Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '06

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

New York Metrosu' ndan insan manzaraları

New York Metrosu' ndan insan manzaraları
 

Metro, New York Şehri’ nin karekteristik bir özelliğidir. Hatta buranın metro yolcularıyla büyük fareleri hemen hemen aynı kaderi paylaşırlar. Bu bakımdan yolculara ‘metro fareleri’ desek haksızlık etmiş olmayız. Dünya’nın en eski metro sistemine sahip olan New York Metropolitan Şehri’nde yaşayıp da metro trenine binmeyen yoktur, herhalde. Aslında New York’u gezmeye gelen bütün turistler için de bulunmaz nimettir, bu “ müzikli ” metro harikası. Dev bir ahtapotun kolları gibi şehri sarmalayan 1200 km uzunluğunda bir demiryolu hattı, 470 kadar istasyonu olan ve MTA (Metropolitan Transportation Authority) yani, Büyüksehir Ulaşım İdaresi tarafından yönetilen bu sistem, yaklaşık 22 milyon nüfusuyla dünyanın üçüncü ve ABD’nin birinci kalabalık şehri olan New York ve banliyöleri arasında 24 saat boyunca ‘Ekspres’ ya da ‘local’ servisle, yeraltından ve yerüstünden milyonlarca yolcu taşır. Geçen yıla (2004) kadar jetonla binilen metro trenlerinde, artık sadece Metropolitan belediyesinin otobüslerinde de geçerli olan, Metrocard’lar kullanılıyor. Eskiden her binişte kişi başına 1 dolar olan ücret, önce 1 dolar 50 sent’e, geçtiğimiz yil da 2 dolara çıktı. Gösterilen tepkilere rağmen, ek maddi kaynak arayışı içinde olan New York Şehri belediyesi, kararından geri adım atmadı. Bu fiyat artışı da en çok, orta ve düşük gelirli yolcuları etkiledi. Yani genelde, Manhattan’ da oturmayanları.

Benim en çok dikkatimi çeken, metro trenlerinin kendine has yolcuları oldu hep. Bu yolculara yakından ve önyargısız baktığımda, ilk duraktan son durağa kadar, gelip gittiği, hatta sadece ekspress olarak bile içinden geçtiği semtlerin sosyo-ekonomik , etnik ve kültürel özelliklerini açikça ortaya çıkaran bir insan mozaği geliyor gözlerimin önüne. Manhattan ve Staten Island’i da içine alan New York Şehri’nin beş ana bölgesini, kırmızı, yeşil, mavi, sarı, kahverengi ve gri renklerle gösterilen A, B, C, D, E, F, G, J, L, N, Q, R, S, V, W, Z harfli ve 1, 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı hatların tren vagonlarında, aynı anda, hemen hemen her renkten, ırkdan, kültürden ve hatta milliyetten insanın, ikiyüzden fazla değisik dilde konuştuğu gerçeğiyle şoka uğrarsınız. Bir kıtadan ya da bir ülkeden bahsetmiyoruz burada. Sözkonusu olan sadece bir şehir.

Kışın ısıtmalı, yazin da soğutmalı ama koltukları rahatsız olan Metro trenlerinde gözlerimiz hangi manzaralara aşina, bir bakalım: iki kisilik yere yayılarak (şişmanlık sorunu olsa da olmasa da farketmez) tek başına oturanlar ve yayılırken bacaklarıyla yanındakileri kibarca taciz edenler, bacaklarını pergel gibi açan ya da diğer yolcular geçerken engelli kosmus olsunlar diye ayaklarini ileriye dogru uzatip vagonun ortasindaki tutacaga dayayanlar, tam karşısındaki bayanı gözüne kestirip son durağa kadar bakışlarıyla taciz edenler, ağızlarini hipotalamus gibi kocaman açıp elleriyle kapatmadan esneyenler, hapşıranlar, kendisine virüs bulaşacağından korkarak hapşırandan uzaklaşanlar ama ‘çok yaşa’ demeyi de ihmal etmeyenler, burnu aktığı için burnunu, borazan çalar gibi hınkıranlar, ayakkabılarını çıkarıp elleriyle ovanlar, yanına yaklaşılmayacak derecede hatta o vagondan diğer yolcuları kaçırtacak kadar kötü kokanlar, kulağını, burnunu, dişlerini herhangi bir yabancı alete gerek duymadan karıştıranlar, onların hemen karşısında güzelce açtığı çilingir sofrasında Mc Donald’dan aldığı hamburgerinden bir parça ısırırken bir elinde de misler gibi kokan kızarmış patatesi ağzına götürüp buzlu kolasını da yudumlamayi ihmal etmeyenler, ‘vagondaki havanın her atomuna kokusunu veren’ ve fırından yeni çıkmış bir pizayı üzerindeki peynirin ve yağının akmasına aldırmadan koca ağızlarına götürenler, sonunda peçetesizlikten yakınarak ellerini pantalonuna ya da eteğine silerek temizleyenler, bütün günü oturaklarda yatarak ya da oturarak geçiren, çok şıkışırsa tuvalet ihtiyacını bile vagonda, olmazsa da istasyonda gideren evsizler, 25 sent için ağızlarından bal damlayan dilenciler, o sıkışıklıkta 'break dance' yapmaya çalışan sokak dansçıları, hokkabazlar, İngilizce şarkı söyleyen zenci, İspanyolca geleneksel 'mariaçilerini' söyleyen Meksikalılar, sazdan yaptıklari flütleriyle popüler melodileri çalan ve dinleyenleri iki durak arasında Güney Amerika’nin And Dağları'na götüren Perulu, Bolivyali müzisyenler, kendi kendine konuşan ya da saygısızca davranışları kendine tarz edinmiş gençlerden olup başlarını sağa sola sallayarak eleştiren ‘senior citizens’ adi verilen yaşlıar, yüksek sesle ve küfürlü konuşarak etrafındaki yolcuları rahatsız eden zenci ve Hispanik (Latin America kökenli) kız ve erkek öğrenciler, sokak kadınlarına taş çıkaracak şekilde erkek arkadaşlarıyla öpüşen ve yazık ki, inecekleri durağa geldikleri için daha da ileri gitme fırsatı bulamayan kız ögrenciler, kalabalık guruplar halinde dolaşan Çinli, Pakistanlı ve Arap kızlar, ödev yapan ögrenciler, kenar mahalleden gelen anneleri tarafından hiç uyarılmayan ve vagonu birbirine katan anormal çocuklar, sıkış tepiş olarak vagona sığmak için güç kullanmak zorunda kalan çocuk arabalı kadınlar, eşlerinin kazandıkları paraları Manhattan’daki mağazalarda harcamaktan büyük zevk duyan, kızlarını ya da bayan arkadaşlarını da yanına alan süslü kokonalar, binbir hileyle devletten aldıklari fakirlik ve çocuk yardımlarını Manhattan’da video oyunlarına, spor ayakkabılarına ve lüks kıyafetlere harcayan kadınlı –erkekli zenci ve Hispanikler, makyaj tazeleyen, oje süren, tırnak kesen, manikür yapan, işte ya da işten sonra buluşacağı erkek arkadaşına güzel görünmek için kendine son çeki-düzeni veren genç bayanlar, çocuklarını oturtup kendileri ayakta duran anneler, kucağında New York’un keşmekeşinde yorgun düşüp uyuyan çocuklarıyla babalar, cep telefonundan evlerindeymişcesine rahat bir şekilde özel konuşmalarını yapanlar ve dünyayi trendeki koltuğundan bağıra çağıra yönettiğini sananlar, ellerindeki Nextel marka, Motorola walki-talkileriyle konuşurken kendini bir şey sananlar, yolculuk boyunca ayakta dedikodu yapanlar, hareket edecek yer olmadığı için karşısında duran diğer yolcuların ayakkabılarını, pantalonunu, eteğini, takılarını, fermuarını ve belkemerini süzenler, taktıkları kara gözlüklerin arkasından etrafi dikiz edenler, çok kalabalık olduğunda vagonun kapılarındaki camlardan birine yapışarak zorunlu olarak, tren yukaridan gidiyorsa, manzarayı, yerin altından gidiyorsa karanlığı seyredenler, vagon camından diğer yolcuların yansıyan yüzlerinden ya da tavanda asılı ilanlardan başka bakacak yeri olmayanlar, sabah uykuları yarım kalıp oturdukları yerde uyuyup inecekleri durağı kaçıranlar, ayakta uyuklayanlar, aksam saatlerinde yorgunluktan gözleri kapananlar, şekerleme yapanlar, sağa sola bakıp yanlış anlamaya neden olmamak ya da yüzüne bakışlarını dikenlerden kurtulmak için gözlerini kapayarak kafalarındaki düşünceye yönelenler, sabit noktaya bakışlarını yogunlaştırıp bedenini trende, aklını çok uzaklarda bırakanlar, modayı ve mevsimleri takip etmemizi sağlarken, erkek yolcular için yolculuğu katlanılır hale getiren, vagonun kasvetli havasını da bir anda değiştiren iyi giyimli, mini etekli, kolsuz bluzlu, göğüslerini saklamaya gerek duymayan, fazla pamuk kullanmadan yapılan tang tişörtleri giyerek yazı, plajları ve diskoları New York metrosuna getiren dilberler, kalçalarından heran düşecek gibi duran dar pantalon ve jeansleriyle içindeki külotunun rengine kadar herşeylerini sergileyenler, göbeklerinde, burunlarında, sağlarında sollarında halka ve metal takılı olanlar, yüzü dahil her yerine dövme ve benzeri işkenceleri yaptıranlar, kırmızı, mavi, yeşil ve diğer renklerde boyanmış saçlarıyla farklilaşma zevki duyanlar, çarıklı, takkeli, sarıklı, başörtülü, şalvarlı ve çarsaflı Dogu ve Güney Asyalılar, Yahudiler ve Müslümanlar ve daha neler, neler…

Metro trenlerindeki yolcular arasında gelir düzeyi en yüksek olanlar trafikte en az zaman kaybedenlerdir. Manhattan’ın içinde yaşayan, bütün hatların trenlerini kullanan ve banliyölere pek gitmeyen bu gruptakilerin, yolculuklarının seçenekleri arasında taksi ve limuzinler de bulunur. Belediye otobüsleriyse herkesin seçeneği olabilir. Şehrin Manhattan adasının dışında kalan Queens, Brooklyn ve Bronx gibi banliyölerinde oturanların işe gidip gelirken yolda harcadıkları zaman Manhattan’da yaşayanlardan iki-üç kat fazladır.

En yoğun saatler, sabah 7’yle 10, akşamları da 4’le 7 arasındadır. Bu saatlerde serviste olan tren ve vagon sayısı, diğer saatlerdekinden çok daha fazladır ve geliş sıklıkları her 5 dakikaya kadar inmektedir. ‘Rush hour’ larda, yani metronun en çok kullanildigi işe gidiş-geliş saatlerinde bütün hatlardaki metro tren vagonlari tıka basa dolar. Herkes her yönde hareket halindedir. Ama en büyük yoğunluk, 23. ve 57. caddeler arasında kalan, Midtown adi verilen şehrin merkezindedir (manhatta'ın orta kesimi). Sabahleyin işyerlerinin yoğunlukta olduğu Manhattan adasına doğru olan yolcu akını, akşam saatlerinde, tam tersine, yani kuzey-güney ve dogu-batı yönünde, şehrin diğer kesimlerine ve banliyölerine doğru olur. Sabah saatlerinde dinlenmiş ama uykulu ve işe gecikme korkusuyla gergin olan yolcular, akşam saatlerinde yorgun ama daha umursamaz olurlar. Sabah saatlerindeki itiş kakışın akşam saatlerinkinden çok daha fazla olduğu bir gerçektir. Yorgun New York’lular bir an önce evlerine dönmek arzusu ve şevkiyle son enerjilerini kullanırken daha hoşgörülü olurlar. Zaten kimsenin kimseyle mücadele edecek hali kalmaz. O bakımdan sabahları metro yolcularının yüzlerindeki ifadeler, akşamları degisikliğe uğrar. Sabahın uykulu ve asık yüz ifadeleri, akşamın yorgun ve bezgin ifadelerine dönüsür. Elbette ki, eve gidip karınlarini doyurup aileleriyle, dostlarıyla zaman geçirmek isteyen bu insanlar, yolda varolmanın yorgun hafifliğini duyarlar. Eve dönmek, özgürlüğün diğer bir adıdır, onlar için. Özgürlük o kadardır bu maddecilikte.

Metro yolcularının konuştuğu diller de yaşadıkları, geldikleri ya da gittikleri semtlere göre çeşitlilik gösterir. Örneğin, Queens kesiminde, New York’un ikinci Çin Mahallesi’nin oldugu Flushing tren istasyonuyla, Manhattan 42.ci caddedeki Grand Central tren istasyonu arasındaki hatta çalışan Bordo renkli 7 numaralı metro treni, önce Çince’nin değişik şivelerini konuşan ve çoğunluğu göçmen olan yolcularla doludur. Kendinizi, cıvıll cıvıl öten kuşlarla dolu bir kusçu dükkanında sanırsınız vagonun içinde. Flushing’den, çoğunlukla Orta ve Güney Amerikalılarla, Hintli ve Pakistanliların yaşadığı 82.ci cadde ve Roosevelt Avenue civarındaki Jackson Height metro istasyonuna gelen trende, konuşulan diller arasına İspanyolca, Hintçe ve lehçeleri, Urduca ve Pencap dilleri de girer. Manhattan’a daha yaklaştıkça Woodside ve Sunnyside semtlerindeki istasyonlardan da İrlanda aksanlı İngilizce ve İrlandaca, Korece, Türkçe, Rusça, Sırpça ve Bosnakça da katılır. Queensboro tren istasyonunda, yolculara Astoria ve Long Island City semtlerinden gelenlerin binmesiye dil yalpazesi daha da genişler. Zenci Amerikalıların şiveleri yanında Yunanca da bu sıralamada yerini alır. Her tren istasyonuna gelindiğinde, tren görevlileri anonsları İngilizce yapar. Eger tren görevlisi aksanı olan bir Çinliyse ve siz de New York’da yeniyseniz İngilizce bilseniz de işiniz çok zordur. O bakımdan yanınızda, metro istasyonlarını gösteren bir harita taşımakta her zaman yarar vardır.

Metro sisteminin içine giren geniş alanda yaşayan insanların bağlı olduklari etnik grup ve deri renkleri de, metronun bir hattından ötekine ve istasyondan istasyona değişiklik gösterir. Siyah ırk beyaza, beyaz sarıya, sarı Güney Amerikalı esmer renge ve benzeri ırklara dönüşür. Bu müthiş bir devinimdir. Her sabah ve akşam bu renk cümbüşü yaşanır. Örneğin, Uptown (Manhattan’in yukarı kismi) civarinda yeşil renkli 4, 5 (ekspres) ve 6 (mahalli) numaralı trenlerden biriyle, Bronx’dan Manhattan’a geliyorsanız, zencilerin yoğun olarak yaşadığı, Bronx 180.ci caddeden East Harlem’e kadar olan bölgede, trene önce siyah ırkdan New York'luların bindiğini görürsünüz. Oradan 96.ci caddeye kadar esmer derili olan ve İspanyolca konuşan Hispanikler treni doldurur. 96.ci caddenin asağısındaki duraklardan, eğitim ve gelir düzeyi diğerlerinden çok daha yüksek olan, beyaz ırktan New York'lular binmeye başlar. Tren Grand Central’da yolcu indirip yeni yolcular alır. Beyazların çogu Midtown’da, (Orta Manhattan’da) yüksek binalardaki bürolarına gitmek üzere inerler. Vagonlarda geriye kalan yolcuların çoğunluğu, Flushing’den (Queens’den) gelen Çinlilerdir ve böylece Canal Caddesi’ndeki Çin Mahallesi’ne kadar yolcuların ırk ağırlığı gittikçe sarıya dönüşmüş olur.

Başka bir çarpıcı nokta da, giydikleri takım elbise, gömlek, kravat, tayyör vs., kıyafetlerinden, ellerindeki bond ya da başka tip evrak dolu çantalarından, işyerlerine gitmek üzere indikleri duraklardan, aralarında konuştukları konulardan, İngilizce konuşurken kullandıkları kelimeler, gramer yapısı ve aksanlarından New York’un metro yolcularının ne tür işlerde çalıştıklarını anlayabilirsiniz. En belirgin örnekse ‘Yuppi’ lerdir. Bunlar, genç yasta yüksek gelire ulaşan, materyalist sistemin yarattığı, çabuk zenginleşen, hırslı, dış görünüşlerine önem veren, ve çoğunluğu bankacılık ve finansla ilgili konularda yüksek ögrenim görmüş, 22’yle 45 yasları arasındaki kadın ve erkeklerdir. Dünya ekonomisinin kalbinin attiğı, 11 Eylül’de de terörist saldırılarındaki ana hedef olan, Wall Street Borsası’nda milyonlarca dolarlık hisse alım satımlarını yüksek komisyonlarla yapan ya da çalıştıkları firmalarda üst düzey görevli olarak çok yüksek maaşlarla bohem hayatını yaşayanlar, hep bu grup New York'lulardır. Genelde ulaşım kolaylığı ve yaşam rahatlığı açısından, ya Manhattan’ın Midtown’ında, ya Upper West Side (Yukarı Batı Yakası) , ya Upper East Side’da (Manhattan Üst Dogu Yakası) ya da Hudson Nehri'nin karşı kıyısındaki New Jersey’de otururlar. Genelde tünel, otobüs, özel araba ya da New Jersey’le Manhattan arasında işleyen hızlı deniz otobüslerini ulasım aracı olarak kullanırlar. Ancak Manhattan’ın sıkışık trafiğinde onlar bile metroyu kullanmadan yapamazlar.

Görüldügü gibi, metro trenleri, tam bir asırlık geçmişi olan New York Metrosu’nda milyonlarca insanı hergün evlerinden işlerine, işlerinden de evlerine taşımaktadır. Geçmişte, yıllarca da evsizlere yuva olmuştur. New York Şehri'ni ve Amerikan ekonomisini ayakta tutan ucuz işgücünün kahramanları olan göçmenleri taşıyan bu trenler, en ucuz ulaşım aracıdır. Yağmurda, karda ya da acil durumlarda bozulan her tren, aksayan her hat, New York’un kalbine giden damarların tıkanması demektir. Metro sistemi iyi çalişmazsa New York Şehri felç olur. Amerika sakat kalır. Amerika sakat kalırsa, dünyadaki ekonomik ve siyasi dengeler bozulur… Bu ilişki zinciri daha da uzar gider. Fareler bile yas tutarlar çünkü onlar da metrosuz aç kalır ve ölürler. Ya da en kötüsü doğa afeti olarak, koca koca fareler evleri istila edip diğer New York'lulara komşu oluverirler.

Yaşasın, New York Metrosu!

Onsuz, ne biz ‘metro faresi’ lakabını alabilirdik, ne de New York, dünyanın tanıdığı New York olurdu.

New York'dan sevgi ve selamlar...

Alp İçöz

Eğitimci Yazar ve Şair

JOURNALTA

The Journal of Turkish Americans

 
Toplam blog
: 52
: 1767
Kayıt tarihi
: 11.11.06
 
 

"İnsan, aslinda gönül gözüyle görmeli dünyayı. Herşey, o iç dünyanin merkez olduğu kişiliğine şek..