- Kategori
- Öykü
Nifak...11
Kemal ne yapacağını bilememektedir.
Kemal gözyaşlarını silerken bir yandan da için için kendisini suçluyordu. Metin olması gerekirken buna muvaffak olamamıştı. Murat'ın ruhunun muhazep olacağını düşündü. ”Sağ olsaydı beni ayıplardı "dedi. Onun için ahlamak değil, onun bıraktığı yerden dâvayı devam ettirmek, Türk milliyetçiliğini layık olduğu yere yükseltmek, Türk milletini mutluluğa ve refaha kavuşturmak, kısacası Türk'ü her alanda başarıya ulaştırmak gerekliydi. Ağlamak olsa olsa zayıf mizaçlı, aşırı heyecanlı kimselerin bir savunma silahı olabilirdi. Kendisinden emin, idealine bağlı, hiç bir şeyden korkmayan, kararlı, azimli, bilgili bir Türk Ülkücüsü olaylar karşısında soğukkanlılığını muhafaza edip meseleleri derinliğine görebilmeliydi. Acz içinde olmak, zayıf bir insan görünümü yansıtmak, olaylar karşısında asabiyet tezahürleri göstermek ülkücünün vasıflarından değildi.
Evet, bunun böyle olduğuna Kemal de inanıyordu, ama sadece inanmak yetmiyordu, bir de işin gerçekçi, objektif yanı sıra subjektif yanı da vardı ki bu tamamıyla insanın duygularını ilgilendiriyordu. Kemal'in kaybettiği varlık sadece bir değer değil, aynı zamanda yakın ve candan bir dostluktu da. Bunu tekrar elde etmesinin imkanı var mıydı? Murat gibi bir arkadaşı, bir dostu bir daha nerede ve nasıl bulacaktı? Murat, şahsına mahsus özelliklerle donatılmış bir semboldü. İnsandı o da ama ondaki özellikler insan ötesi bir şahsiyet izlenimi yaratıyordu. O herkesten değişikti, o herkesten başkaydı. Bunda çektiği acıların etkisi çok büyük olmalıydı. Kemal, acıların olgunlaştırdığı bu şahsiyette, bir kere olsun çocukça bir davranışa, insanca bir zaafa rastlamamıştı. Çocukken bile yetişkin bir insan gibi hareket etmiş, davranışlarını kontrol etmişti. Konuşurken hayatın sırrını anlamış arif bir insan intibaı yaratıyordu.
Kemal, kendisine acaba Murat'ın hayattan tam anlamıyla bir tat alarak yaşayıp yaşamadığını sordu. Bu soruya bir cevap bulamadı. Meraklı ve soran gözlerle yatılı okul imtihanlarından sonraki günlerde kendisinden okul hayatını anlatışını nasıl dinlediğini hatırladı, heyecanla konuşmaları kestiği de oluyor, her hocanın adını soyadını kendisini hiç ilgilendirmediği halde soruyor, arkadaşlarının olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Okuma istek ve arzusuyla doluydu ve bu istek onu seçkin yapan, onu başarıya götüren en önemli faktördü.
Kemal, Murat'ın anasını ve babasını ilk defa olarak hatırladı. Onları şimdiye kadar niçin hiç düşünmediği için kendisine kızdı. Onları yalnız bırakmamalıydı ve yanlarına gitmeliydi. Fakat çekiniyordu onlarla konuşmaktan ve karşılaşmaktan. Oysa şu anda yanlarında bulunmak ve onlara destek olmak lazımdı, ama ya "Hüseyin emmim bana, her zaman Murat'la birlikte gelirdin, şimdi niye yalnızsın Kemal!" derse diye korkuyordu. Bu takdirde ne diyecekti, ne yapacaktı? Ya Hatça teyze.. O da ne zaman Kemal'i Murat'la birlikte görse ikisini de muhakkak içeri çağırır, kendisi de doğru kümese koşar, elinde tazecik bir yumurtayla gelirdi. Beş dakika içinde o yumurtayı pişirip bir sahanın içine boşaltır ve en pişmiş ekmeklerden birisiyle birlikte ikisinin önlerine koyardı. Pişirdiği yumurtayı onlar yiyinceye kadar da başlarından ayrılmazdı. Kemal’e "Sen de muradım gibi sıskasın, ye birez!" derdi.
Bütün cesaretini topladı ve kalabalığın içine daldı. Müsaade isteyerek yürümeye başladı. Morg'un kapısına varıncaya kadar bir çok kişiye çarpmış, birçok kişinin ayaklarına basmıştı. Geldiğinde eliyle koymuş gibi ikisini de oracıkta buluvermişti. Hüseyin, ayakta bir eliyle kapıya dayanmış bir eliyle de belini tutuyordu. Gözleri yere doğru dalgın dalgın bakıyordu. Ağzında yarısı içilmiş bir sigara vardı. Dizleri hafif titriyordu. Hatça ise yere oturmuştu. İki eliyle yüzünü kapatmış ağlıyor mu düşünüyor mu hiç belli değildi ve öylece kıpırdamadan duruyordu.
Yanlarına iyice sokulduğu halde kendisini fark etmediler. Yavaş bir sesle:
-Hüseyin emmi... dedi.
Hüseyin duyduğu halde kıpırdamadı. Bunda bir kasıt yoktu, sadece etraftan gelen seslere karşı duyduğu kayıtsızlık yüzünden cevap vermemişti. Kemal tekrar fakat daha kuvvetli bir sesle:
-Hüseyin emmiii! diye çağırdı.
Hüseyin bu sefer sesin geldiği tarafa doğru başını çevirdi. Gözlerini Kemal'e doğru dikti. İşte o zaman Kemal o kıpkırmızı kan çanağı gibi gözler karşısında perişan oldu. Gözlerin içindeki korkunçluğa karşılık bakışlar yumuşaktı.
-Beni tanımadın mı emmi ?
-Heç tanımam mı, sen Kemal'sin, Kemal... dedi ve bütün vücudu titremeye başladı, gözlerini kapattı, elini şakaklarına götürdü, Kemal' e arkasını döndü. Hüseyin ağlıyordu. ...
-Başımız sağ olsun emmi...
-Sağ ol oğlum, sağ ol. Sizler sağ olun, bizden artık her şey geçti. Biz bundan böyle iflah olmayız.
-Öyle deme...
-Nasıl demem, nasıl demem!.. Nemiz kaldı geriye, koçlarımı kaybettikten sonra yaşasam n'olur yaşamasam n'olur? Aslanlarım yok gayrı... Yavuzum, Muradım yok gayrı... Onlarsız ne yaparız biz...
-Sabır gerek sabır...
-Öle, doğru dersin ama değil sabretmek bizde bir gün yaşayacak bile güç yok. Bir deel iki acı birden... İki acı…
-Allah her şeyin bir kolayını verir.
-Yavuzum vatanı uğruna şehit oldu, ya Murat?.. O niye öldü, onu kim öldürdü? Kime bir kötülüğü, zararı dokunmuştu da öldürdüler? Yavuz vatanı için çarpışırken düşman kurşunuylan şehit oldu, ya Murat, Murat niye öldü?
-O da Yavuz gibi şehit oldu emmi, Murat da vatanı için öldü. Vatanını bölmek isteyen iç düşmanlar tarafından şehit edildi. Ülküsü, dâvası, ideali, vatanı, milleti için canını verdi. O kutsal bir şehittir, Türk ülküsünün sayısız şehitlerinden birisidir o.
-Vatan için iki şehit birden ha, iki şehit birden... diye kendi kendine mırıldanmaya başladı Hüseyin. Kemal suskun ve çekingen bir şekilde bakıyordu ona doğru. Ne dese ne yapsa boştu, onun için beklemekten başka çare yoktu. Bir şeyler yapamamanın verdiği üzüntüyü yaşıyordu o anda.