Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Haziran '10

 
Kategori
Anılar
 

Nif/Elektrikler Kesik

Bu gece elektrikler yok. Yıllar öncesini düşündüm. Yaz aylarında bağa giderdik. Elektrik yoktu bağda. O yeni aşık olduğumuz televizyon yoktu. Ama bir dolu yeni koku, yeni tad vardı.

Bağa giderdik yazın. Yaz gecelerin hatırlıyorum, o yıldızlı geceleri; sarımsı renkli ayı, cırcır böceklerinin bitmek bilmeyen seslerini, ağaçların şaşırtıcı gölgelerini, sergi yerinde (üzümler kurutulsun diye hazırlanan upuzun dümdüz bir yerdi, bağın hemen yanıbaşında) bağın o eşsiz dinginliğini, toprağın serinliğini, gaz lambasının önünde uzayan gölgeleri, yaprak, akşam sefası, toprak kokusunu. Pilli radyoda dinlediğimiz Bir Roman, Bir Hikaye'deki o güzel sesli adamı. İhtiyar Balıkçı ve Deniz'i okuyordu. Uzakta Spil Dağı görünürdü, dağa doğru tırmanan bir arabanın lambasını görürdük bazen, dünyanın en ilginç olayıymış gibi. Kocaman bir ovanın ortasında.

Sıkılırdıkda mutlaka. Arada bir şehre gitmek ilginç olurdu. Zamanın uzun olduğu, yavaş aktığı zamanlardı.

Yanımızda bir nehir vardı; Nif... Ne güzel bir ismi vardı. Mutlaka bir kadındı Nif; kafası karışık, çamurlu. Bazen şaşırtırdı bizi. Pırıl pırıl balıklar yavrulardı; küçük kargı oltalara takılan. Kenarlarında fenerler yetişirdi.

Babamın baba olduğu yıllardı, hayaliydi bu bağ... Gerçekleştirmişti işte.

Bir su tulumbası vardı, hemen yanında naneler ekiliydi. Çünkü naneler çok su severdi. Ellerimiz patlardı ektiğimiz patlıcanları sularken.

Bir de incir ağacı vardı, tulumbanın yanında. İnciri çok olsun, nazar değmesin diye bir nazarlığı vardı; kuru erkek incirlerden yapılan tespih şeklinde . Her yıl dalına bu nazarlık asılırdı.

Çiçeklere, özellikle ortancalara da nazarlık takılırdı, çok komik bir nazarlıktı bu, rafadan pişmiş yumurtanın içi yenir, kabuğu da çiçeklerin dibine batırılan bir kargının ucuna takılırdı.

Nedense herşeye nazar değerdi o yıllarda. Babaanne sürekli okurdu bizi: "Ah yavrularıma nazar değmiş" diye.

Yıllar sonra işime yaradı bu; hemşire olunca. Bir hastam "Abla bana görünüyorlar, beni oku" deyince ona elhamı okuttum ve ona da tekrarlattım. Etik olarakta sanırım yanlış değildi, böylesi gerekliydi.

Babaannemin kurşun dökme törenini de hatırlıyorum. Tarifi şöyle: Bir alüminyum tencereye su konur, içine bir tutam yuz, bir parça ekmek, bir topluiğne, bir yeşil yaprak atılır. Kişinin başının üstüne bir tülbent örtülür, bir kepçede eritilen_piknik tüpte eriyecek!_ kurşun kişinin başının üstünde tutulan tencerenin içine coslatarak dökülür, üç kulhüvallahi bir elham yada ne biliyorsanız okunur, sonra kurşunu elinize alır, ne görürseniz yorumlarsınız;ah o kurşunda ne yüreğe batan iğneler, ne kalp çürümeleri görülür bilemezsiniz.

Sonrası da var, bu sudan bir kaşık kurşun dökülene içirilir, birazda elinizi batırıp yüzüne ve çevreye serpersiniz. Sonrası küçük kızın görevidir. Zor bir görev. Evin yakınındaki dörtyol ağzına bu su dökülüp gelinecek. Kural şudur" aman, sakın ha arkana bakmayasın"

Sanki dağılan nazarlar bakarsa geri gelecektir.

Kız çocuğu bakmamak için direnir, çoğunlukla koşarak geri gelir.

İşte ritüel tamam. Artık rahatça siz de yapabilirsiniz.

 
Toplam blog
: 25
: 541
Kayıt tarihi
: 10.06.07
 
 

15-20 yıldır ajandası olan, bazen gri hücrelerden bu ajandaya düşen yazıları fazlaca önemseyen bir h..