Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Neten yahu?

Neten yahu?
 

'Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ama bu ve benzerini yaratanlar hariç!


Bazılarımız, hatta çoğunluğumuz, günümüzde yaşananlara anlam yüklerken, analizlerimize, var olan önyargılarımızı ekleyerek,  gerçeklerden uzaklara düşebiliyor, komplo teorisi diye de ifade edilen kuruntu tezlerinin soyut dünyasına, saplanıp kalıyoruz. Hayatı öğrenmeye çalışan kimi gençlerimiz de bu tür tezleri gerçek gibi algılarken, kuruntu odaklı komplo teorilerini, hayatın somut gerçeği imiş gibi içselleştirebiliyor. Daha önceki olgular ve onlara karşı verilen tepki ve açıklamalar pek hesaba katılmıyor. Uluslararası çatışmaların tesadüfen çıkması beklenemeyeceğine göre, yaşanacakların öncesinde, onu doğurması muhtemel sebepleri ve belirtileri keşfedebilmek mümkün olabilir.

BOP olarak kısaltılmış, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi ekseninde, Orta Doğu ve Kuzey Afrika Ülkelerinde Yaşananların ne anlama geldiğini tespite çalışırken, tabiidir ki günümüzden   40-45 yıl önce, bilim çevrelerinin, Dünya petrol rezervlerinin, yaklaşık 2030’lu yıllarda tükeneceği  açıklamalarını ve nüfus artışı ile küresel ısınma nedeni ile artacak su ihtiyacının, karşılanamama riskini hesaba katmak lazım.

Ancak bugün Irak, Suriye, Türkiye ve İran dörtgeninde yaşananları, salt Emperyalist Güçlerin petrol ve su savaşları ile açıklarsanız, doğruların bir kısmını ifade etmiş olursunuz. Ben görünmeyen ya da hafızaların unuttuğu olguların eşliğinde, soyut alanda kalan, eksik parçaları tamamlamak ve İsrail Lideri Netenyahu’nun son açıklamalarının, yakın gelecekte olacaklara nasıl bir belirti teşkil ettiğini keşfedebilmek yönünde ışık tutmak amacındayım.

Amerika’nın New York Kentinde,  11 yıl önce yaşanan 11 Eylül olayını, 25 yaşın altında bulunanların iyi araştırmadılarsa, doğru analiz edebilmeleri, idrak edip objektif olarak gerçekleri yakalayabilmeleri oldukça güçtür. Günümüzde yaşanan pek çok olayın, fitilini ateşleyen bu olaydır.

11 Eylül’den 4-5 ay önceydi. O dönemde Türk kamuoyunun çok yakından tanımadığı, bazı aydınlarımızın Amerika’nın başının belası olarak nitelediği, Usame Bin Ladin; “Bugüne kadar insanlık tarihinin şahit olmadığı bir acıyı Amerika’ya yaşatacağız” tarzında bir açıklama yapmıştı.

İlgimi çeken bu demeç kafamı epeyce kurcalamıştı. ‘Bin Ladin ne kastetti? Acaba neler yapabilir?’ Merakı hayal gücümü epey zorlamıştı.

11 Eylül 2001 den 2-3 yıl önceki bir süreçte, Cemalettin ve oğlu Metin Kaplan’ın, İslam Devrimini hayata geçirmek gayesi ile Almanya’da örgütlendiği ortaya çıkarılmıştı. Hatta Metin Kaplan kendisini halife ilan etmişti. Metin Kaplan ve Cemaati mevcut düzeni yıkmak için Türkiye’de bir isyan başlatmak istiyordu. Bu isyanı başlatmak üzere cemaatinden bazı kişiler, Bursa’da uçak kiralamaya çalışmıştı. Metin Kaplan Cemaati, kiralayacağı bir uçağa ilave patlayıcılar yükleyip, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu, Kuvvet Komutanları, TBMM üyeleri gibi devlet erkânının ve üst düzey yöneticilerin bir arada bulunduğu Anıtkabir’deki bir törene, Kamikaze dalışı yapmak istemişlerdi.  Böyle bir eylemin ardından oluşacak kargaşa ortamını takip eden Perşembe günü, birkaç cami bombalanacak, ertesi gün Cuma Namazı çıkışında halk kışkırtılarak isyana yönlendirilecek, böylece mübarek bir Cuma günü İslâm Devrimi süreci tamamlanacaktı.

Bunları düşününce, Usame Bin Ladin’in kafasından da, Metin Kaplan’ın tarzına benzer bir eylem planının geçebileceği aklıma gelmiş ve bu eylem için Cemalettin Kaplan Cemaatinin kiralama teşebbüsünde bulunduğu uçağın büyüklüğünü ölçü almıştım. Olay yaşanmadan önlenmişti. O nedenle Bin Ladin’in Amerika’da girişebileceği böyle bir teşebbüsün, Türkiye’de olduğu gibi, başlamadan bitmesinin büyük olasılık olduğunu düşünmüştüm. Başarabilmiş olsalar bile, Dünya kamuoyunu böyle derinden etkileyebilecek bir sonucun ortaya çıkabilmesi ihtimali, hele de savaşlara neden olabilecek düzeyde bir etki bırakabilmesi fikri, aklımın ucundan bile geçmemişti. Hayal gücüm bununla sınırlı kalmıştı.

Amerikalı’ların hayal gücü de benden pek farksız değildi ki bizzat fail tarafından uyarılmış olmalarına rağmen, gafil avlandılar ve böyle bir olayın önüne geçemediler. Gerçekten de, 6 ve 9 Ağustos 1945 tarihlerinde Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerinde, 100 000 insanı yok eden Atom bombaları ile yaşanan en büyük dramın ardından, tarihte eşi yaşanmamış bir başka dram, canlı yayınların eşliğinde gözler önüne serilerek, vicdan sahibi dünya insanları ile birlikte, ilk dramın müsebbibi Amerikalılara yaşatılmıştı.

Amerikan hükümetinin araştırması ve 11 Eylül Komisyon Raporu'na göre, dört yolcu uçağı Usame Bin Ladin’in lideri olduğu El Kaide örgütünün 19 üyesi tarafından, 11 Eylül 2001 Salı günü kaçırıldı. Dört yolcu uçağının ikisi New York Kentindeki Dünya Ticaret Merkezi gökdelenlerine, bir diğeri Washington D.C.’de Pentagon’a çarptı. Sonuncu uçak ise yolcular ve uçağı kaçıranlar arasındaki mücadeleden sonra 150 mil uzakta, Pensilvanya kırsalında düştü. (D.C.=>District of Columbia)

Olayın ardından beklenen açıklama Oğul Bush’tan yaklaşık şu şekilde gelmişti:

1-Bu bir savaş ilanıdır.

2-Bu savaş, Medeni Dünya ile Terörizm arasındadır.

3-Bu savaşta tarafsız kalmak mümkün değildir. Ya Medeni Dünyanın yanında olacaksınız ya da

  Terörizmin. Herkes tavrını ortaya koymalıdır. (Bitaraf olan, bertaraf olur gibi bir şey)

4-Bu savaş Terörizm yeryüzünden silinene kadar sürecektir.

ABD’nin ilk hedefi Taliban ve Usame Bin Ladin yönetimindeki Afganistan’dı. NATO tarafından da bütünüyle desteklenen Amerika, Türk kuvvetlerinin de yer aldığı ortak askeri bir güçle, Afganistan’ı işgal etti.

Afganistan’ın Ardından Irak’a sıra geldiğinde, teorik olarak NATO desteği sürse de İtalya gibi birkaç devletin sembolik katkısı dışında, askeri güç katkısı kalmamıştı.

Ancak Amerika ve İngiltere kararlıydı. Savaş Harekât planını, 2 alternatifli olarak, Türkiye’nin fiili desteği olduğu durum ve olmadığı duruma göre yaptıklarını açıkladılar. Türkiye’nin fiili desteğini içeren 1. Alternatif, Amerikalılar için kolay ve kısa bir yol olduğundan, tercihlerini bu yönde açıklamış ve Irak’a saldırmadan önce Türkiye’den destek talep etmişlerdi. Türkiye’de ise tüccar olduğunu, çok iyi pazarlık yapabildiğini, durumu fırsata dönüştürüp ülkenin çıkarları için bu yeteneğini kullanacağını ifade eden bir muhatap vardı ve 8 ila 24 Milyar Dolar arasında konuşulan maddi bir getiri çerçevesinde kamuoyu şekillendirilmeye çalışılıyordu. Bu çerçevede Amerika’da yapılan ikili görüşmeden çıkışta Amerika Başkanı Bush: “İçeride At pazarlığı yaptık” şeklinde garip bir açıklama yapmıştı. O gün muhatabı olan Türkiye’nin Başbakanının, sonradan yerli rakiplerine; ‘Bunlara versen iki koyun güdemezler’ şeklinde beyanları dikkate alınırsa, Amerika Başkanı muhatabını sanırım Kovboylara benzetmişti.

Muhatap Amerika’dan memnun dönüyordu. Ancak Washington’daki hesap Ankara’ya uymadı. Meclis savaşa katılmak olan bu desteği vermeyerek, ‘Tezkereyi’ reddetti. Böylece, Bush’un savaş ilanı demek olan ve 4 maddeyle özetleyerek yukarıda açıkladığım 3. Maddedeki ilke çerçevesinde, Bush’un zihninde ABD’ye, dolayısı ile Medeni Dünyaya destek vermeyerek, terörizme destek olmuş duruma düştük. Sonucunda biz bertaraf olduk! Türkiye vatandaşı gibi, Türk Pasaportu ile kimliğini ifade edebilen, o günün Iraklı 2 Aşiret Lideri, durumu fırsata çevirip 2.Alternatif Savaş Planının asli aktörlerine dönüşüp ihya oldu! Böylece bizim Tüccar fırsatı, Türkiye de yaklaşık 20 Milyarlık bir menfaati (!) kaçırmış oldu.1. Perde böylece bitti.

2.Perde; Irak’a girildi. Saddam Hüseyin savaş zoru ile devrildi. Amerika yönetimi ele geçirdi. Müttefikleri Mesut Barzani ve Celal Talabani ile yönetimi paylaşmaya başladı. Oradan çekilirken de yönetimi tamamen onlara bıraktı. Demokrasi de bıraktı mı? Bilinmez. Bilinen o ki Medeni Dünya ile Terörizm arasında çıkan savaşta, Medeni Dünyayı temsilen ABD tarafına destek vererek, Kuzey Irak’ın liderliğine Türk Pasaportlu birinin oturması ve 30 yıldır terörizm ile mücadele eden Türkiye’ye, kendi topraklarında yaşayan bir kediyi bile vermeyi reddetmesidir. (Türkiye başta bazı komşuları ile iyi ilişkiler kurmak için, bu ülkelere mensup, kimi tüccar ve iş adamlarına, ihaleler yoluyla, 20 Milyara yakın iş imkânı yarattığı da bilinenler arasındadır.) 

***

Diğer yandan, İsrail Cumhurbaşkanı Benjamin Netenyahu’nun, İsrail'in İran'a saldırmak için Amerikan desteğine güvenmeyeceğini açıkladığına şahit oluyoruz. İran'ın nükleer programının kendileri için tehlike yarattığını belirten Netenyahu, cümlelerini 'İran'ı nükleer silahlar yapmaktan alı koymak için gerekirse Amerika'nın desteği olmadan da saldırmaya hazırız' diyerek bitirdi.

Netenyahu’nun bu açıklaması karşısında, var olan önyargılarla oluşmuş, yaygın bakış açısı ile ülkemizde ve Müslüman Dünyada Siyonizm’li, Emperyalizm’li cümleler kurarak Antisemitist tepkiler verilmesi, karşılaştığımız yaygın yaklaşımdır. Bu yaklaşım, doğruların bir kısmını ifade eder ama tamamını ifade için eksiktir. (Hangi devlet güçlü olup rakiplerine karşı üstünlük sağlamaya çalışmaz ki? Örneğin Osmanlı Devleti güçlü olsaydı ve rakiplerine üstünlük sağlasaydı da kurtuluş savaşını yapmak zorunda kalmasaydık fena mı olurdu? Güçlü olmak mı istemedi? Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü olsa ve rakiplerine üstünlük sağlasa fena mı olur? Kim istemez?)

Şu olguyu dikkate alırsak, eksik kalanı tamamlarız sanırım:

İran Lideri Ahmedinejad ilk kez Cumhurbaşkanı seçildiğinde; “Amerika ve İsrail Dünya için zararlıdır, Dünya Coğrafyasından silinmelidir. İsrail’i Dünya Coğrafyasından er geç sileceğiz.” Mealinde bir açıklama yapmıştı. Ardından İran’da Nükleer çalışmalar başlatıldı.

New York’taki İkiz Kulelerin vurulması sonucu, ülkesindeki yaşamın güvenlikli olmaktan çıktığı kaygısına düşen ABD'li Bush, nasıl Dünyayı birbirine kattı ise Dünya Coğrafyasından silinme kaygısı ile İsrail’in İran’a saldırarak, ortalığı birbirine katması nerede ise kesin gibidir. İran da bunun farkındadır ama nedense Nükleer çalışmalarından da vazgeçmemektedir. (Tanrı bizimledir diye düşünüyor olabilir. Belki de Saddam’da böyle düşünmüştü.)

Lübnan ve Irak’ta, Nükleer çalışmaların yapıldığı yerlere karşı İsrail'in benzer saldırıları olduğunda tarafsız kalmayı başarabilmiştik. Ancak bu günkü durum farklı ve bir kez daha bertaraf olmamak için kurulmalarına karşı konulamayan füze rampaları nedeniyle taraf olunmuştur ve maalesef Türkiye’de bu çatışmadan çıkabilecek bir savaşın içine girecektir.

Irak’ta olduğu gibi, İran’la çıkacak bir savaşta taraf olmaktan kaçınmamızın önlenmesi için geliştirilen en önemli strateji ise PKK’nın o bölgede etkinliğini artırarak, bizim için güvenlik kaygısı yaratmasıdır. Suriye'de olanlar ise savaş taktiği denemelerinin yapıldığı, hazırlık maçı niteliğindeki antrenmanlardır.

 
Toplam blog
: 14
: 832
Kayıt tarihi
: 23.07.09
 
 

1957 Konya-Ereğli doğumluyum. 1960 dan bugüne İstanbul'da yaşamaktayım. İnşaat Mühendisiyim. 2 kı..