Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Nihayet sordunuz değil mi?

Nihayet sordunuz değil mi?
 

Kayseri Halkevi, Leman Tomsu - Münevver Belen (1937)


Acaba bunu biz mi yarattık sorusu geldi… Nihayet.

Biraz kafa karışıklıklarının içerisinden çıkacak fikirlerim ama aslında fikir bile değil de bir ufacık yorum. Şirkette sekreterlikte otururken bir dergi ilişti gözüme. Mimarlar odasının bir yayını, özel sayı da diyebiliriz belki. “Cinsiyet ve Mimarlık”. Ve çaldım.

Önce sezarın hakkını sezara vereyim, dergi çok güzel bir kurguya sahip, aynı zamanda da işlediği konular gerçekten çarpıcı. Ben de uzun süredir takip edemediğim bazı toplumsal yargıları buldum yapraklarda. Fakat çelişki de hissetmedim değil. Herneyse, bunu anlatmayacağım şu anda. Gerçekten de beni “Evet ya” dediren makaleler var. Ilımlı bir yaklaşımla her şeyi patır patır konuşmuşlar, sitem de yok gibiydi neredeyse. Örneklere başlayacağım, biraz sabır. Osmanlı Devleti zamanından kalma mimarlık okullarından (Nefise-i Şahane) bahsedilmiş ve kadınlarımızın da eğitim aldığı okulların Cumhuriyet Tarihimizde nasıl olduğundan bahsedilmiş, uzun uzun. Gerçekten kadınların mimar olmasına, eğitim almalarını sevmişler ve anlaşılıyor ki, toplumumuz da bunu bekliyormuş. Sıkça bahsedilen Münevver Belen, henüz 1938 yılında Bursa Halkevi projesiyle birinci olmuş. Henüz demek uygun geldi, çünkü biz her nasıl cumhuriyetimizi de bir günde kurmadıysak, kadın mimarlarımızın yetişmesi aynı zamanda da kendilerini yetiştirmeleri zaman almış olabilir. Zaten bu tarihten sonra kopuş başlamış. Dedim ya herkesin hakkını vereceğim. Kadınlardaki estetik duygusunun herhangi bir erkekte bulunması mümkün değil. Leman Cevad Tomsu’dan da bahsetmeden geçmeyeceğim, kendisi Düzce Halkevi için Münevver hanım ile aynı ödülü kazanmış. İlk ve enleri toparlayan iki sanatçımız.

Gelelim diğer makalelere, mimarlık mevzunun ev ve kadın ilişkisine çevrildiği makaleler mevcut. Güzel bir yaklaşım ve ılımlı tavrıyla sade yazılar bunlar. Haklı da. Fakat cümlelerdeki “kadının ezildiği yer ev” rahatsızlık yaratıyor. Biz hep ne kadar ince ve güzel manalarda evlerimize “yuva” demeyi tercih ederiz aslında. “Yuvayı dişi kuş yapar” derken de aslında o içimizi ısıtan, huzur bulduğumuz yuvalarımızı emanet etmekten dolayı hissettiğimiz güveni vurgulamak isteriz. En azından benim bu deyişleri kullanırken ki düşüncem bu yönde.

İşte şimdi söyleyeceklerim beni de gerçekten yürekten yaraladı ve “amanın” der gibi dudaklarımı ısırttı. Erkeklerin hayatlarındaki iki toplumsal olarak “mühim” kabul edilen ritüel. Biri sünnet, diğeri ise askere, belki savaşa uğurlama seramonisi, “ayaklarımızı yerden kesen”. Hegamonik erkeğin üretimi başlığı altına sıkıştırılmış bir yazı silsilesi. Neden dudaklarımı ısırdım biliyor musunuz? Doğru be. Sen onca yıl gez, sünnet olunca erkek ol, askere gidince aslan kaplan haline gel. Reva mı bu şimdi? O zaman benim de aklıma şu soru gelmez mi? Ya sünnet olamasaydım? Biyolojik cinsiyetimi illa böyle iki ritüel ile mi tamamlayacağım? Yemin billah ki, hak verdim. Kadınlarda belki regl dönemi buna karşılık geliyor olabilir ama onlara hiçbir zaman öncesinde cinsiyetsizmiş gibi davranılmıyor. Gördün mü aslında nasıl ezilmişiz ya? Askere gidene kadar cinsiyetim sallanmış durmuş. Hegamonik erkek üretimi dediği şey artık bizi idare etmekten vazgeçen toplumun dışa vurumu. Hele bir askere gitsin gelsin de adam olur demeleri duydum galiba.

Yazı uzadıkça uzuyor, korkuyorum ki zihnim bulanacak diye. Hemen toparlayayım, kaçalım malum cumartesi. Kadınlarda bir çelişki var, hele ki büyük şehirlerde yaşayanlarda bunu daha çok görüyorum. Onları belki o kadar çok kısıtlamışız ki, şu anda özgürlüklerini kazandıklarının farkında bile değiller. Bir duralım hemen, sadece Türkiye’de değil, Avrupalı kadınlar da çok yaşadılar bunları, boşuna bize özgü sanmayın. İsveç’te kadınların cadı olup olmadığını anlamak için ne yaptıklarını anlatmak istemem. O yüzden sakın bakın kabul ettiniz durumuna gelmeyelim lütfen. Kadınlar kollarındaki o zincirler yer etmiş olmalı ki, hala takılılar hissi yerli yerinde duruyor. Aynı zamanda zincirlerden kurtulduklarını fark eden kadınlarda da bir boşa çıkma durumu oluşmuş. Yani hırs geçmemiş gibi. Özgürlük tanım olarak saldırıdan uzak, hoşgörü potasında yok olan bir his değil mi? Daha ne istiyorsunuz diye sormazlar mı size? Mimar bile oldunuz be, daha napalım? Her kadın bir içişleri bakanıdır demedik mi? Hükümet gibi kadın demedik mi? Zaten Durun bir dakika durun, biz vermedik zaten, siz emeğinizin karşılığını aldınız o ayrı. Galiba siz de biraz abartıyor muyuz diye bir sordunuz kendinize. Artık birlikte güzelce yaşasak, güzel binalar tasarlasanız, “yuva” kursanız ne olur ki sanki? Bence harika olur. Siz biraz daha düşünün de, pazar kahvaltısında sohbet ederiz.

 
Toplam blog
: 52
: 507
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

Yeni mezun bir maden mühendisiyim. Yükseklisans yapıyorum. Bunun yanında, kalkınma antropolojisi, ci..