Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mart '17

 
Kategori
Anılar
 

Nostalji : Askerlik

Nostalji : Askerlik
 

onlinehaberler.net


Küçük bir Anadolu kasabasında ilk öğretmenliğini yapan gariban bir öğretmendim. Sorduklarında söylerim, göğsümde kor gibi duran  o yanığı.. “Aşktandır.. Aşktandır…” Öyle günlerden geçmiştim. Yanıktım. Çevremdeki herkesi de yakıyordum. Artık iş bitmişti. İkimizin aynı yerde kalması uygun düşmezdi. Gittim, Askerlik Şubesi Başkanını gördüm. “Artık aynı okuldu çalışmamız  mümkün değil, beni askere alın..”  dedim.  Komutan da : “O iş kolay ..”dedi. İki gün sonra Okul Müdürünün kapısına iki jandarma dayandı , “Bu okulda bir asker kaçağı varmış..” diye. Adamın nutku tutuldu. Beni aldıkları gibi şubeye götürdüler. Yazıldı çizildi. Dağıtım için Ankara’ya gönderildim. Orada da kendi isteğimle Yedeksubaylığın Okul Devresini geçirmek için Tuzla Piyade Okulu’na gönderildim.
 
İstanbul, Tuzla’yı bilerek istememin nedeni; o zamana kadar İstanbul’da öyle uzun boylu kalmadığımdan dolayıdır. Gerçi çocukluğumuzda Bandırma’dan geceleyin Saat : 1’de gece vapuru olan Ayvalık’a biner, sabaha karşı Karaköy’de inerdik. Sonra hemen kıyıdan, yakında olan “Bandırma Oteli”ne giderdik. Bizim için her zaman yer bulunurdu. Şimdi Karaköy-Kadıköy iskelesinin bulunduğu yerin hemen hemen arkasında bir yerdeydi “Bandırma Oteli” . Altında da Bayan Marisa’nın “Emanetçi Dükkanı” vardı. Biz hemen, bize ayrılan ikinci veya üçüncü kattaki, Galata köprüsüne bakan odamıza çıkardık. Vapurların çıt diye bacalarını kırıp, köprünün altından Haliç’e girişini çıkışını seyreder, vapur düdüklerinin seslerinden mest olurduk. Hele geceleri, hele geceleri …Şıkır şıkır gemilerin Haliç’e giriş çıkışlarını önümüzdeki büyük pencereden seyrederdik… İşte şiir oydu. Yaşıyordum. Sonra babam bizi alır Gülhane Park’ına götürür orada kurulmuş Tiyatro Sahnesi’nde Dümbüllü ve arkadaşlarını seyreder; gülmekten kendimizi unuturduk. Sonra İstanbul gezilerimiz … Yedi, sekiz yaşlarımdaydım… Bu mutluluk bir iki gün sürer, sonra yine bu kez “Etrüsk” gemisine biner, geri dönerdik. İşte benim bildiğim İstanbul bu kadarcıktı. Askerlik için İstanbul’u seçmemin nedeni; hiç olmazsa 6 aylık Okul Devre’sinde hafta sonraları kente inerek, Malatya’lı arkadaşlarımı bulmaktı. Nitekim Hukuk’ta ve diğer okullarda yıllanmış arkadaşlarımızla buluştuk görüştük. Ve çok tatlı anılarımız oldu. Tuzla’da bulunmanın en güzel yanlarından biri de o zaman çok güzel bir tatil kasabası olan Pendik’te tatil günlerini geçirebilmek  şansıydı.
 
O günlerde, Pendik’te deniz henüz doldurulmamıştı. Deniz’le kent iç içeydi..  Deniz kıyısında da bir çok çay bahçesi, gazino ve seçkin lokantalar vardı. Burasını daha çok İstanbul’un zengin Yahudi aileleri tercih ederlerdi. Hafta sonları bu gazinolara gelirler, yerler içerler… Çok hoş vakit geçirirlerdi. Bizler de yedeksubay elbiselerimizle bu gazinolardan bazılarına aboneydik. Bunu bilen Pendik, Kartal’ın güzel kızları da  gelir karşımıza sıralanırlardı. Bakışırdık. 
 
Tabii yedeksubay, demek ; bir üniversite bitirmiş Mühendis, Tıbbiyeli, Mülkiyeli… demekti. Hem de bekardılar. Ellerinde artık meslekleri vardı. 23-24 yaşlarında aslan gibi gençlerdi. Kızlar bu fırsatı kaçırmak istemezlerdi. Bazen anneleriyle, bazen gruplar halinde, veya büyük anneleriyle gelirlerdi. Genellikle de tanışmaya, görüşmeye hazır olarak gelirlerdi. Bu gazinolarda tanışan, aşık olan, (sonradan evlenen..) bir çok arkadaşımız olmuştur.  Ben de bu devrede evlendim.. Onu da itiraf etmeliyim.
 
Altı aylık Okul Devresi, işte okul; dersler; yat kalk arasında geldi geçti… Kolay mıydı, zor muydu. Biz büyük bir Yedeksubay topluluğu olarak oldukça eğlendik diyebilirim. Gençlikte gayet ağır spor yaptığım için buradaki “Yat..Kal.. İstikamet Tavşan tepe… Marş Marş…” lar beni hiç üzmedi. Son derece güzel yemekler çıkıyordu. Ordu evlatlarına iyi bakıyordu. Bir de burada yeni arkadaşlar edindik. Kimleri mi..? 
 
Örneğin Adnan Binyazar, benim o sıralarda Varlık’ta yazdıklarımı okumuş; o da aynı yerde yazıyordu ve bir edebiyat öğretmeni, bir yazar olarak  Anadolu Dergilerinin çoğunda da yazıları vardı… Onunla tanıştık. Daha sonra, yine Varlık bir öykü yazarı olan Mahmut Tandoğan da bize katıldı… Daha başka edebiyatçı arkadaşlarla da tanıştık. Kantinde güzel vakitlerimiz oldu.
 
İşin en ilginç yanı da  bizim Bölük’ün Komutan vekili, Teğmen Uğur Dündar’dı. 1966’yıllarından sözediyorum. Sevimli, güleç yüzüyle ara sıra tadata gelirdi. Ama çoğu kez onu aramızda göremezdik. Herhalde o zaman da gazeteci olarak bir çok işlerini birlikte yürütüyordu. Fakat onunla aynı birlikte olmak, benim için ayrı bir mutluluktur.
 
Bilirsiniz, o zamanlar askerlik 2 yıldı. Bu iki yılın altı ayını okulda askerliği öğrenerek geçirirdiniz; ondan sonra bir kura çekilir ve okulda bulunan bütün yedeksubay adayları, artık subay olarak birliklere dağıtılırdı. Fakat ara sıra bazı sakıncalı görülen “Sakıncalı Piyade”ler Yedeksubay yapılmaz; onlar bazı yerlerde er olarak görev yaparlardı. O bakımdan sol partilerde görev almış arkadaşlar bu Kura günlerinden oldukça çekinirlerdi. Çünkü bazılarının acımadan harcandıklarını biliyorduk.
 
Neyse Kura günü geldi. Herkes torbadan sırayla kurasını çekti. Hakkari , Ağrı, Muş, Siverek… torbadan çıktıkça çıkıyordu. Ben çektim: “Kartal/ Maltepe/İstanbul, 22.Zırhlı…” Birlikler Komutanlığı emrine. Tabii çok sevindim. İstanbul’da uzun süre (birbuçuk yıl daha..) ekstradan kalacaktım. Bu kura bazılarının kıskançlığını çekti… Bazıları açıkça gelerek “becayiş” teklif ettiler… Bu işlerde az buz paralar dönmüyormuş… Daha önceki devrelerde böyle becayiş imkanları varmış. Adamın işi İstanbul’da, malı var, mülkü var, şirketi, fabrikası var… Bir buçuk yıl Doğu’da bir kentte ömrünü harcamak ister mi? Onun için büyük paralar teklif ediyorlarmış . Bana da ettiler. Kabul de edebilirdim. Çünkü benim için yurdun her tarafı aynı idi.. Nereye gidersem gideyim, Türkiye’deyim. Fakat bizim dönemden itibaren “Becayiş” kalkmış , onun için kimse böyle bir şeyi beceremedi. 
 
Cabadan bir buçuk yıl daha İstanbul’da kalıyordum. Pendik gazinolarında tanınan tiplerin İstanbul’u terk etmeleri fakat benim kalmam, bir çok kız arkadaşın dikkatini çekmiş… Nasıl oldu bu iş, diye sorup durdular. Çünkü onlar alışmışlar… Bazı yedeksubay adayları gelirler, altı ay sonra kura çekerler ve giderler… Herkes gitti, bu adam ne arıyor..? Onlara İstanbul kurası çektiğimi anlattım. Şaştılar… Ne şans Allahım..!
 
Kartal/Maltepe’de tam demiryolunun yanında, Süreya Plajı'nın arkasında bir yaşlı kadının evini tuttum. Yaşlı kadın ve kocası bana orada ana/babalık yaptılar. Yemeklerini bölüştüler.. Hatırımı sordular. Ben de onları üzecek bir şey yapmadım.
 
Sonra Kartal/Maltepe’de ki tepeye çıkarak birliğime teslim oldum. Bölük komutanım kimdi biliyor musunuz?
 
Üsteğmen İlker Başbuğ…  Evet, yıllar sonrasının Genel Kurmay Başkanı olacak Orgeneral İlker Başbuğ benim ilk komutanım oldu. Yıl : 1966
 
Tugay komutanımız da Albay Salih Raci Tekin’di …
 
Biliyorsunuz veya tarih bilenler, o tarihlerde değilse bile daha sonra bu insanların neler yaptığını, nasıl çalıştıklarını gözlerinin önünde canlandıracaklardır.
 
Güzel günlerimiz de oldu. Zor günlerimiz de.. Fakat sayılı günler gelir geçer… Askerlik hikayesinin bu kısmı çok daha ilginç olsa bile… Şimdilik bu kadar. Gelecek haftaya… Tabii sağ kalırsak.
 
 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..