Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '07

 
Kategori
Blog
 

Niye yazıyorum ki ben?

Niye yazıyorum ki ben?
 

“Yazabilmek” kaygısı içimi ezmeye başladığında, kendimle bu oyunu oynuyorum hemen; “niye yazıyorum ki ben?” Bu iç bakıştan her zaman faydalanıyorum(kendimce bir kurnazlık işte); “Belki niye yazdığımı anlarsam, daha çok yazabilirim..”

Niye ile kalmıyor tabii sorular; ne yazıyorum, nerede, ne zaman, ne üzerine, niçin yazdım/yazıyorum.. Sorular öze, içeriğe, anlama yöneldiğinden anlamışsınızdır; biçimden çok "düşünce"yi kaygılıyorum.. Zaten yazmaktan çok düşünüyorum.. “Yazar” değil(yazı yazmayı iş edinmiş değilim çünkü) “yazan” olduğum gibi, “düşünür” değil ama “düşünen” olduğumu iyi biliyorum..

Yazdığım deneme mi, eleştiri mi, anlatı mı, bunu çok önemli bulmuyorum.. "Bir tarzım olsun" peşinde de değilim.. Daha çok tarz deneyip, onlardan değişik tatlar almayı seviyorum ama.. Belli bir kalıba bağlı kalmadan, düşüncelerimin akışını bozmadan, cümlelere yüklemeye çalışıyorum onları.. Zihnimin vanasını açıp, dökülen sözcükleri el çabukluğu ile derledikten sonra, ardı arkasına yetiştiriyorum.. Yine de asıl olan "düşünce" olduğu ve bunun daha iyi anlaşılabilmesi için düzeltmelerden, açıklamalardan(ki bazılarına gereksiz gelebilir), parantez içlerinden, geriye dönüşlerle yardım alıyorum.. Örnekler, betimlemeler, alıntılar, anekdotlar, hatta şiirler anlamı destekleyebilecekse kullanmaktan (hele bir de “cuk” oturduysa) büyük haz alıyorum.. Söz sanatlarından da haddimce faydalanmaya çalışıyorum arada..

Konuştuğum gibi yazmamalıyım zaten. Yazmak, konuşmaktan farklı ve her zaman onun önünde benim için. Önceden hazırlanmadıysak, konuşurken ağzımızdan ham(akılla işlenmemiş) sözcükler çıkabilir. Böyle bir konuşmada birikimimizi, felsefi bakışımızı söze tam katamayabiliriz (en azından benim için öyle). Yazmak bu yüzden "görkemli" bir araç zaten. Konuştuğumuzla anlatamadığımız / anlatmakta zorlandığımız düşüncelerimizi, yazmayı araç ederek çok daha anlaşılır ve etkili kılabiliriz çünkü.

Bir de “konuşmak” bazen kakofoni (ses kakışması, ses uyumsuzluğu, ahenksizlik) ile rahatsız edici bir durum haline gelebilir (tv’deki "tartışamama / sağırlar diyaloğu" programlarının izleyici üzerindeki etkisi budur genelde). Oysa “yazmak” son derece melodiktir. Bu kaygı ile yazıldıysa okuyucuyu yormaz, cümleler, paragraflar arası yumuşak geçişler, dilin zenginlikleri ile birleşerek okuyucuyu ana fikre ulaştırır.

"Kaygı" kelimesini çok kullandım bu satırlarda ama yazarken kaygım, tasam, derdim kalmadı/kalmıyor.

Kaygılandığım / dertlendiğim için yazıyorum ama...

“Niye” sorusuna bulduğum, en net yanıt da özetle bu zaten; “bir derdim var ve onu yazıyorum”.

Kendime, çevreme, ülkeme, gezegenime, kainata(“derdim dünyadan büyük” yani) ilişkin olumsuzlukları / her şeye rağmen olumlulukları dert edindim.

İşte ben, bu derdimi “dava edip” onu yazıyorum.

Not: "Anlaşılmak" ya asıl kaygım, belki bunu destekler diye aşağıya "yazabilmekle" ilgili iki blog yazımın bağlantısını aldım, daha önce rastlamayanlar bakabilir.

*Yarım kalmış yazılar ve yazabilme sancılarım..
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=55638

*Şişelerin içinde bloglar..
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=46596

 
Toplam blog
: 48
: 1573
Kayıt tarihi
: 17.11.06
 
 

Konuştuğum gibi yazmamalıyım... Yazmak, konuşmaktan farklı ve her zaman onun önünde benim için.....