Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Beyhan BiÇKİN KOZANOGLU

http://blog.milliyet.com.tr/turk35

30 Ağustos '06

 
Kategori
Eğitim
 

Neyi severiz?

Farkında mısınız bilmem, bizim insanımız her konuda fikir belirtmeyi sever ama eleştiriye hiç alışık değildir, hemen savunmaya girer dinlemeden. Üstelik eleştiri negatif olmak zorunda da değildir. Bazen eleştirinin içinde yapıcılık, öğreticilik vardır. Ama bunu anlama noktası o kadar incedir ki, çoğu zaman biz bu ince noktayı kaçırır hemen savunmaya gireriz.

Ve biz bu fikir belirtme işini her alanda yaparız. Bilgimiz olsun olmasın kulakta bir şeyler varsa yeterlidir konuşmak için. Bu konular sınırlı degildir eğitim, sağlık, yönetim... her konu var yani. 'Ne var bunda' diyenler mutlaka olacak. Hemen açıklamasını bazı örneklerle getireyim. Bakalım benimle aynı fikri paylaşanlar olacak mı?

Örnek 1- Komşuda otururken hele bir yerinizden şikayetçi olun bakın ne kadar cok fikir üreyecek şikayetiniz üzerine. Hiç kimse sizin bu üretilen fikirlerden nasıl etkileneceğinizi düşünmez. Ya 'amann benimde öyle, amaann bi şey olmaz, ayy sorma bizim bir tanıdık vardı' diye başlayan cümleler kurulur ya da herkes bir ilaç tavsiye eder, ilacı yanında olan hemen çıkartıp hemen elinize bir tane verir. Siz ne olduğunu anlamadan hapı yutmuşsunuz bile. Yan etkisi, sizin alerji durumunuz burada pek etken değil. Eğer biri çıkar bunun yanlış olduğunu söylemeye kalkarsa esas kıyamet o zaman kopar işte. Hemen savunma başlar, ' kimleri iyi ettim ben, ne olacak bir taneden bak nasıl faydasını görecek' gibi. İlacı veren değil,'aman yapmayın bu yaptığınız yanlış' diyen suçlu olmuştur. Herkes ona cok bilmiş gözü ile bakar tafralar takınır çünkü yanlışı düzeltmek hele hele bunu herkesin içinde yapmak ona düşmezdi.

Bana göre en kötüsü dile getirilen rahatsızlığın ciddiye alınmaması ya da başka kişilerin rahatsızlıkları ile değerlendirilmesi. Hele hele çağımızın rahatsızlığı depresyondan bahsediyorsak bence 2 düşünüp 1 konuşmalı derim. Çünkü bu o kadar hassas bir konu ki bu, depresyondaki kişinin dengesi ipek ipliğe bağlı desek yanlış olmaz sanırım. Söylenen en destekleyici sözler bile ' beni kimse anlamıyor' çığlığına dönüşebilir kolaylıkla. ' ben bunu yaptım, bir elin yağda bir elin balda daha ne istiyorsun' gibi yaklaşımlardan çok, ' senı çok iyi anlıyorum, istersen gel şöyle yapalım gibi öğretici değil ama destekleyici sözler her zaman açık kapı bulacaktır kendisine. Demiştim ya ne vurdum duymaz olmalı ne abartmalı diye, ikisinin ortasını bulmak ne yazık ki çok zor. Çünkü sorununu dile getiren kişi bunu sadece söylemiş olmak için değil kendi çapında bir çıkış yolu bulamadığı için dile getirir sorununu çoğu zaman. Bu çıkmazı önemsemeyerek yada abartarak yardımcı olunmaz ki. ' ben şöyle yapmıstım ben bunu denedim'ler elbette güzel ama herkes aynı şeyi yapamaz ki.

Örnek 2- ' bugünlerde hiç iyi değilim, daralıyorum, sürekli uyuyorum, her şeye ağlıyorum..' gibi bir cümle mi kurdunuz? İşte bombardımandan bir kaç cümle' iyi valla sen de böyle dersen biz ölelim artık, Ne o kız, bir elin yağda bir elin balda daha ne istiyorsun, ben...... diye devam eder ve kendi dertleri gelir birden ön plana, ' siz derdinizi söylediğinize bin pişman beklersiniz, içiniz daraldıkça daralır ama ne fayda. Yine biri çıkar arkadaşlar yanlış yapıyorsunuz derse vay haline. ' e yalan mı .. ' ile başlayan ama depresyondaki arkadaşın işine yaramayan bir çok cümle girer araya. Derdinizi paylaşmak istediğinize mi yanarsınız, anlaşılamadığınıza mı yoksa suçlu duruma düştüğünüze mi bu size kalmıştır artık.

Ve en zor olan kısım, çocuk bakımı ve bu konuyla ilgili eleştirme çabasıdır. Çabasıdır diyorum çünkü hemen hiç kimse bu konuda eleştirilmeye dayanamaz. Ya ' ben kaç çocuk büyüttüm senin haberin var mı? diye gelir savunma ya da ' herkes kendı çocuğunu eğitsin' diye. Arakanızdan söylenen cümleler ise hemen hemen aynıdır' ukala iyi ki eğitimini almış, kendini beğenmiş şey ne varmış yaptığımda' gibi.

Son örnek ise doğru sanılan yanlışlar. Bu yanlışlar bebeklikten başlar ta çocuk ' aaaa yeter artık be' diyene kadar sürer.

Aklıma gelen en çok sinir olduklarımı yazmak istedim.

- Elleme cıs o ( burada cıs her anlamdadır. Tv ye elleyen, çiçeğe elleyen, sıcak çaya elleyen ya da sehpada duran her hangi bir şeye elleyen çocuğa da söylendiği için ülkemiz erken yaşta vücudunda yanık oluşan çocuklar konusunda en üst sıradadır. )

-Hele bir yeme o yemeği bak polise, doktora, dişçiye.... nasıl götürücem seni (sonra çocuklarımız dişçiden korkar, polisten nefret eder, doktorda ağlar. Sorarsanız aile buna asla anlam veremez)

-Yardım edeyim mi anne? Bırak bırak sen beceremezsin (sonra çocuklarımız neden kendi işini kendi yapamaz diye dert yanan anneler oluşur)

-Canı yanan ağlayan çocuğa hadi hadi ağlayacak bir şey yok demek (sonra empati yoksunu yetişen bir nesil neden diye düşünen bir toplum canı acımasa ağlar mı hiç, kaldı ki başka söz mü yok ağlamasını durdurmak için)

-Oyuncak isteyen çocuğu duymamazlıktan gelip marketlerde ağlatanlar (neden çocuğu karşınıza alıp, ne yazık ki her istediğimizi alma lüksümüzün olmadığını ama belki doğum gününde alabileceğinizi anlatmazsınız ki)

-Soru soran çocuğa 'sen sorasın diye' cevap verenler (yorum yok diyorum çünkü bunu yapana laf bile söylemeye değmez)

-Erkekler ağlamaz (neden erkeklerin duyguları alınmış mı? gözyaşı bezleri yok mu?)

-Sen erkeksin bebekle oynanmaz (neden, babalar bebekleriyle oynaşmıyor mu? baba olma duygusu bu yüzden gecikmeli gelişiyor bizde)

Hayallah ne kadar çok şey varmış yazacak. Gerisini size bırakıyorum mutlaka sizde de var bu örneklerden.

Ve diyorum ki size nasıl davranılmasını istiyorsanız, çocuklarınıza öyle davranın. Neden genelle başlayıp konuyu çocuğa bağladığıma gelince biliyorsunuz onlar geleceğin büyükleri, şimdi ekmeye başlayalım ki gelecekte biçme hakkımız doğsun.

 
Toplam blog
: 124
: 1137
Kayıt tarihi
: 24.08.06
 
 

Danimarkada yaşayan bir İzmir'liyim. Hiç de sanıldığı gibi yurtdışında olduğum için milliyetçi değil..