Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '17

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Noam Chomsky - Amerikan Rüyası

Noam Chomsky - Amerikan Rüyası
 

Noam Chomsky


NOAM CHOMSKY; yaygın olarak zamanımızın en etkili fikir adamı olarak kabul ediliyor.

Büyük buhran sırasında ki onu hatırlayacak yaştayım. Her şey ve ailemin çoğu işsiz çalışan sınıfıydı. Her şey çok kötüydü, sübjektif olarak bugünden daha kötüydü. Ama işlerin daha iyi gideceğine yönelik bir beklenti vardı. Gerçek bir iyimserlik hissi vardı. Bugün yok bu. Toplam eşitsizliğe baktığınızda, Amerikan tarihinin en kötü dönemleri gibidir.

DÜNYANIN EN YÜKSEK YAŞAM STANDARDI

Amerika'da olmak gibisi yok ama yakından incelediğinizde,eşitsizliği halkın ufak bir kesiminin aşırı zenginliğinden kaynaklandığını görürsünüz. Yüzde birin altındadır bu kesim. 20'lerdeki Yaldızlı Çağ gibi dönemler vardı ve Gürültülü 90'lar ve bunun gibi dönemler bu dönemlerde buna benzer durumlar gelişmiştir. Ama bu dönem aşırıdır çünkü zenginlik dağılımına baktığınızda eşitsizliğin çoğunlukla aşırı zenginlikten kaynaklandığını görürsünüz. Hiç abartmasız üstte yer alan binde bir oranında bir kesim aşırı zengindir. Bu yalnızca aşırı büyük bir haksızlık değildir. Eşitsizlik, bir bütün olarak toplumda bir hayli kötü sonuçlar doğurur. Çünkü eşitsizliğin demokrasi üzerinde yıpratıcı ve zararlı bir etkisi vardır. Amerikan Rüyasından bahsederek konuyu açtınız. Amerikan Rüyasının bir kısmı sınıf hareketliliğidir. Fakir doğarsınız. Çok çalışırsınız. Zengin olursunuz. Bir işçi için düzgün bir işe sahip olmak, ev almak araba almak, çocuklarını okula göndermek mümkündür. Bunların hepsi çöktü. Dış bir konumda olduğunuzu, Mars'tan baktığınızı hayal edin. Ne görürsünüz? Birleşik Devletlerde kabul edilmiş bazı değerler vardır, demokrasi gibi değerler. Bir demokraside, kamuoyunun politikalar üstünde etkileri olacaktır. Hükümet, halk tarafından belirlenen icraatları gerçekleştirecektir. Demokrasinin anlamı budur. Ayrıcalıklı ve güçlü kesimlerin demokrasiyi asla sevmediğini anlamak çok önemlidir ve çok iyi nedenleri vardır. Demokrasi gücü halkın genelinin eline teslim eder ve onların elinden alır. Bu bir çeşit zenginliğin ve gücün yoğunlaşması prensibidir.

ZENGİNLİĞİN VE GÜCÜN YOĞUNLAŞMASININ ON PRENSİBİ

Zenginlik yoğunlaşması güç yoğunlaşması sağlar özellikle de seçim masrafları fırladığında bu, politik tarafları büyük şirketlerin cebine girmeye zorlar. Ve bu politik güç hızla kanunlara dönüşür bu da zenginlik yoğunlaşmasını arttırır. Yani maliye politikası Nedir bunlar? Vergi politikası yasal düzenlemelerin azaltılması kurumsal kontrol kuralları ve çeşit çeşit tedbirler politik tedbirler, hepsi zenginlik ve güç yoğunlaşmasını arttırmaya yöneliktir. Bu da aynı şeylerin yapılması için daha çok güç sağlar. Gördüğümüz şey de bu zaten. Devam etmekte olan bir tür bir kısır döngü var.

ACIMASIZ DÖNGÜ

Bu aslında o kadar geleneksel ki, Adam Smith tarafından 1776'da tanımlanmış. Ünlü Ulusların Zenginliği kitabını okumuşsunuzdur. İngiltere'de politikaların asıl mimarlarının toplumun sahibi olan insanlar olduğunu söylüyor. Onun zamanında bunlar tüccar ve imalatçılarmış. Ve kendi çıkarlarına çok iyi bakıldığından emin olmak ellerinden geleni yapmışlar. İngiliz halkı veya diğerleri üstündeki etkisi ne kadar ağır olursa olsun. Şimdi ise, bunlar tüccar ve imalatçılar değiller bunlar finansal kurumlar ve çokuluslu şirketler. Adam Smith'in "insanoğlunun efendileri" dedikleri ve alçak bir düsturu takip ediyorlar, "Bize her şey, diğerlerine hiçbir şey." Kendilerine yararı olup diğer herkese zarar verecek politikalar güdecekler. Ve halkın genelinin tepki göstermediği bir yerde, bu beklenebilir.

PRENSİP #1 DEMOKRASİYİ AZALTMAK

 Amerikan Tarihinde hep süregelen bir çatışma vardır aşağılardan gelen daha çok özgürlük ve demokrasi baskısıyla yukarılardan gelen seçkinlerin kontrol ve hâkim olma çabaları arasında. Bu, ülkenin kuruluşuna kadar uzanır. Esas kurucu, James Madison o zamanlar dünyada olan herkes gibi, onlar kadar demokrasiye inanıyordu ama Birleşik Devletler sisteminin şöyle tasarlanması gerektiğini düşündü hatta kendi girişimleriyle sistem öyle tasarlandı güç zenginlerin elinde olmalıydı çünkü zenginler en sorumluluk sahibi adamlardı. Ve bu nedenle resmi anayasal sistemin yapısı gücün çoğunu Senatonun ellerine teslim etti. Unutmayın, Senato o zamanlar seçimle iş başına gelmiyordu. Zenginlerin arasından seçiliyordu.

Madison'ın söylediği gibi "mal sahiplerini ve haklarını anlayabilen" adamların. 1787'DE PHILADELPHIA'DA ANAYASA'NIN OLUŞTURULMASI İÇİN TOPLANAN KURUL  Anayasa Kongresindeki münazaraları okuduysanız,  Madison şöyle demiş: "Toplumun başlıca kaygısı çoğunluğa karşı, varlıklı olan azınlığı korumak olmalıdır." Ve bazı görüşler bildirmiş. "Herkesin özgürce oy kullandığını varsayalım "Fakirlerin çoğunluğu bir araya gelir ve zenginlerin malını almak için örgütlenirler," demiş. Ve eklemiş, "Bunun bir haksızlık olacağı ortada, böyle bir şey olamaz." O nedenle, anayasal sistemin demokrasiye engel olmak üzere kurulması gerekmiş. Bu tartışmanın eski bir gelenek olması ilgi çekici. Politika hakkındaki ilk büyük kitap olan Aristo'nun "Politika" eserinden beri var. Aristo der ki: "Demokrasi, aralarında en iyisidir." Ama sonra o da Madison'un ifade ettiği kusurun aynısını ifade eder. Eğer Atina özgür insanların olduğu bir demokrasi olsaymış fakirler bir araya gelir ve zenginlerin malını alırmış. Açmaz aynı ama çözümler birbirlerinin tam tersiydi. Aristo şu günlerde refah devleti olarak adlandırdığımız bir sistem önerdi. "Eşitsizliği azaltmaya çalışın," dedi. Yani aynı sorun, birbirinin tersi çözümler. Biri, sorunu eşitsizliği azaltarak ortadan kaldırmak. Diğeri ise, demokrasiyi azaltmak. Birleşik Devletler tarihine bakacak olursanız iki eğilim arasında daimi bir mücadele olduğunu görürsünüz. Çoğu zaman halktan gelen bir demokratikleşme eğilimi aşağılardan gelen bir baskı ve sonucunda sürekli devam eden bir savaş, gerileme dönemi, ilerleme dönemi.

Örneğin 1960'lar, dikkate değer bir demokratikleşme dönemidir. Halkın genelde pasif ve duyarsız olan kesimleri, örgütlendiler, faal oldular,taleplerini zorlamaya başladılar. Ve giderek daha çok karar süreçlerinin ve aktivizmin içinde bulundular. Bilinci birçok açıdan değiştirdi bu. Azınlık hakları. Eğer demokrasi özgürlükse neden bizim insanlarımız özgür değil? Eğer demokrasi adaletse neden biz adalete sahip değiliz? Eğer demokrasi eşitlikse neden eşitliğe sahip değiliz? Kadın hakları. Bu insanlık dışı istismar sistemi değişecek ama bu ancak biz onları buna zorlarsak ve birlikte zorlarsak olacak. Çevre kaygısı. Amerikan tarihinde benzersiz bir gün sona eriyor. Bugün yaşama peşinde olan insanoğlunun yurt genelinde yollara döküldüğü gün. Saldırganlığa karşı koyma. Muhaliflerimizin militanlığını eleştirenlere şunu söylüyorum madem kanun ve düzen konusunda bu kadar ciddisiniz o zaman bunu önce Vietnamlı insanlar için kendi siyah insanlarımız için ve kendi fakir insanlarımız için sağlamalısınız. Diğer insanlar için duyulan kaygı. Bir gün şu soruyu sormalıyız "Neden Amerika'da 40 milyon fakir insan var?" Bu soruyu sormaya başladığınızda ekonomik sistem hakkında zenginliğin dağılımı hakkında bir soru soruyorsunuz demektir. Bu Amerikan toplumunu tamamen değiştirmekle ilgili bir sorudur. Bunların hepsi medenileştirici tesirlerdir. Ve büyük korkuya neden olmuştur. Ama bir şeyi öngöremedim öngörmeliydim ama 60'ların bu medenileştirici tesirlerine gösterilen tepkinin gücünü öngöremedim. Bunlara gösterilen tepkinin şiddetini tahmin edemedim. Ters tepti.

PRENSİP #2 İDEOLOJİYİ ŞEKİLLENDİRMEK

Eşitçilik çabalarını geri püskürtmek için 70'lerde başlayan ve Nixon döneminde yaşanan muazzam yoğun ve koordineli işletme düzeyinde ataklar oldu. Bunu birçok konuda görebilirsiniz. Sağ görüş tarafında, mesela ünlü Powell muhtırası gibi şeylerde görebilirsiniz. Bu muhtıra önemli bir iş lobisi olan Ticaret Odasına Yüksek Mahkeme Yargıcı Powell tarafından gönderilmişti. Powell işletmelerin toplum üstündeki kontrolü kaybettiği konusunda uyarıyor ve bu güçlere karşılık verilmesi gerektiğini söylüyordu. Tabii konuya savunma yönünden yaklaştı "Dış güçlere karşı kendimizi savunmak." Aklı selim kimse, Amerikan ekonomisinin saldırıda olduğunu inkar edemez. Ama aslında bu, işletmelere kaynaklar üstündeki kontrolü kullanma çağrısı bu demokratikleşme dalgasını geri püskürtmek için saldırı çağrısıydı. Bu belgenin öncülü, iş ve girişim sistemlerinin krizde olmasıdır ve geç kalınmıştır. Liberal tarafta ise tam olarak bunun benzeri bir şey vardı. Üçlü Komisyonun ilk önemli raporu bununla ilgiliydi. Ve buna "Demokrasi Krizi" deniyordu. Üçlü Komisyon üyeleri liberal enternasyonalistlerdir ve nasıl bir yaklaşımı oldukları Carter Yönetiminin kadrolarını oluşturmalarından anlaşılabilir. Onlar da 60'ların demokratikleşme eğilimlerinden ürküp tepki göstermeleri gerektiğini düşündüler. Gelişmekte olan bir "demokrasi fazlalığı" olduğundan kaygı duydular. "demokrasi fazlalığı" Halkın önceden pasif ve itaatkâr olan kesimi yani bazen "özel ilgi konusu" denilen kesimi örgütlenmeye ve politik arenaya girmeye başlamıştı "Bu,devlet üstünde çok fazla baskı oluşturuyor.

Devlet bu baskıların üstesinden gelemez," dediler. Bu nedenle pasifliğe geri dönmeli ve politikayla ilgileri kesilmelidir. Özellikle de genç insanlara olanlardan büyük bir kaygı duyuyorlardı. Genç insanlar fazla özgür ve bağımsız olmaya başlamışlardı. Hiçbirimiz şiddete yol açmayacağız. Eğer şiddet olacaksa, bu polis kaynaklı olacaktır. Onlara göre okulların bir kısmında üniversitelerde, kiliselerde "gençlere telkinden" sorumlu olan kurumlarda sorun vardı. Onların tabiri bu, benim değil. Çalışmalarına bakacak olursanız hiç bahsedilmeyen tek bir şey var özel işletmeler. Ve bu mantıklı geliyor çünkü tanım gereği özel işletmeler ilgi konusu değiller ulusal ilgi konusu değiller. Yani onlarda bir sorun yok. Lobicilik yapabilirler, kampanya satın alabilirler yönetim kademelerini doldurabilirler, karar verebilirler, hiç sorun değil. Ama diğerleri, özel ilgi konusu olanlar, genel nüfus asıl onlar hizaya gelmeli. İşin görüngesi bu. Bu ters tepmenin ideolojik seviyesi az çok bu. Ama bunların paralelinde gelişen asıl ters tepme ekonominin yeniden tasarlanmasıydı.

PRENSİP #3 EKONOMİYİ YENİDEN TASARLAMAK

1970'lerden beri, insanoğlunun efendileri, toplumun sahipleri çok güçlü bir çaba içindeler. Ekonomiyi iki mühim açıdan değiştirmek istiyorlar. Bunlardan birincisi, finansal kurumların bankaların, yatırım firmalarının ve benzeri kuruluşların sigorta şirketlerinin rolünü artırmak 2007'ye kadar, son krizin hemen öncesinde bu kurumlar şirket kârlarının yüzde 40'ını ellerinde bulunduruyorlardı. Bu, geçmişteki rakamların çok ötesindeydi. 1950'lerde ve daha önceki yıllarda Birleşik Devletlerin ekonomisi büyük ölçüde üretime dayanıyordu. Birleşik Devletler, dünyanın büyük imalat merkeziydi.

SEKTÖRLERİN 1950 YILINDAKİ GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA ORANLARI ÜRETİM YÜZDE 28- FİNANS YÜZDE 11 215 Finansal kurumlar eskiden ekonominin nispeten küçük kısmını oluşturuyordu ve görevleri, banka tasarrufları gibi kullanılmamış varlıkları üretken faaliyetlere dağıtmaktı. Bankaların kullanıma hazır para rezervleri vardır. Bu paralar hissedarlardan ve mevduat sahiplerinden gelir. Banka bu nakit rezervlerinden yola çıkarak kredi yaratabilir. Para yatırmak için güvenli bir yer sağlamasının yanı sıra birçok farklı amaç için ilave kredi sağlayarak topluma hizmet eder. Bir imalatçının durgun satış dönemlerinde maaşlarını karşılayabilmesi bir tüccarın mağazasını büyütmesi ve değiştirmesi ve insanların daha fazla kredi almasını gerektirecek başka ne gibi iyi bir nedeni varsa hepsi için, krediniz anında hazırdır. Bu ekonomiye bir katkıydı. Düzenleyici bir sistem oluşturulmuştu. Bankaların işleyişleri düzenleniyordu. Ticari bankalar ve yatırım bankaları ayrılmıştı. Özel kişilere zarar verebilecek riskli yatırımlarda kısıntıya gidilmişti. O yasal düzenleme döneminde, unutmayın, hiçbir finansal kriz olmamıştı. Ama 1970'lerde bu değişti. Spekülatif sermaye akışlarında büyük bir artış olmaya başladı astronomik artışlar oldu finans sektöründe muazzam değişiklikler oldu geleneksel bankalardan tutun da riskli yatırımlara kadar.

Kompleks finansal araçlardan tutun da para manipülasyonuna kadar birçok şey değişti. Artan oranda, ülkenin işi üretim olmaktan çıktı, en azından burada öyle oldu. Burada asıl iş, işin kendisi oldu. Şirket yöneticisi olarak tercih edilen kişilerde bile bunu görüyorsunuz. 50'lerde ve 60'larda büyük bir Amerikan şirketinin baş yöneticisinin bir mühendis olması, işletme mezunu olması kuvvetle muhtemeldi belki bir endüstri mühendisi olurdu Ama son zamanlarda, yönetim ve üst kademe pozisyonlarda işletme okullarından çıkan çeşitli finansal hileleri öğrenmiş insanlar oluyor. 1970 itibariyle, mesela General Elektrik, Birleşik Milletlerde üretim yaparak elde edeceğinden fazla kârı, parayla oynayarak elde ediyordu.  Şunu unutmamalısınız, General Elektrik bugün büyük ölçüde bir finansal kurum. Kazandığı paranın yarısını karmaşık yollarla parayı döndürerek elde ediyor. Ve ekonomiye değer katacak bir şey yapıyorlar mı, bu çok belirsiz. Evet, olgularımızdan biri bu, buna ekonominin finansallaşması deniyor. Buna eşlik eden şey ise üretimin ülke dışında gerçekleştirilmesi. Çalışan insanları birbirleriyle dünya çapında rekabet eder duruma sokan amacı belli bir tasarımla ticaret sistemi yeniden inşa edildi. Bu da çalışan insanların gelir paylarının azalması sonucunu doğurdu. Bu özellikle Birleşik Devletlerde çok göze çarptı ama dünya çapında gerçekleşiyor. Bu Amerikalı bir işçinin aşırı sömürülen Çinli bir işçiyle rekabet içinde olduğu anlamına geliyor. Bu sırada,yüksek maaşlı profesyoneller korunuyor. Onlar dünyanın geri kalanıyla rekabete sokulmuyor. Tam tersi. Ve tabii sermaye dolaşımı serbest. İşçinin serbest dolaşımı yok, işgücü dolaşamıyor, sermaye dolaşıyor. Yine, Adam Smith gibi klasiklere dönecek olursak onun da ifade ettiği gibi, iş gücünün serbest sirkülasyonu herhangi bir serbest ticaret sisteminin temelidir ama işçiler kımıldayamaz haldeler.

Zengin ve ayrıcalıklı olanlar korunuyor bunların da ne sonuçlar doğurduğu ortada. Ve haklı bulunuyorlar hatta övülüyorlar. Politikalar güvensizliği artırmaya yönelik tasarlanıyor. Alan Greenspan. Kongreye ifade verdiğinde ekonomiyi yönetmedeki başarısını "Büyük İşgücü Güvensizliği" dediği şeye dayandırmıştı. Son birkaç yıldır ücret artışlarında tipik bir kısıtlama olduğu ortada ama geçen ayki ifademde detaylı bir şekilde belirttiğim gibi bu konuda iş güvensizliğinin baskın rol oynadığına inanıyorum. İşçiler güvensiz olursa, kontrol altında olurlar. Düzgün maaşlar ya da düzgün çalışma koşulları ya da serbest birlik fırsatı, sendikalaşma istemezler. İnsanoğlunun efendileri için sorun yok. Onlar kazançlarını sağlıyorlar zaten. Ama halk için bu çok yıkıcı. Bu iki süreç, finansallaşma ve yurtdışı işgücü zenginlik yoğunlaşması ve güç yoğunlaşmasının yer aldığı kısır döngüye neden olan şeylerin bir kısmıdır.

Ben Noam Chomsky ve MIT'de görevliyim ve son birkaç yıldır gitgide daha ciddi bir şekilde savaş karşıtı faaliyetlerde bulunuyorum.  Noam Chomsky iki konuda uluslararası itibar kazanmıştır. En çok Vietnam Savaşına direnen ulusal liderlerden biri olmasıyla bilinir. En derinde de bir dilbilimi profesörüdür ama 40 yaşından önce konusunun doğasını değiştirmiştir. Siz yeni solla özdeşleştiriliyorsunuz. Kesinlikle bir aktivistsiniz, hem de bir yazarsınız.

Profesör Noam Chomsky herkesin listesinde yeni solun altı baş kahramanından biri olarak yer alır. Son iki üç yıldır en azından Amerikan dış politikasını, en fazlasındansa Amerika'nın kendisini reddeden dik başlı duruşlarıyla büyük bir saygınlık edinmiş durumda. Aslında bu Amerikan karşıtlığı kavramı oldukça ilginç. Bu totaliter bir kavram. Özgür toplumlarda kullanılmıyor. Mesela diyelim ki İtalya'daki biri Berlusconi'yi ya da İtalyan hükümetinin yolsuzluklarını eleştirince ona İtalyan karşıtı denmiyor. Hatta onlara İtalyan karşıtı denirse, insanlar Roma veya Milan'ın sokaklarında gülmekten yığılırlar. Bu kavram totaliter devletlerde kullanılıyor mesela eski Sovyetler Birliği muhaliflerine Sovyet karşıtı denirdi. Bu olabilecek en kötü kınamaydı. Brezilya askeri diktatörlüğünde, onlara Brezilyalı karşıtı denirdi. Şimdi, hemen hemen her toplumda, eleştirenlerin, o toplumun doğasına bağlı olarak farklı farklı şekillerde kötü davranışa maruz kaldığı veya kötülendiği doğru.

Mesela, Sovyetler Birliğinde Vaclav Havel gibi biri hapse atılırdı. Birleşik Devletlere bağımlı olan El Salvador gibi bir yerde benzerlerinin devlet terörist güçleri tarafından beyni patlatılırdı. Diğer toplumlarda ise, sadece kınanır veya yerilirdi. Birleşik Devletlerde, "Amerikan karşıtı" sözü taciz ifadelerinden biridir. Birkaç tane daha var. "Marksist," gibi. Bir dizi taciz ifadesi var. Ama Birleşik Devletlerde çok yüksek derecede özgürlük vardır. Bazı komiserler sizi yermiş kimin umurunda ki? Zaten devam edip işinize bakarsınız. Bu kavramlar ancak devletin gücünü, devletten kastım sadece hükümet değil, daha genel, devletin tüzel gücünü yoğunlaşmış gücü eleştirdiğinizde ortaya çıkar, toplum karşıtı halk karşıtı olursunuz. Bunun Birleşik Devletlerde kullanılması dikkat çekici. Bildiğim kadarıyla bu kavramın dalga geçilmediği tek demokratik toplum Birleşik Devletlerdir. Bu da seçkin kültürünün oldukça çirkin olan unsurlarının bir emaresidir.

PRENSİP #4 YÜKÜN YERİNİ DEĞİŞTİRMEK

Amerikan Rüyası tıpkı diğer idealler gibi kısmen sembolik ama kısmen gerçektir. 1950 ve 60'lar Amerikan ekonomi tarihinin en büyük büyüme yıllarıdır. Altın Çağ oldukça eşitlikçi bir büyüme olmuştur, halkın en alt yüzde 20'si neredeyse halkın en üst yüzde 20'si kadar gelişme kaydetmiştir. Ve halkın çoğunun hayatlarını iyileştiren bazı refah devleti tedbirleri de vardı. Mesela, siyah bir çalışanın bir otomobil tesisinde düzgün bir iş bulması ev alması, araba alması, çocuklarını okula yazdırması mümkündü. Bu herkes için geçerliydi. Birleşik Devletler esasen bir imalat merkezi olduğu zamanlarda kendi tüketicileriyle ilgilenmek zorundaydı buradaki tüketicilerle. Henry Ford'un kendi arabalarını alsınlar diye çalışana zam yaptığı bilinir. Ama uluslararası bir zengin erkine geçtiğinizde bankalar bunu böyle adlandırırlar zenginerki dünya nüfusunun zenginliği giderek artan küçük bir yüzdesi demektir. Amerikan tüketicilerine ne olduğuyla fazla ilgilenilmez çünkü çoğu zaten ürünlerinizi tüketemeyeceklerdir en azından büyük oranlarda. Hedefleriniz, sonraki çeyrekte kâr elde etmek hatta bu kâr finansal manipülasyonlara bile dayanabilir yüksek maaş, yüksek primler gerekirse denizaşırı üretim ve buradaki zengin sınıflara ve onların yurtdışı benzerlerine yönelik üretimdir.

Peki ya geri kalanlar ne olacak? Onlar için de kullanılmaya başlanan bir terim var. Onlara "prekarya" deniyor. Güvencesiz çalışan proletarya dünyanın gittikçe artan güvencesiz yaşamlar süren çalışan insanları. Ve bu tamamen ülke tutumuyla ilgili. Ekonominin büyük büyüme gösterdiği dönemlerde 50'lerde ve 60'larda, hatta daha erken zamanlarda zenginlere uygulanan vergiler çok daha yüksekti. Kurumsal vergiler çok daha yüksekti kâr payı vergileri çok daha yüksekti basitçe zenginlik vergileri çok daha yüksekti. Ama vergi sistemi yeniden tasarlandı. Böylece çok zengin olan kesimin ödediği vergiler azalırken buna karşılık nüfusun geri kalanı üstüne düşen vergi yükü arttı.

VERGİ ORANLARI Şu an bu değişim, alınan vergilerin yalnızca maaşlardan ve tüketimden alınmasına yönelik. Bunları herkes yapmak zorunda ama kâr payı yalnızca zenginlere gidiyor. Rakamlar oldukça dikkat çekici.

KAPİTAL KAZANÇLAR Ama bir bahaneleri var, tabii, her zaman bir bahane vardır. Bu durumda bahaneleri ise bunun yatırımı ve iş sayısını artırması ama bunun olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Eğer yatırımı artırmak istiyorsanız fakir ve çalışan insanlara para verin. Yaşamak zorundalar, o yüzden gelirlerini harcayacaklar. Bu üretimi kamçılar, yatırımı kamçılar, iş sayısında büyümeye neden olur. Eğer efendiler için çalışan bir idealistseniz farklı bir şey söylersiniz. Ve işin doğrusu, şu an, bu neredeyse bir saçmalık. Şirketlerin ceplerinden para taşıyor. Yani aslında, General Elektrik sıfır vergi ödüyor ama muazzam kârları var. Kârlarını başka bir yere götürebiliyor, erteleyebiliyor ama vergi ödemiyorlar ve bu çok yaygın. Büyük Amerikan şirketleri, toplumu ayakta tutma yükünü nüfusun geri kalanına yüklediler.

PRENSİP #5 DAYANIŞMAYA SALDIRMAK

 Dayanışma oldukça tehlikelidir. Efendilerin bakış açısına göre, sadece kendinize bakmakla yükümlüsünüz başka insanlara değil. Bu, kahramanları olduğunu söyledikleri Adam Smith'in bakış açısından farklıdır. O, ekonomiye olan tüm yaklaşımını sempatinin temel bir özellik olduğu prensibine dayandırıyordu ama bunun insanların akıllarından çıkması gerekiyor. Kendiniz için var olmalı, "başkalarını umursamayın"diye yaşamalıydınız ki bu zengin ve güçlüler için hiç sorun değildir ama diğer herkes için çok yıkıcıdır. İnsanların akıllarından bu temel insan duygularını çıkarmak için çaba gerekti. Ve bugün bunu politikalar oluşturulurken görüyoruz. Örneğin, sosyal güvenlik konusuna yapılan saldırılarda. Sosyal güvenlik bir prensibe dayalıdır. Dayanışma prensibine. Dayanışma, başkalarına bakma prensibine. Sosyal güvenlik şu demektir: "Ben bordromdan vergi ödüyorum böylece şehrin öbür yanındaki dulun geçimini sürdürebileceği bir şey oluyor." Nüfusun çoğunluğu yaşamlarını bununla sürdürüyor. Bunun çok zengine bir yararı yok o yüzden bunu yok etmeye yönelik yoğun bir çaba var. Bunu yapmanın bir yolu kaynak sağlamayı durdurmak. Sistemi yok etmek mi istiyorsunuz? Önce kaynakları kesin. Sonrasında çalışmayacak zaten. İnsanlar sinirlenecek. Başka bir şey isteyecekler. Bu bir sistemi özelleştirmek için standart tekniktir. Devlet okullarına yapılan saldırıda bunu görüyoruz.

Devlet okulları dayanışma prensibine dayanır. Benim artık okulda okuyan bir çocuğum yok, büyüdüler. Ama dayanışma prensibi şöyle der, "Seve seve vergi ödüyorum böylece sokağın karşısındaki çocuk okula gidebiliyor." Şimdi, bu normal insan duygusudur. Bunu insanların akıllarından çıkarmalısınız. "Okulda okuyan çocuğum yok. Neden vergi ödeyeyim ki. Özelleştirin," vesaire. Kamu eğitim sistemi, anaokulundan başlayarak liseye kadar ciddi bir saldırı altında. Bu Amerikan toplumun cevherlerinden biridir. Tekrar altın çağa gidelim yani 50 ve 60'lardaki büyük büyüme dönemine. Bu büyümenin çoğu parasız olan kamu eğitimine dayanıyordu. İkinci Dünya Savaşının sonuçlarından biri de Asker Hakları Bildirgesiydi. Bu bildirgeye göre gaziler, unutmayın o zaman nüfusun büyük çoğunluğu onlardı. Üniversiteye gidebiliyorlardı.  Aksi olsaydı bunu yapamayacaklardı.

Esas olarak parasız eğitim aldılar. Bir topluluk, devlet veya ulus kaynaklarının azımsanamayacak bir kısmını cesurca eğitime yatırıyorsa yatırım her zaman daha iyi iş ve daha yüksek yaşam standardı olarak geri döner. Birleşik Devletler her seviyede kamu eğitimi geliştirme konusunda birinciydi. Ama şimdi, eyaletlerin yarısından fazlasında üniversitelerin finansmanı devletten değil harçlardan sağlanıyor. Bu esaslı bir değişikliktir ve öğrencilerin sırtına çok kötü bir yüktür. Bu zengin ailelerden gelmeyen öğrencilerin üniversiteden büyük borçlarla ayrılacağı anlamına gelir. Ve büyük bir borcunuz varsa kapana kısılmışsınız demektir. Belki bir kamu yararı avukatı olmak istediniz ama borçları ödemek için bir şirket hukuku firmasında çalışmak zorundasınız ve borçları ödeyene kadar, o kültürün bir parçası haline geliyor, oradan çıkamıyorsunuz. Ve bu her konuda geçerli. 1950'lerde bugünkünden çok daha fakir bir toplum vardı ama yine de rahatlıkla parasız yüksek tahsilin üstesinden gelebiliyordu. Bugün, çok daha zengin bir toplum bunun için kaynak olmadığını iddia ediyor. Gözlerimizin önünde oluyor bunlar. Sadece insani değil, aynı zamanda bu toplumun refahı ve sağlığı olanprensiplere genel bir saldırı bu.. Devamı Gelecek...

 
Toplam blog
: 5
: 1319
Kayıt tarihi
: 28.09.13
 
 

Teknoloji ve internet haberleri hakkında zamanımız oldukça yazmaya çalışıyorum. Genel işimiz SEO ..