Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '09

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Nöbetçi eczane mi? Saldırı timi mi?

Nöbetçi eczane mi? Saldırı timi mi?
 

Resim: www.bandirmaforum.com/eczaci.gif


Hastalık öyle bir şeydir ki; ne zaman nerede ortaya çıkacağı belli olmaz. Özellikle ateşli hastalıklar söz konusu olduğunda, özellikle çocuklar söz konusu olduğunda ve özellikle gece.

Bu durumda ne yaparsınız? Varsa aracınız acilen hastanenin yolunu tutar, yoksa bir dostunuzdan, akrabanızdan rica eder, sizi hastaneye atmasını istersiniz. Doktor muayenesini yapar, gerek görürse, gerekli tahlilleri, tetkikleri yapar, ardından reçetesini yazarak geçmiş olsun dilekleri ile sizi yolcu eder. Akabinde nereye gidersiniz? Tabii ki eczaneye. İşte asıl çile o zaman başlar ve bazen öyle olur ki doğduğunuza doğacağınıza pişman olursunuz.

Hem babamın hastalıkları nedeni ile hem de insanlara yardımcı olmayı sevdiğimden; “elimden geldiği kadarı ile tabii” böyle bir rica olduğunda aracımla hastaneye götürür insanlara yardımcı olmaya çalışırım. Bazı istisnalar dışında “Manavgat Devlet Hastanesinin” ve özellikle “acilde” çalışan personelin, ne denli canla başla çalıştığını görür, gözlemlerim Buraya kadar her şey güzel, olağan, rutininde. Dediğim gibi asıl çile hastaneden çıktıktan sonra başlar.

Nedendir nasıldır orasını bilemem ama nöbetçi eczanelerde çalışan personelin çoğunun asık suratlı olduğunu, sanki bir yükü, bir angaryayı yerine getiriyormuşçasına hareket ettiklerini rahatlıkla söyleyebilirim.

Yazılan her reçetede istisnasız mutlaka sorun yaşanıyor. Yazılan ilaçların yarısı yok. Varsa muadili veriliyor, yoksa zaten yoksa yok. Muadili konusunda hiç kimsenin itiraz ettiği yok zaten alıştık da, olmayan ilacın neden olmadığı konusunda boş bulunur da bir soru sorarsanız eğer, işte asıl çıngar o zaman kopar, bir dayak yemediğiniz kalır. “Yineliyorum istisnalar hariç” Mutlaka işinin bilincinde, hastaya o bilinçle yaklaşan, güler yüzlü olmasa da en azından azarlamayan eczaneler ve çalışanları yok değil.

İşte böylesi bir olaya en son 10 gün kadar önce rast geldim. Aracı olmayan bir akrabamızı alıp ricası üzerine “Özel Hisar Tıp Merkezine” götürdüm. Doktor çocuğun ateşini ölçtü, “sanırım 39.9 du” bir iğne yaptı ve ilaçlarını yazarak gönderdi. Saat 22-22:30 sıraları idi... Çıktık ve nöbetçi olan iki eczaneden biri olan lise caddesindeki bir eczanenin önüne geldik. Daha arabayı park eder etmez kadıncağız; eyvah (!) bu eczane mi? Bilseydim diğerine gidelim derdim ama neyse geldik bir kere dedi ve ben; sen otur o zaman ben alıp geleyim, dedim. Kadının endişesini anlıyordum, zira öncesinde aynı eczanede diğer hastalara karşı hoş olmayan bazı tavır ve davranışlarına şahit olmuş fakat karışmamıştım.

İçeri girdim, “biri dışında beş kişi” yine sirke satan suratlar, yine gergin bir hava, yine bir eczaneye personeline yakışmayan tavırlar.Her neyse… Reçeteyi uzattım, ilacın ikisinin olmadığını, birinin yerine muadilini verebileceğini, diğeri konusunda ise bir şey yapamayacağını söyledi reçeteyi alan şahıs. Neden? Dedim. Neden muadilini veriyorsunuz? Nöbetçi eczane olarak bu ilacı bulundurmak zorunda değil misiniz? Kısa bir gerginlikten sonra, her neyse sorun değil; muadili de olur deyip kısa kestim ve kasaya yöneldik. Üç ilaç çıkarıp masaya koydu ve reçetenin arkasını imzalamamı söyledi. Ben hastanın annesi değilim, annesi arabada oturuyor, ben imzalasam olur mu? dedim. O zaman çocuğun TC kimlik numarasını getir dedi. İyi o zaman çocuğun annesini çağırayım dedim ve anne iki çocuğunu alarak içeri girdi. Adresi yazıp imzaladı. Fakat dedim, reçete de dört ilaç vardı, biri ne oldu? diye sordum. Yok dedi. Nasıl yani… Nasıl yok? Yok hanımefendi. Siz yoktan anlamıyor musunuz? Bu ilaç bir buçuk yıldır çıkmıyor, dedi. Peki, siz bu ilacın bir buçuk yıldır çıkmadığını telefon açıp doktora bildirdiniz mi? dedim. Benim öyle bir zorunluluğum yok, dedi. Şimdi telefon açıp bildirelim o zaman da, bir daha bu ilacı yazmasın doktor, dedim. Telefonumuz bozuk dedi. İyi peki deyip, hastanenin numarasını aldıktan sonra cep telefonumla arayıp, doktora bu ilaç bir bucuk yıldır çıkmıyormuş haberiniz olsun dedim ve ekledim. Bir ilaç bir buçuk yıldır çıkmıyor ve sizin haberiniz olmuyor, nasıl oluyor bu dedim. Doktorun cevaben ne dediğini hatırlamıyorum. Çünkü ortalık iyice gerilmeye başlamıştı. Telefonu kapattıktan sonra bu kadar araştırmama, soruşturmama kızan eczanedeki beş kişi, beşi bir yerden söz düellosu ile saldırıya geçmişti. Nasıl bir şeysin sen. Hem doktora fırça çekiyorsun, hem de bize hesap soruyorsun. Doktor da bilmek zorunda değil, bizde her ilacı bulundurmak zorunda değiliz. Bir doktor aynı ilaçtan yüz tane yazıyor, dedi. Gidin nereden bulursanız bulun diyerek de ekledi.

Tartışma bu şekilde devam ederken, beş kişi yetmemiş olacak ki; orta yaşlı ve gözlerinden adeta lav fışkıran bey; x bir isim vererek yukarıdan çağrılmasını istedi. Orta yaşlı beyin yanında sanırım eczacı olan sarışın eczacı hanımda aynı hararetle bağırıyor, hakaretlerine devam ediyordu. Yukardan bir hışımla aşağı inen bey beni görünce biraz bozulmuş olarak, ne oldu abla hayrola? dedi. Dört bir yandan gelen bağrışlar arasında daha ne olduğunu anlatmaya fırsat kalmadan, içimden; lanet olsun size diyerek dışarı yöneldim.

Hızını alamayan ve sinirleri kulaklarından, şimşekleri gözlerinden, hakaretleri lav misali ağzından fışkıran orta yaşlı bey, dışarı çıkarak üstüme doğru geliyor, gel hadi vur bana diye bağırıyor, bir başka sarışın hanım beni ittiriyor, bir yandan da sanırım ilaç almak için orada bulunan Jandarmaya; al götür bunları buradan diye bağırıyordu. Vay be (!) dedim kendi kendime. Vay be! … Ne tehlikeli insanlarmışız ki biz; beş kişi yetmedi, altıncı kişiyi çağırdılar, o da yetmedi Jandarmadan yardım istediler. 20. yüzyıl da böyle bir tartışma, böyle bir manzara. Vay be…

Ortada bir buçuk yıldır çıkmayan bir ilaç, bundan haberi olmayan ve hala reçeteye yazmaya devam eden bir doktor ve ben her ilacı bulundurmak zorunda değilim diyen eczane sakinleri ve sadece neden diye sorduğu için olmadık hakaretlere maruz kalan hasta veya hasta yakınları. Hani derler ya… Bozdur bozdur harca…

Allah hiç kimseyi böylesi insanlıktan nasibini almamış insanlarla karşılaşmak zorunda bırakmasın. Allah hepinizi iyi insanlara yakın etsin. Allah kolaylık versin hepinize. Ne diyim? Sesimizi duyan olursa gereğini yaparsa memnun oluruz, yapmazsa da çekecek çilemiz varmış daha deyip çeker otururuz. Sağlıcakla…

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..