Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '14

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

New York gezisi notları

New York gezisi notları
 

New York Manhattan


Amsterdam Havaalanı’ndan KLM’in 524 kişilik, iki katlı, Boeing 747-400 dev uçağıyla Pasifik’i aşarak New York’a uçtuk. 7 saat süren bu yolculukta ara sıra türbülansa yakalansak da, Amerika saatiyle 16.30’da New York JFK Havaalanı’na indik. Pasaport işlemlerinden sonra bavullarımızı alıp dışarı çıktığımızda yolcularını bekleyen büyük bir kalabalıkla karşılaştık; bindiğimiz bir taksiyle Manhattan’ın yolunu tuttuk

Bir ismi de “Büyük Elma” (Big Apple) olan, 9 Milyon nüfuslu, 80 dilin konuşulduğu göçmen ve gökdelenler şehri New York’a merhaba dedik. 5.Cadde’ye yoğun bir trafikle girdik. Siyahi şoför bizi 50.caddede verdiğimiz adreste indirirken, belediyece tespit edilmiş alacağı 30 dolardan ve bu yoğun trafikten dolayı memnun olmayarak, Belediye Başkanı’na pek de nâzik olmayan göndermeler yaptı. Wold Plaza’da kalacağımız apart otelin bir odası, banyosu ve içinde bütün araç ve gereçleri olan mutfağı vardı. Eşyalarımızı odaya koyduktan sonra, yan sokakta bizim Ankara Sakarya Caddesi’ndeki şarküterileri andıran marketlerin bulunduğu yere gittik. Alış veriş yaptığımız bu dükkânın Filistinli bir Arap olan sahibinden yan taraftaki dükkânın da bir Türk’e ait olduğunu öğrendik. Aldıklarımızı odaya koyup dışarda bir lokantaya gitmek istedik, fakat yorgunluğa esir düşerek, dışarı çıkmaktan vazgeçtik.

Manhattan

 New York’ta ilk sabahımızda odamızda kahvaltımızı yaptıktan sonra, sırtlarımızda çantalarımızla sokağa çıktık. Dışarda hârika bir hava vardı.  Bugün pazar olduğu için, yollarda az insan ve araba olduğunu düşünerek etrafı seyrederek, Broadway Caddesi boyunca yürümeye ve yorulduğumuz yerde dinlenmeye karar verdik. 50 katlı veya daha yüksek binalara, pazar günü açık mağazalara, çok büyük hareketli reklam panolarına, değişik tenli, çehreli insanlara, dev arabalar ve limuzinlere bakmak bizim için çok ilgi çekici idi. Dev binaların altında çiçek açmış ağaçlar, burada da baharın geldiğini müjdeliyordu. Bu kilometrelerce uzun cadde ve ona paralel caddeler boyunca yürürken sık sık sandviç, simit, meşrubat, hamburger, pizza, suşi, satan dükkân veya lokanta ile pastahaneye rastlayıp, gerektiği anda susuzluğumuzu veya açlığımızı giderdik. Elinde şehir rehberi kitaplarıyla gezen değişik ülkelerden gelmiş turistler gördük.  Girişte bir Afro Amerikalı’nın saksafon çaldığı, dinlendiğimiz bir parkta, köpekli veya çocuklu olanlar için ayrı bölümler vardı. Parkın etrafında Amerika’ya ilk gelen ve sonradan zengin olanların evlerini gördük.  Avrupa şehirlerine göre kaldırımları pek de temiz olmayan Broadway boyunca yürüyüp, Wall Street’in başında bir parkta tekrar dinlendik. Dünyanın bu ünlü sokağında borsa binasına ve ünlü boğa heykeline baktık. Bir müzisyenin piyano çaldığı, duvarlarında orijinal tablolar olan değişik atmosferli bir Hamburgercide oturduk. Daha sonra Manhattan’ın en güneyine, deniz kenarına kadar indik. Orada bindiğimiz feribotla Ellis Island adasına gittik. Amerika’ya gelen 17 Milyon göçmenin kaydı bu adada yapılmış, sağlık kontrolünden geçirildikten sonra buradan kalacakları şehirlere gönderilmişler. Adadan dönerken  Manhattan’ın ünlü  gökdelenleri karşımızdaydı . Bu güzel havada Battery Parkı’nda oturarak Hürriyet Heykeli’ni seyrettik . Akşam gün batımına doğru metroya binerek 50.caddedeki istasyona ve oradan yorgun argın odamıza geldik.

  Empire State Building

 Dışarda korna, fren sesleri karışmış homurtu gibi dinmeyen trafik gürültüsü ile; polis, cankurtaran, itfaiye arabalarının siren sesleriyle uyandık. Bugünkü hedefimiz 102 katlı Empire State Building binasının tepesine çıkmak ve oradan New York’a bakmaktı. Ama önce yakınımızdaki Rockefeller Merkezi’ne gittik. Burası çok büyük iş merkezi idi.  Bir kahvede oturup ve buzda kayan insanları seyrettik. Burada da öğrenci gruplarından, Japon geyşası kıyafetli kadınlara kadar değişik insanlara rastladık. Merkezden ayrılıp Central Park’ın güney ucuna ulaştık. Sel gibi akan trafikte mavi beyaz çizgili polis arabalarını, atlı polisleri gördük. Bir mağazada üstümüze yeni kıyafetler aldıktan sonra metro ile otele geri döndük.  Bakımsız metro istasyonunda, gençler müzik yapıyordu. Seyahat ettiğimiz tren vagonunda görevli siyahî memur anahtar demetini kemerinden dar pantolonu üzerine sallandırmış, saçları örgülü, bakımlı, ırkının güzeli bir kadın idi. Ağırlıklarımızı, çantalarımızı odamıza bıraktıktan sonra metroyla Empire State Building binasına geldik. Girişte lobide gökdelenin New York haritası üzerinde büyük bir rölyefi vardı. Biletlerimizi alıp çok hızlı giden bir asansörle 80.kata ve burada 86.kata başka bir asansörle çıktık. Buradaki platformda ayaklarımız altındaki kenti hayretler içinde seyrettik.  İki tarafından denizle çevrili Manhattan’da, yüzlerce devasa bina altında cetvelle çizilmiş yollar üzerinde arabalar minnacık görünüyordu.İnsanoğlu neler başarıyordu?  Şimdiye kadar 100 milyondan fazla insan ziyaret ettiği bu bina 1931’de yapılmış; 443 metre yüksekliği ile yıllarca dünyanın en yüksek binası olarak anılmış. Dün gezdiğimiz yerleri bugün yukardan gördük. Burada hediyelik, New York hâtırası eşya mağazaları önünde her milletten insan arasında Türkçe sesler de duyduk.  Böyle bir ortamda dünya vatandaşı olduğumuz duygusuna kapıldık. 101.kata da ayrı bir asansörle çıktık. Buradan da şehre ve kilometrelerce uzaklara baktık.   Çocukluğumuzda bu binayı ilk defa gördüğümüz siyah beyaz King Kong filmini hatırladık. King Kong bu binanın tepesinden yakaladığı uçakları yere fırlatıyordu.

New York’un üzerinde güneş batıyor ve öbür taraftan da ay doğuyordu.  Işıkları, neon lambalı, hareketli, renkli, büyük reklam panoları ve devasa gökdelenleriyle New York yeryüzünde gördüğümüz hiçbir kente benzemiyordu. Sanki gelecek bir zaman atmosferinin içinde gibi idik.

Brooklyn Köprüsü

Bugün Halk Kütüphanesi’ne kadar yürüdük. Kütüphanenin giriş kapısı önünde başlarında işçi bareti takılmış iki aslan heykeli vardı. Bunların önünde merdivenlere oturup gelip geçeni seyrederken sandviçlerimizi yedik. Daha sonra metroya binip East River’in altından geçip Brooklyn’de indik. Brooklyn’i Manhattan’a bağlayan köprünün ayağında durup bu harika yapıyı seyrettik. Yapımı 16 yıl süren 1883 yılında bitirilen köprü dünyanın ilk asma çelik halatlı köprüsü imiş. Burada River Cafe’de oturup fotoğraflar çektikten sonra asansörle köprüye çıktık. İki katlı köprünün üst kısmı yaya ve bisikletlilere, alt kısmı arabalara ayrılmış. Bu yaya yolundan Manhattan’a doğru yürüyüş bizim için oldukça keyifli idi. Köprüden seyrettiğim müthiş manzara yanında gördüğüm insan manzaralarını da unutamam. Koşan, spor yapan, bisiklet ve çocuk arabası süren, okuyan, oturan, müzik yapan insanlar yanında herkesin alkışları arasında bir Afro Amerikalı gelinle damadın el ele tutuşmuş, etrafa gülücükler dağıtarak yürüyüşleri de çok ilginçti.  Köprüden Manhattan’a geçince büyük bir kalabalık gördük. Burada Porto Rikolular miting yapıyordu. Etrafta atlı polisler ve polis arabaları çoktu. Buradan Çin Mahallesi’ne gittik. Chinatown; Çin mağazaları, lokantaları, sebze, meyve pazarları, tapınakları ve kendine özgü kokusuyla çok renkli idi ve adeta New York içinde bir Çin şehri gibiydi. Bu bölgenin yakınındaki Küçük İtalya’da İtalya’dan gelen göçmenlerin yerleştiği bir mahalle idi. Buradan metroya bindik. Bu metro istasyonu da pislik içinde idi. İki genç gitar çalıyor, şarkı söylüyordu. Her tarafı yazı ve grafitlerle süslü vagonlar tıka basa yolcu ile dolu idi.49. caddede inip Türk’ün marketine gittik. Amy’s marketinin sahibi Ömer’i ilk defa gördük. Bize kendini tanıttı ve Amerika’ya göçmenlik öyküsünü anlattı. Bir gemiyle New Yorka gelmiş ve geriye dönmemiş. 11 yıl içinde 11 dükkân almış, satmış. “Her dükkân satışta, arkadaş çevremi de değiştirdim” diye de ekledi ve şimdi bu büyük marketi de satıp daha büyük bir süpermarket açmak üzere olduğunu anlattı. Cesur, akıllı Türk kısa zamanda Amerika’da neler yapmış? Odamıza bugün yaşadığımız bu anılarla döndük.

 Columbia University

 Bugün metro ile Amerika’nın en önemli üniversitelerinden biri olan 1754’de kurulmuş Columbia Üniversitesi’ne geldik. Üniversitenin ana binasından başka muazzam binaları var. Kütüphane binası sütunlarıyla büyük antik bir tapınağı andırıyor. Karşı tarafındaki binanın duvarlarına eski Yunan ve Roma düşünür ve yazarlarının adları yazılmış. Geniş bahçede gezip,  üniversite kantinine girdik. Burada bir şeyler yiyip içip, dinlendikten sonra 96.caddede İslam Kültür Merkezi’ne geldik. Burası, içinde 800 kişinin ibadet edebildiği bir câmisi olan kültür merkezi ve ayni zamanda çeşitli İslam ülkelerinden gelen Müslümanların buluşma noktası idi. Buradan çıktıktan sonra metro ile 50. Caddeye döndük.

 Central Park

 Bugün güzel bir havada Central Park’a geldik. Burası bir park değil, bir şehir ormanı gibi. İçinde güzel ağaçlar, çiçekler, göller, havuzlar, buz pateni sahası, spor sahaları, çimenli alanlar var. Parkın içindeki yaya ve bisiklet yollarının uzunluğu 93 kilometreyi buluyormuş. Atlı polisler, polis arabaları devriye halinde geziyorlar. Güzel manzarayı, koşanlar, spor yapanları seyrederek parkın doğusundan batısına yürüdük. Bu büyük şehrin ortasında adeta bir orman olan Central Park’ta piknik yaptık, sandviçlerimizi yiyip dinlendikten sonra New York ana garına geldik. Burası da filmlerde sıklıkla gördüğümüz bir yer. Yapının tarzı çok hoş. Bu güzel gara her gün 500 bin insan geliyormuş. Büyük salonu, merdivenleri, gişeleri, mermer kaplamaları ve ışıklandırması ile bu ferah güzel yapıdan gine metro ile ayrılıp, caddemizde inip önce Ömer’in dükkânına uğradık. Alış veriş yapıp odamıza geldik. Akşam, yakınımızdaki bir sinemada komik bir film seyrettik.

 

Brodway’de müzikal gösteri

Bugün önce Old Navy isimli bir mağazaya gidip, alış veriş yaptıktan sonra yakındaki bir kahvede oturduk. Amerikalılar öğlen paydosunda pür dikkat televizyonda aptal bir Amerikan dizisini seyredip, gülüyorlardı. Daha sonra Brodway’de akşam bir müzikale gitmek için bilet kuyruğuna girdik.  “Forever Tango” isimli müzikalde bilet bulduk. Tiyatro binası güzel bir yapı idi. Dansları ve müziğiyle Dünya çapında bir sanat olayını Brodway’de seyrettik. Sanatçıların çoğu Güney Amerika ve İspanyol kökenli idi. Müzikalden çıktıktan sonra bir kalabalık gördük. Meğer buradaki tiyatrolardan birinde ünlü rejisör Tarantino’nun çıkışını bekleyenler, onu yakından görüp ve imza almak için etrafını çevirmişler. Bir genç kadın Tarantino’ya “Benimle evlen” diye bağırdı. Geç vakit odamıza geldik.

Metropolitan Müzesi

Bir haftadır NewYork’da yaşıyoruz. Bu ne biçim bir şehir? Anlamak mümkün değil. Gerçek olan buranın Dünya’nın başkenti olduğudur. Bugün hedefimiz NewYork’un ünlü müzesi Metropolitan’a gitmek. Önce metro ile Central Park yakınında indik. Müze oldukça geniş bir alana yayılmış. Çeşitli bölümleri var. Bunların hepsini gezmeğe kalksak günler sürerdi. Biz görmek istediğimiz birkaç bölüme gitmeğe karar verdik. Eşyalarımızı emanete teslim ettikten sonra 2.katta “Eski Şark ve İslam Eserlerinden başladık. Önce Sümer, Asur gibi eski Şark medeniyetlerinden kalan eserlere, sonra özenle seçilmiş İslam Medeniyeti eserlerini ve bu arada Türk eserlerini inceledik.” Eski Mısır, Eski Yunan ve Roma medeniyetleri eserlerine”, “Avrupa ressamlarının eserleri” ne baktık. Gerçekten mükemmel koleksiyonlardı. Böyle kapsamlı ve özenle seçilmiş müzeyi ilk defa gördüm. İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Kıyafetler, müzik aletleri, Asya, Afrika, Amerika sanatları, silahlar, fotoğraf, baskı, Orta Çağ sanatı bölümlerine bakamadık.

Birleşmiş Milletler Binası

Bugünümüzde 50.Cadde’den çıkıp BM’in önüne kadar yürüdük. Burada üzerinde Türk bayrağı dalgalanan güzel bir bina gördük. Burasının Türk Konsolosluğu ve Türk Evi olduğunu öğrenip daha sonra gelmek üzere BM’e yöneldik. Önce BM’in bahçesine ve buradaki ilginç heykellere baktık.  Namlusu kenetlenmiş tabanca şeklindeki heykel eski Yugoslavya’nın bir hediyesi imiş. Binada kuyrukta yarım saat bekledikten sonra giriş paramızı ödeyip, biletlerimizi aldık.  20 kişilik bir grupla ve başımızda uzun boylu güzel bir siyah Amerikalı kızın rehberliğinde binayı gezmeye başladık.1945’de kurulan BM’in 193 üyesi varmış. Önce BM’e hediye edilen sanat eserlerine baktık. Fas’ın çini panosu, İran’ın halısı, Tayland’ın saltanat kayığı bu hediyelerden bazıları idi. Sonra sırasıyla Güvenlik Konseyi, Sosyal İşler Salonu ve Genel Kurul Salonlarını gezdik. Buradan asansörle hediyelik eşya satılan yere ve kahvehaneye indik. Hediyelik eşyalar çok pahalı idi. Kahvede biraz oturup çıktık. Buradan doğru Konsolosluğumuza gittik. Konsolosluk kapalı olduğu için içeri giremedik. Güvenlik görevlileriyle konuştuk. Bu güzel bina eski Dış İşleri Bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil zamanında alınmış. Binada Konsolosluktan başka Türk Evi, THY, Turizm Bürosu da varmış.

 

New York’ta son gün

New York’da son günümüzde önce KLM’e giderek yarınki uçuşumuzu teyit ettirdik, sonra St.Patrick Katedrali’ni gezdik.1878’de yapılmış 2500 kişilik gotik kilise Amerika’nın en büyük katedrali imiş. Öğleden sonra Soho’ya gittik, Burası güzel evleri, tarihi yapıları, kahve ve lokantalarıyla ünlü. Bir Japon lokantasında yediğimiz akşam yemeği ile New York gezimizi bitirdik.

Unutulmaz New York gezimizle dünyanın bu en gözde şehrini çeşitli yönleriyle tanımaya çalıştık.

                                                                                Zeki Önsöz

Şubat/ 2014

 

www.zekionsoz.com

 

 
Toplam blog
: 100
: 2186
Kayıt tarihi
: 28.01.12
 
 

1945 Bayburt'ta doğdu. Yüksek öğreniminden sonra çeşitli liselerde öğretmen ve yönetici olarak ça..