Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '10

 
Kategori
Sinema
 

New York’ta Boş Minare

New York’ta Boş Minare
 

“New York’ta Beş Minare” filmini izlemeyen kişilerin bu yazıyı okumasını tavsiye etmem. Zira yazımızda film eleştirisi mahiyetinde filmin sahneleri ile detaylı bilgiler verilmektedir. (Politik/Dini/Sosyal analiz içermez)

Gösterime girdiği günden bu yana üzerindeki tartışmaların bitmediği ve daha da biteceğe benzemediği Mahsun Kırmızıgül’ün yazıp yönettiği New York’ta Beş Minare filmini tatili fırsat bilip izleme şansı buldum. Biraz sonra yazacaklarımı düşününce bunun hangi oranda şans olarak değerlendirilebileceği de ayrıca tartışılabilir.

Filmi görmeden önce hakkında yazılmış yazıları okumamaya gayret gösterdim ki, önyargılı hareket etmeyeyim. Zira ister istemez oluşacak bir önyargı kendimi filmin akışına bırakmama mani olabilirdi. Oysaki önceki filmlerinden gördüğümüz kadarıyla Mahsun Kırmızıgül sinema sanatında müziğe oranla daha başarılıydı.

Filmin oyuncu kadrosunun zenginliği ve kalitesi tartışılmaz. Ünlü Türk ve yabancı oyuncuların bir filmde toplanması bile filmi izlemek için yeterli bir sebep. Olaya bu açıdan bakınca ve birkaç güzel sahnenin büyüsüne de kapılınca iyi ki izlemişim diyorum. Ancak az sonra yazacaklarımdan sonra izlemesem bir şey kaybeder miydim sorusu zihnimi meşgul edecek.

###

Filmin hemen girişinde Türk Polisinin hücre evi baskını olaya hızlı girmemize ve daha yerlerimize yeni oturmuşken “ne oluyor yahu, bu ne şiddet ne celal?” dedirtiyordu. Usta işi sahnelerdi doğrusu. Ancak hemen sonrasında New York görüntülerini müteakiben namaz kılarken gördüğümüz Hacı Gümüş karakterinde göze çarpan ve rahatsız eden bir eksiklik filmin bundan sonraki sahneleri için mütereddit kalışımıza sebep oluyordu.

Odanın bir kenarında namaz kılan Hacı Gümüş (Haluk Bilginer) filmde verilen özelliklerine göre oldukça mütedeyyin ve kendi halinde bir Müslüman. Dinini de çok iyi bilen ve bildiği kadarıyla yaşamaya çalışan, gayretinin emareleri gözlerinden okunan sevimli ve sıcak bir karakter. Ancak dini bu kadar iyi bilirken namaz kılarken nasıl secde edileceğini bilemiyor oluşu bir handikap.

Sahne çok hızlı ve bir defa görebildiğim ancak görür görmez ben de yanlış olduğu izlenimi oluşturan kısa bir andan oluşuyor. Hemen ardından zaten FBI polisleri Hacı’yı yakalıyor. Belki de gözlerim yanılmıştır!

#

FBI/Interpol Hacı Gümüş’ü yakalıyor. Azılı terörist olarak bilinen Hacı Gümüş’ün Türkiye’ye götürülmesi için havaalanına nakli kıytırık bir minibüs ve onu takip eden bir otomobil ile mi olur? Bir diğer mantıki saçmalık da iki Türk Polisinin minibüsün arka bölümünde olmasına karşılık yanlarında resmi görevli başka bir FBI ajanı vb yok. Öndeki iki saftorik ise bangır bangır müzik dinliyor. FBI ciddiyetine halel getiren bir nakil öyküsü!

#

İki Türk polisi Acar ve Fırat New York’ta kendi başlarına iş yapmaya kalkıyorlar. Tam anlamıyla saçmalık. Hiçbir yetkileri yokken orada silahlarıyla rahatça dolaşabiliyorlar, haydi onu da geçtik resmen diplomatik kriz yaratabilecek derecede vahim hata yapıyorlar. Acemi polislerin yapmayacağı bu hatayı bu iki deneyimli polisimiz nasıl yapıyor? Bence mantık hatalarından en vahim olanı bu.

İşte bu iki acar polisimizin kendi başlarına gidip Hacı Gümüş’ün dükkanında çalışan adamı (kaçırılan Hacı’nın nerede olduğunu öğrenmek için) yakalamaları ve işkence ile Hacı’nın yerini öğrenmeye çalışmaları ise tam evlere şenlik. Her horoz kendi çöplüğünde öterken bizimkiler maşallah New York’ta da ötmeye çalıştılar. Gerçi o adam da onları New York’un yer altı dünyasından karakterlerle tanıştırıverdi :) Onlar da az kalsın kahramanlarımızı öldürecekti. İyi bir Müslüman olan Hacı Gümüş’ün o serserilerle nasıl bir bağı vardı, böyle bir bağa gerek var mıydı?

Bu arada kaçırılan Hacı Gümüş’ü her yerde arayan FBI’ın sevimli ve komik dedektifi David Becker’in her önüne gelene kartvizitini dağıtması ise bana komik geldi (Bence filmin en komik sahneleri bunlardı). Adam neredeyse bütün film boyunca sadece kartvizit dağıttı. Tamam usta oyuncudur ama bu sahnelere ilkin kendisinin itiraz etmesi gerekirdi. “Yahu koskoca dedektif sadece kartvizit mi dağıtacak?” diye.

Aynı David Becker’ın namaz kılan Müslümanları camide basarak (güya) onlara Hacı’yı sorması sonra da sanki bayram ziyaretine gelmiş gibi kartviziti verip gitmesi saçma kere saçma.

#

Avukatın bürosundan Hacı Gümüş’ü kaçırmaya çalıştıkları sahne tam acemi işi. İki kahraman polisimiz her ne hikmetse bu defa Hacı’yı FBI’dan kaçırmaya çalışıyor. Üstelik dama çıkarak. Acar polis damda sağa sola koşuşturuyor. Belli ki atlayacak bir yer var mı diye bakınıyor. Hollywood filmlerinde gördüğümüz damlarda kovalamaca sahnelerinden etkilenmiş demek ki. Damdan dama atlayacak yer yok, zaten atlayacak adam da yok. FBI kıskıvrak orada kahramanlarımızı sıkıştırıyor, Fırat polis de Hacı’yı yakalamış rolü yapıyor. Burada cevval ve sevimli dedektif David Becker kahramanlarımızı “iyi iş çıkardınız” diye tebrik ediyor. Oysa onların yaptığı Amerikan yasalarına aykırı değil mi?

#

Hacı Gümüş’ün sorgusu yapılırken gerçek Deccal yakalanıyor ancak filmin önemli karakterlerinden biri sayılan Deccal’in (en azından Hacı Gümüş’ün itham edilmesinden dolayı) nasıl yakalandığını bilmiyoruz. Hiç olmazsa operasyon gösterilebilir, filmin kahramanlık dozu yükseltilmiş olurdu.

Deccal nezarette Hacı Gümüş’ün anlattıklarıyla sus pus oluveriyor. Az önce azılı terörist olan ve cihat diye bağıran Deccal, Hacı’nın munisliğine tav oluyor. Komiser’in nezarete gelip Deccal’e bağırıp çağırması ve Hacı’dan da orada özür dilemesi garip. Adamı hala nezarette tutuyorlar, ve azılı terörist diye niteledikleri halde öyle ahım şahım bir koruma ordusu göremedik.

Fırat (Mahsun Kırmızıgül) yıllarca babasının katili olarak aradığı ve sırf bu uğurda resmi makamları da yanıltarak kırmızı bültenlere sokmayı başardığı ve ardından yakalattığı Hacı Gümüş’ün sorgusunu yaparken Hacı’nın anlattığı bir olayla hemen onun suçsuz olduğuna ikna olması da mantığımıza sığmadı.

Halbuki Fırat babasının katili olarak gördüğü Hacı’yı bulmaya ant içmiş ve töresini mesleğine bulaştırarak her suçluya işkence ile Hacı’nın adını söyletmeye çalışmıştı. (Oysa tarikat içerisine girerek Müslümanlığı ve Kuranı da -ezberden okuyacak kadar- öğrenmiş, buna rağmen hem işkence yöntemine başvuruyor hem de yakaladığı her suçluya Hacı Gümüş’ün adını yalan da olsa söyletmeye çalışıyor). Şimdi ise bir anda fikrini değiştiriyor.

Aynı zamanda burada dikkatimizi çeken bir diğer mantıksal gariplik Fırat’ın hiç delile dayanmadan Hacı Gümüş’ü Deccal olmakla itham etmesi. Emniyet amirliği de her nasılsa Fırat’ın dosyasından bu töre cinayeti ile ilgili şeyler buluyorlar. O ana kadar nasıl oldu da o dosyalar gözden kaçtı? Elde hiçbir delil yokken sadece Fırat’ın söylemesi ile mi Kırmızı Bültenle aranacak suçlu durumuna düşürdüler?

Acar (Mustafa Sandal) ise daha da garip. O daha Newyork’ta Hacı’nın suçsuzluğuna inandı. Görevi FBI’dan teslim alarak Hacı’yı Türkiye’ye getirmek olan polisimiz aynı zamanda avukatlık ve hakimlik yaparak Hacı Gümüş’ün masum olduğunu ortağı Fırat’a inandırmaya çalışıyor.

#

Filmin saçma, komik ve gereksiz sahneleri kadar çok güzel sahneleri de vardı elbet. Görsellik harikulade. New York, İstanbul ve Bitlis manzaraları çok iyi seçilmiş. Zikir ayinleri etkileyici verilmiş. Klise de nikah töreni de etkileyici. Ayasofya’da dua manzarası ise film içinde beğendiğim en iyi iki sahneden birisiydi. Diğeri de zaten filmin son sahnesi idi. Burada hemen bir eleştiri daha geliyor. Hacı Gümüş yıllardır annesine bir haber ulaştıramamış. Ya da ulaştırmamış. Ulaştırmadıysa hayırsız evlat kategorisine girer. Eğer ulaştıramadıysa bu da ironik kaçar. Çünkü Amerika’da yaşayabilecek imkanlara sahipken annesine “merak etme anacım, yaşıyorum” mesajı ulaştırmak zor olmasa gerek.

Aynı sahnenin baş tarafında annesine otel sorması gereksiz bir fazlalık. Ama en iyi sahne dediğim sahne son sahne. Bir yanda Hacı öte yanda Fırat’ın dedesi vurulmuş yerde yatıyor. Kader mahkumu Fırat Hacı’nın başında. Haksız yere vurulan Hacı’nın yanında. Adalet son saniyede de olsa yerini buluyor (mu?). sahne hem duygusallık hem de kurgu açısından iyi. Ancak bundan önce duygusal hava verilmeye çalışılan sahneler biraz zorlama duruyordu.

##

Filmin problemi bir çok konunun film içinde hem de mesajlarla bezenerek işlenmeye çalışılmasından kaynaklanıyor. Hem Hollywood tarzı aksiyon sahneleri yapacaksınız; hem Müslümanlık ile İslami Terör farkını vurgulamaya çalışacaksınız; hem töre cinayetlerinin saçmalığına değinerek ülkemizin Avrupa Birliği yolunda polislik yöntemleri hakkında ilerlemeler kaydettiği mesajını geçeceksiniz; hem İslam’ın gülen yüzünün ve hoşgörüsünün inceliğine dikkatleri çekecek hem de Amerika’nın önyargılarının kırılmasının ne kadar güç olduğundan dem vuracaksınız…

Beş benzemezi bir araya getirmeye çalışmak çok zor ve beklentileri yükselten bir ideal. Bunun için uzun bir zaman dilimi ve dünya kadar bütçe olması lazım. Tabi o kadar konuyu bir arada ve ustalıkla işlediğinizde ortaya çıkacak filmin uzunluğu da 3-4 saatten aşağı olamaz. Onu da hangi babayiğit izleyecek?

Tabi bütün bu eleştiriler bir yana filmin sansasyonel olması (iyi reklam), Kurban Bayramı tatiline denk gelmesi nedeniyle seyirci patlaması yaşaması yapımcıların yüzünü güldüren bir şey olmuştur.

<ı>Sevgi, hürmet ve muhabbetle..

Murat HACIOĞLU

www.murathacioglu.com

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..