Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '15

     
    Kategori
    Türkiye Ekonomisi
     

    Neymiş bu Ekonomik Kriz ?

    Neymiş bu Ekonomik Kriz ?
     

    Uzun süredir bir söylentidir gidiyor; "Ekonomi şişti... Kriz kapıda..." Peki nedir bu kriz ? Nasıl olur ? Ne yer, ne içer ?

    Kuşkusuz televizyonlarda, gazetelerde 24 saat bu soruları cevaplayan takım elbiseli ve sıkıcı adamlardan da bilgi alabiliriz. Ama olayı bir de piyasa terminolojisinden arındırarak, tabir-i caizse sokaktaki adamın da anlayacağı türden anlatalım.

    Bilindiği üzere Türkiye Ekonomisi'ne son 13 yıldır aynı hükümet yön veriyor. Yani 13 yıldır ekonominin dümenindeki kaptan aynı. Ancak 13 yıl çok uzun bir süre. Kaldı ki bu zaman zarfında dünya bir Mortgage Krizi atlattı ki, bu kriz tüm ekonomik sistemlerde irili ufaklı bir takım değişikliklere neden oldu.

    Malum kriz bizleri her ne kadar bizi "teğet" geçse de dünyada değişen ekonomik parametrelere uyum sağlamak adına bir takım önlemler almak durumunda kaldık. Peki bu 13 yılda neler yapıldı ve bu noktaya gelindi ? Adım adım ilerleyelim...

    Öncelikle, son 13 yıl içerisinde dünya ekonomisinin geldiği noktada en büyük kırılma noktası Mortgage Krizi. Türkiye Ekonomisi de bu krizin etkilerini 2009 yılında hissetti. Bu nedenle 2009 öncesi ve 2009 sonrası ekonomi uygulamalarını ayrı ayrı ele almak gerekiyor. 

    2009 öncesi: 

    AKP 2002 yılında tek partili hükümet olarak meclise girdiğinde, o dönemki ekonomik sistemin en ciddi sorunları, ekonominin döviz kurlarındaki dalgalanmalara karşı çok kırılgan olması, IMF borçları başta olmak üzere dış borçlar ve ekonominin genel olarak enflasyonist bir yapıya sahip olmasıydı.

    O dönemde ülkeyi erken seçime götüren en önemli faktör ekonomik sorunlar olduğundan hükümetin bu ekonomik alanda hızlı tedbirler alması gerekiyordu. AKP hükümeti de böyle yaptı. Mevcut sorunlar karşısında genel olarak liberal bir politika izleyerek, en kestirme çözümü uyguladı.

    Öncelikle büyük çaplı özelleştirme paketleri hazırlandı. Böylece kısa yoldan IMF borçları başta olmak üzere tüm dış borçları kapatacak ciddi bir kamu fonu yaratıldı.

    İzlenen liberal politikalara paralel olarak, yerli ve yabancı yatırımcılar desteklendi. Böylece ekonomideki özel sermaye oranı arttı. Ayrıca yabancı sermayenin artışı ekonomideki döviz akışını da tetiklemiş oldu.

    Ancak hayatın her alanında olduğu gibi ekonomide de kestirme çözümler uzun vadede başka sorunlara neden olur. Örneğin;

    Yabancı yatırımcılar desteklenirken endüstriyel büyüme devlet eliyle teşvik edilmediğinden, yabancı endüstri ortaklıkları yerine genellikle ortadoğu menşeli sermaye yatırım ortaklıkları kuruldu. Bunun bir sonucu olarak, üretim yatırımları vaad edilen ölçüde artmazken, ülkeye giren sıcak Arap parası mevcut para dolaşımını hızlandırsa da beraberinde buram buram Ortadoğu kokan kültürel bir deformasyonu da beraberinde getirdi. Yani sizin anlayacağınız şimdilerde her AVM'de para saçarak dolaşan Arap türistlerin Türkiye'ye girişi o dönem itibariyle artmaya başladı.

    Özelleştirmeler sonrasında Türkiye’de yeni sermaye grupları oluştu. Aslında bu durum günümüz serbest piyasa ekonomileri için olumlu bir gelişme. Ancak ilgili sermaye grupları ne yazık ki politik birer kimlik kazandılar. Böylelikle günümüze kadar gelen “yandaş gruplar” tanımı ortaya çıkmış oldu.

    Son olarak liberal para politikaları doğası gereği devletin mevcut ekonomi üzerindeki hareket kabiliyeti azaldı. Tabi ki bu durumu tek başına olumsuz bir sonuç olarak ele almak doğru olmaz. Ancak Türkiye’de o dönemki mevcut piyasa yapısı henüz devlet müdahelasi olmaksızın işleyebilecek durumda değildi. Bu nedenle 2009 yılında Mortgage Krizi kapıyı çalınca hükümetin mevcut ekonomik uygulamalarını tekrar gözden geçirmesi gerekti.

    2009 sonrası: 

    2009 kriziyle birlikte Türkiye Ekonomisi'nde bazı yeni kararlar alınması şart oldu. Ancak öncelikle bir parantez açıp Türkiye ekonomisinin 2009 krizini nasıl "teğet" geçtiğinine dair bir ayrıntının altını çizmek gerekiyor. Hatırlanacağı üzere 2001 krizi sonrasında BDDK kurulmuş ve bankacılık alanında bazı düzenlemeler getirilmişti. Söz konusu düzenlemeler kapsamındaki en dikkat çekici uygulama ise zorunlu rezerv oranlarının yükseltilmesi olmuştu ki 2009 yılı itibariyle Türkiye, zorunlu rezerv oranları en yüksek olan ülkelerden biriydi.

    Yani özetle 2009 yılı öncesinde yaşanan krizlerin kazandırdığı tecrübeler, ekonominin en önemli piyonları olan bankaları ekonomik krizlere dirençli hale getirdi. Böylece 2009 krizinde bankalar kredi akışını kısmen devam ettirebildi. Kaldı ki 2009 yılı itibariyle mortgage sistemi Türkiye Ekonomisi için hala çok yeni bir kavramdı. Bu nedenle yurtdışındaki emsallerinin aksine emlak fiyatlarında batak kredilerden kaynaklanan önemli bir düşüş yaşanmadı.

    Peki 2009 krizi ve sonrasında mevcut hükümet nasıl bir ekonomi politikası izledi ve sonuçları neler oldu ?

    Mikro anlamda "alın verin ekonomiye can verin" denilerek tüketici talebinin arttırılması hedeflendi, böylelikle piyasadaki nakit döngüsü devam ettirilmeye çalışıldı.

    Yine tüketici taleplerini arttırmak için belirli ürün gruplarında vergi indirimleri yapıldı. Ancak kamu fonu yaratabilecek diğer devlet yatırımları 2009 öncesinde özelleştirildiğinden mevcut ekonomi için vergi gelirleri en önemli kamu fonu kaynağıydı. Bu nedenle bu uygulama kısa sürdü.

    Peki bu olan bitenin sonunda ne oldu ?

    Yukarıdaki önlemler ekonominin çarklarını döndürmeye yetecek makro çaplı tedbirler olmadığından, 2010 yılının sonlarına doğru, o döneme kadar liberal para politiları izleyen hükümet, reel sektöre ve merkez bankasına gayri resmi müdahelelerde bulunmaya başladı. Söz konusu müdaheleler kapsamında;

    Farklı alt yükleniciler ve tedarikçileri peşinde sürükeyen bir sektör olduğundan inşaat alanında özel ve toki yatırımları desteklendi. Emlak sektöründeki yatırımlara dair öncülük yapan gruplar ise 2009 öncesinde yaratılan sermaye grupları oldu. Böylece devlet direk olarak olmasa da endirek olarak serbest piyasaya müdahele etti.

    Kamu yatırımlarını arttırdı. Aslında söz konusu uygulama 1929 yılındaki büyük buhran zamanında Keynes tarafından ortaya atılan ekonomik çözümlerden biridir ve temelinde devlet eli ile harcamaların arttırılarak suni bir para akışı yaratmaktır. Duble yollar, 3. Boğaz Köprüsü, 3. Hava Limanı ve o dönemde ortaya atılan fakat şimdilerde pek dillendirilmeyen Çılgın Proje (2. İstanbul Boğazı) o dönemde şekillendirilen projeler… Tabi ki bu projeler büyük çaplı bir kamu fonu gerektirmekte. Bu nedenle elektrik, su, doğalgaz gibi kamu hizmetleri ve vergiler o dönemde arttırılmaya başlandı.

    Yukarıdaki uygulamalar sonrasında yaratılan arza, talep yaratmak amacıyla Başbakan ve Merkez Bankası arasındaki faiz düşürme kavgası da böylece başlamış oldu.

    Peki bu olan bitenin sonunda ne oldu ?

    Sonuç ve kriz senaryosu:

    13 yıllık ekonomi politikasının artıları ve eksileri göz önünde bulundurulduğunda, kimilerine göre “kötümser” kimilerine göre de “ihtiyatlı” senaryolar bizi aşağıdaki ekonomik krize çıkarıyor.

    Öncelikle, son yıllarda harcamalar sürekli olarak borçlanmayla finanse edildiğinden nakit akışı yerini fiktif bir borçlanma döngüsüne bıraktı. Yani sokaktaki adamın anlayacağı şekilde anlatmak gerekirse, artık kimse sıcak parayı göremiyor. Onun yerine çekler-senetler ciro edilyor, borçlar banka kredileriyle döndürülüyor. Vadeler uzatılıyor, faiz giderleri artıyor. İşte bu veriler doğrultusunda, son 13 yıllın ekonomi politikası da göz önünde bulundurulduğunda, kimilerine göre “kötümser” kimilerine göre de “ihtiyatlı” senaryolar bizi bir ekonomik krize çıkarıyor.

    Bunun yanı sıra söz konusu ekonomi uygulamalarının sosyal hayata dair bir takım yansımalarını da göz ardı etmemek lazım. Özellikle yatırımların belirli şehirlerde toplanması, Türkiye'nin sosyo kültürel dengesini bozduğu artık yadsınamaz bir gerçek. Metropoller daha da kalabalıklaştı ve buna paralel olarak yaşam kalitesi düştü. Diğer taraftan özellikle Doğu ve Güney Doğu'da ise nüfus yoğunluğu batıya göçler nedeniyle bir hayli azaldı. Bunun sonucunda artık bu bölgelerde azınlıklar dominant bir kültür haline geldi.

    Nüfusu artık bilmem kaç milyon olan İstanbul'da trafik problemini çözeceği varsayılan 3. boğaz köprüsünü inşaa eden taşeron firmalar, iflas erteleme istedi. Benzer durumlar emlak piyasasında da gözlemleniyor. Bir yandan da ülkedeki seçim gerginliğinin yarattığı siyasi belirsizlik, yabancı yatırımcılar şu anda tedirgin etmekte. TMSF'nin elindeki Digiturk'ün alel acele Katar menşeli bir yatırım sermayesi grubuna satılması, "para lazım paraaaa !" çığlığının en elle tutulur örneklerinden.

    Bütün bunları takiben, emlak piyasasında para akışının kilitlenmesi emlak fiyatlarının düşmesine; emlak fiyatlarının düşmesi ise kredilerin, düşen emlak fiyatlarıyla birlikte devredilmesi veya ödenememesine neden olabilir. Bundan sonrası ise Mortgage Krizinin aynısı... Tabi ki bu senaryo bir çok siyasi parametreye bağlı, ancak mevcut durum teğet geçtiği söylenen Mortgage Krizi’nin aslında iç ve dış borçlanmalar vasıtasıyla şişirilen emlak piyasası ile sadece ötelenebildiği; emlak piyasasındaki büyümenin yavaş yavaş durmasıyla birlikte tekrar kapıyı çalabileceği ihtimalini de barındırıyor.…

     
    Toplam blog
    : 1
    : 403
    Kayıt tarihi
    : 09.06.10
     
     

    Vakt-i zamanında ne batı ne de doğu olabilen bir ülkenin, bir yandan annemin çeyiz sandığı gibi e..