Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '14

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Nisan farkındalık ayı

Nisan farkındalık ayı
 

Farklı olabilirim


Minibüse, otobüse biniyor, kalabalıksa kimse kimseye yer vermez. Ama o şanslıydı, beş yaşındaki oğlu çok dikkat çekiciydi. Albino sarısına yakın saçları dümdüz, başının tepesinden fışkırmış ipekten gür bir püskül gibi yüzünün etrafına yayılmakta. Alnına dökülen kahkülleri en ufak esintide narin tüyler gibi havalanıyor. Kuzeylilere özgü duru bembeyaz bir ten, porselen makyaj yapılmış gibi bir cildin üzerine koyu pembeden kırmızıya doğru renk almış gül yaprağı dudak şeklinde kondurulmuş. Yosun yeşili gözler. Kirpikleri ve kaşları saçlarına oranla biraz daha koyu sarı, kumral kirpikler göz kapaklarına ağır geliyormuş hissini uyandıracak yoğunlukta kaşlarına değmekte. Ağız burun itina ile şekillendirilmiş, en usta heykeltıraş tarafından. Tesadüfen bakan, gözünü alamıyor çocuğun suratından. İstem dışı dokunma isteği ile kimisi saçlarını okşuyor, kimisi tombiş yanağından bir makas alarak hemen yer veriyorlardı.

Yanına oturdukları diğer yolcunun ilk işi "adın ne senin?" sorusunu sormaktı. Çocuk, bu sorulara çok nadir cevap verirdi. Çünkü biliyordu, adını söylese de yolcu adını anlayamayacak diye susardı. Nasılsa adını annesi söylüyordu zaten. Yolcu ilgilenmekten vazgeçmezse: "A senin dilin yok mu? Yoksa sen adını bilmiyor musun? Kaç yaşındasın?" gibi soru cümleleri ile konuşmaya, konuşturmaya çalışırdı. Her soruda oğlan, suratını, kendisini annesinin göğsüne biraz daha gömer, alnı terlerdi sıkıntıdan. Çünkü o, yaşıtları gibi konuşamıyordu. Derdini anlatmaya çalışsa da onu kimsenin anlayamayacağının farkındaydı. Anlamak isteyen de ısrarla "ne? ne dedi?" diye üsteleyince annesi tercüman oluyordu. Oğlanın, annesinin göğsüne gömülmüş başına bakıp utandığını zannediyorlardı.

Oğlu cevap veremeyince sorulara, anne olarak cevap vermek zorunda olmaktan sıkılıyor, en çok da "kaç yaşında?" sorusu içini acıtıyordu. Suçluymuş da suçunu örtbas eder gibi çocuğunun yaşını küçültüp söylüyor, çocuğuna özürlü muamelesi yapmasınlar telaşına kapılıyordu. O yabancı gözlerdeki tuhaf acıma ifadesi ile karışık yabansı bakışlar öyle bir içini eziyordu ki...

Beş yaşına gelmiş bir çocuğun, sular seller gibi konuşması ve konuştuğunu diğer insanların anlaması şartmış, kesin kuralmış gibi: konuşamaması kabahat ya da kusurmuş gibi, daha da ötesi içlerinden "geri zekalı herhalde" diyeceklermiş gibi sıkıntılı, utanılası, ezik bir duruma düştüğünü hissediyordu sosyal çevrede. Oysa ki o, gerçekten özürlü çocuğu olan annelere göre çok farklı bir şansa sahipti; oğlu, özel yetenek kategorisine giren üstün zekalı çocuklardandı. Ama çevreyle bağ kurmuyordu. Hekimlerinin tanısına göre çevreyi reddediyordu. Tüm biyolojik ve fiziksel testleri sağlıklı çıkmasına, zeka testlerinde üstün performans göstermesine rağmen konuşmuyor ve kendini ifade etmiyordu. Yakın çevrede konuşuyordu fakat kendine has bir dil geliştirmişti. Bu dili en iyi bir tek annesi anlıyordu. Çıkarttığı taklit seslerle ve hareketlerle anlatımda çok başarılıydı ama bu durum garip karşılanıyordu elbette.

Çocuklar arasındaki çekişmelerde kendisini asla müdafaa etmiyordu. Uzak, mesafeli duruşu diğer çocukların annelerinin üzerinde tuhaf itici bir tesir bıraktığı kesindi. Her ne olduysa kabahat onun üzerine atılıyordu. Çevresel kriz gibi bir şey fakat oğlanla alakalı olmayan, diğer çocukların tepkisel dışlayıcı davranışlarına maruz kalınan bir durum denilebilirdi. Bu durumlarda, oğluyla arasında gelişmiş, onlara özel göz diliyle anlaşıyorlardı. Oğlunun soğukkanlı beden dilinin, içsel fırtınalarını örttüğünü çok iyi anlıyordu. Gayet sakin, tepkisiz gözlerinin içine bakıyorsa asla hiç bir şey yapmamıştır. Diğer çocuk tepine tepine, ağlaya zırlaya annesine şikayet ederken onu, büyük insan tavrıyla sükut içinde seyretmekteyse çocuğun neden öyle davrandığına anlam veremediğindendi. Gerçekten hata yaptıysa, suçluysa hemen annesinin yanına gelip kucağına oturmak isterdi.

Oğlunun, nerede, ne yaptığını görmese de güvenle iddia edebilirdi: "Hayır, o yapmamış, yapmadı" diye. Fakat savunmaya geçerse diğer çocuğun annesiyle tartışma ortamı oluşup kırıcı olacağından susmayı ve seyretmeyi tercih ediyordu oğluyla birlikte. Arkalarından "geri zekalı bu çocuk" dendiğinden o kadar emindi ki. Özürlü bile demeyip direk hakaret içeren "geri zekalı!" etiketini yapıştırdıklarını ve kendisi hakkında da "çocuğunun geri zekalı olduğunu kabul edemeyen zavallı kadın!" dediklerini çok iyi biliyordu. Umursamaz davranıyor, kimseye gitmiyor, kendini soyutlamaya, uzak durmaya çalışıyordu ama gene de herkes sanki çekim alanı varmış gibi evlerine geliyordu. Onların çocukları, her türlü zararı veriyorlardı, duvarları karalıyorlar, yetmedi eşyaların üzerine çıkıp tavana kadar boydan boya resimler çiziyorlardı. Sesi çıkmıyordu çünkü onun oğlu kalem tutmuyor, çizmiyor, resim yapmıyordu. Belki diğer çocukların davranışlarını taklit edebilir umudunu taşıyordu.

Çocuğu gerçekten çevresinde varsayıldığı gibi özürlü olsa ne fark ederdi? Hiç bir şey! Onların dediği gibi "geri zekalı" da olabilirdi. Bu evladını koruyup, gözetmemesi anlamına gelmezdi. Aksine daha çok sevip, daha çok ilgi göstermesi ve daha çok koruyucu davranması gerekirdi. Fakat ne enteresandır ki, farklılık teşkil eden çocuk annelerinin, çocuklarını savunma hakkı dahi olamıyordu. Çocuklar arasındaki muhalefette hep suçlanan, itilen taraf oluyorlardı. İnsanlar söz birliği etmişcesine, çok akıllı ve kusursuz gördükleri kendi çocuklarını koruma hakkına sahiplerdi de farklı olan çocuklar ve annelerinin bu hakkı olamazdı sanki..! Çünkü o çocuk değişik, farklı, hasta, deli, problemli, geri zekalı, sakat, özürlü her ne ise işte bu durumda olunca her türlü saldırganlığı yapabilir, başkalarına zarar verebilir kesin yargısı olmakla birlikte savunma, korunma hakkı da yoktu.

İnsanlar, kendilerinden farklı olan kişileri kabullenemiyorlar. Bulaşıcı hastalık taşıyanlar kabul ediliyor da zihinsel, beyinsel farklılıklar asla kabul görmüyor. Ne kadar acı..! Oysa zihinsel farklılık gösteren bireyler asla art niyet düşünme kapasitesine sahip değillerdir. Tepkilerini, hissettiklerini saklama yetileri olmadığından en dürüst ve saf insan karakteri onlara mahsustur. Kişisel becerilerini farklı alanlarda başarıyla gösterebilirler. Bu toplumda hayretle karşılanacak üstün başarılar da olabilir. Eğitilebilir çocukların yetenekleri üzerine çalışılırsa, o alanda müthiş başarılar elde edilebilir. Bunların sayısız örnekleri vardır.

Zeka aktivitesi alt grupta olanlara özel eğitim verilerek hayatlarını idame ettirebilecek seviyeye getirilebiliniyor da üst düzeyde olanların eğitim konusunda şansı çok fazla olamıyor ne yazık ki. Oysa onlar da farklı çocuklar. Diğer çocuklara nazaran daha fazla eğitime ihtiyaçları olduğu göz ardı edilemez. Çünkü onların zeka kapasitelerine yetecek kalitede eğitimciler  yetişmiyor, yetiştirilmiyor. Genel anlamda alt zeka grupları ön planda tutulmasına karşın üst seviyedeki çocuklar nasılsa bir şekilde yolunu bulurlar düşüncesi hakim. Son yıllarda yaygın olmamakla beraber yavaş yavaş üstün zekalı özel yetenek grubuna dahil olan çocuklara da bazı merkezlerde eğitim verilmeye başlandı. Büyük bir kaç ilde uygulanan bu eğitim hem yaygın değil hem de duyurulmadığından bilinmiyor. Bu tür çocukların tespiti de çok kolay değildir. Çok çalışkan, çok akıllı diye nitelendirilen çocuklar değil bunlar. Zekasını ortaya farklı bir şekilde çıkartan ve asla anlaşılamayan, başarısız, beceriksiz, yetersiz görünen çocuk dikkatli ebeveynlerin ve öğretmenlerin sayesinde keşfedilebilir. Çocuklarımızı fark edelim. Onların yetersiz olduğu alanlarda olumsuz düşüncelere kapılmak yerine, belki de kendilerini ifade etmeye çalıştıklarının farkında olalım. Farkında olmak bir çok eksikliğin, yetersizlik gibi görünenin ardında saklanan asıl gerçeğin perdesini aralar unutmayalım.

Herkesin çocuğu kendine kıymetli ve özeldir. Farklı çocukların da annelerinin kıymetlisi olduğunu asla göz ardı etmeyelim. Onların da toplumda yaşama hakkına sahip olduklarını kabullenip zaten sıkıntı çeken ailelere sosyal baskı uygulamaktan kaçınalım. Sizin çocuğunuz da farklı olarak dünyaya gelebilirdi; düşünün, empati kurun; ne yapardınız? Nasıl davranırdınız? Çevreden gelen davranışlar karşısında nasıl hissederdiniz?

Herkesi, farklı bireylerin ve ailelerinin çektikleri sıkıntıları FARKINDA OLMAYA DAVET EDİYORUM..!

Sevgi ve anlayış tüm sorunların çözümünü peşinden sürükler; anlayış, hoşgörü ve empati mutlu toplumların temelini atar yeter ki her insanın ve canlının yaşam hakkı olduğunun farkında olalım...


SEVGİYLE ELELE


Zeynep Ülker Sülün  

 
Toplam blog
: 19
: 268
Kayıt tarihi
: 31.03.14
 
 

1961 İstanbul Doğumlu. Üç çocuk annesi. Yazar. Yayınlanmış kitapları: POSTACI, Herdem Kitap A..