölüdeniz gezisinde, her zamanki kudurukluğumuzla eğlenirken, o kendine has şımarıklığınla, “Neşe’ye Neşe diyorsun da neden bana ‘Abla” diyorsun?” diye tutturdun da ablalık Ölüdeniz’de kalıverdi. Hani şu Kaş turuna gittiğimiz, minibüsün arkasındaki sıranın ortalığı inim inim inleterek şarkılar döktürdüğü, Coşkun bey’in özel haberler okuduğu Ölüdeniz gezisi. Hani şu, akşamları, yemekten sonra, bir tıngırtı duyar duymaz el çırparak ya da yerimizde duramayıp müziğin ritmine uyup oynayarak eğlendiğimiz gezi. Hani İlyas Beylerle peş peşe iki araba gittiğimiz, hani şu…

Ve İzmir’de, “Acaba nasıldır, katılabilir mi?” diye tedirgin olsak da, dayanamayıp, kararı sana bırakarak “Biz şurdayız, geliyor musun?” deyişime, taaa Karaburunlardan yetişip katılışın ya da katılamayışın. Bazen de “Eve gidiyorum, gelin.” deyişin. Zilin sesini mi duymadın acaba diyerek telefona sarılıp “Kapının önündeyiz, sen nerdesin?” dediğimde: “Biz Karaburun’a varmak üzereyiz” ya da “Karaburunda’yız” deyişin. Ne çok severdin orayı… Bu yüzden mi, nerdeyse Karaburun’da elveda diyordun herkese. Ordaymışsınız hafta sonu. Öyle dedi, hastalığını bilen doktor arkadaşın. Pazar akşamı dönmüşsünüz… kötülemişsin… En yakındaki Atatürk (Yeşilyurt) Devlet Hastanesi’ne gitmişsiniz, oradan Ege Üniversitesine. Hani şu yeni yıldan önce “Birkaç gün sonra çıkarım.” diyerek yattığın ve…

Ve, en son “Annemdeyim” dediğinde, ne desem bilemedim. İlk fırsatta, bir akşamüzeri uğradım annenlere. Bir kenarda örgün vardı…. Şal örüyordun ablana. Nerdeyse sabaha kadar örüp örüp sökmüşsün, “Bir türlü kafam almadı” diyordun. Aldığın ilaçları düşününce, “Bu kadar örebilmen bile ne kadar büyük bir şey.” diyememiştim. O gün o kadar iyi görünüyordun ki! On gün sonra, bir pazartesi öğleden sonrasında, telefonda “Nergiz” adını görüp açtığımda, “Suzan’ı yarım saat önce kaybettik” diyen eşine; Ergun Abi’ye inanamadım. Akşamüzeri, İlyas Bey’le buluşup gittiğimiz evinizdeki kalabalığa da inanamadım. Akrabaların, dostların, büyük kızın Gökçe Çiçek, arkadaşları… Ve Bilge yoldaydı. Uzakta olan herkese dedikleri gibi “Annen ağır, gel” demişlerdi. Bekleyemedim gelişini, neredeyse gece yarısı ulaşabilecekti. Çıktım, aşağıya yürüdüm, sola döndüm, karşımda sen… köşedeki çiçekçi “Nergiz”lerle donatmıştı kaldırımı. Bir an durdum “Alsam” dedim… alamadım, yürüdüm.

Bilge’yi ertesi gün camide gördüm;“Annem öldü Ufuk, annem öldü biliyor musun?” diyordu ona sarıldığımda… gözyaşım gözyaşına karıştığında.

Orada, yeşil örtünün altında yatışını inkâr edercesine, kenarları çiçekli, pespembe bir örtü vardı başında… saf durdu bütün kalabalık seni uğurlamak için ve… Ve “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” dedi imam. “Ediyoruz” dedik. İnanmadı sanki bir daha sordu, bir daha sordu.

Sonra?.. Bilmiyorum sonrasını, alıp gittiler seni… ben sonrasını görmek istemedim.

İlk ne zaman merhaba demiştik … ilk ne zaman gerçekten merhaba demiştik sahi? Geçen yıl, yok ondan önceki yıl… yoksa daha dün mü?.. Yoksa hiç merhabalaşmadık mı?..

Uğurlar olsun sevgili Nergiz, uğurlar olsun…


 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..