Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '12

 
Kategori
Anılar
 

Nostalji 8. Malatya/ Saray Mahallesi

Nostalji 8. Malatya/ Saray Mahallesi
 

Malatya, Kernek Deresi


Neyse ki o Dörtyol’daki evde uzun boylu oturmadık. Babam kentin merkezinde Ortaokul-Lise’ye yakın bir yerde bir ev bulduğunu söyledi. Gittik gezdik, o da ikinci kattaydı. Daha genişçe bir evdi. Kerpiçten yapıldığı için de ısınması hiç de sorun değildi. Akbaba Sokağı’nda (Diğer adı da Ömer Efendi sokak) yer alan evin arkasında kocaman bir bahçe ve bahçenin çevresinde de sırayla bir sürü evler yer alıyordu.

Bizim  evin de arka tarafında yer alan geniş balkonu, özellikle akşamüstleri arka bahçeden geniş ölçüden yararlanmayı sağlıyordu. Arka Bahçe tam bir tiyatro sahnesi gibiydi. Orada kimler oturmuyordu ki; karşı yan tarafta oturan Tıp doktoru hemen hemen her akşam karısını pataklar, kadın bağırarak balkona fırlar; sonra yine sille tokat içeri girerdi. Hemen karşı sağımızdaki penceredeki evde kalmış iki genç kız kardeş son bir telaş içinde, yanda oturan astsubaylara işmar çekmek için pencereden ayrılmazlardı. Kimsenin  görmediğine inandıkları saatlerde de alt takke ver  külah haberleşirlerdi. Daha neler de neler. .. Hepsi burada yazılıp söylenmez. Ama, inanın, Arka Bahçe ve bizim arka balkonumuz adeta bir tiyatro sahnesi gibiydi… Orada oturup, komşuları seyretseniz, bütün bir günü eğlence içinde geçirebilirdiniz.

Bir de bize, güzel alacalı renklerde bir yavru kedi musallat oldu. Annem de babam da aşırı hayvan sevdiklerinden hemen bu kediyi sahiplendiler ; kedinin adı da “Boncuk” oldu. Kedi için hayat bayramdı. Asma dalı yapraklarından kolayca aşağıya iniyor; aşağıda diğer kedilerle bahçeyi fır dolayı gezip dolaşıp, boğuştuktan sonra  yine asmadan hop balkona tırmanıp yastığında uyuyordu. Fakat iş o kadar basit değilmiş, “Boncuk” dişi olduğu için bir süre sonra bizim balkon sık sık diğer kedilerin baskınına uğrar oldu.. Annem de sopa elinde, kedisini fedakarca korudu. Ama bu korumalar Boncuk’un defalarca gebe kalmasına engel olamadı.

Akbaba sokağının her iki ucu dar olmasına karşın ortada genişliyor ve her iki yanında çok geniş kayısı bahçeleri yer alıyordu. Tam kıyısından yukardan aşağı doğru ufacık bir derecik akıp geliyor ; derenin her iki yakasında bahar aylarında envai türlü çiçekler göğerip kalkıyordu. Sokak tam bir cennetti : çiçekler, otlar , ağaçlar ve envai türlü hayvan (yılanı dahil..)

Mahalle çocuk milleti bakımından da bereketliydi. Her yaştan ve cinsten çocuk sıra sıra kapı önlerinde oynayıp duruyordu. Benim okulum ise oldukça eve yakındı; sokağın üst kısmından çıkınca karşıda Ortaokulun duvarı görülüyordu, genellikle okula duvardan atlayarak gidiyorduk. Malatya Lisesi( Ortaokul onun  içindeydi) nin bahçesi genişti ve her türlü spora elverişliydi. Zaten okulun yaptırdığı voleybol, basket sahaları mevcuttu; bahçenin kendisi, sürekli oyun oynanan bir futbol sahasıydı.

Bu sokakta ne mahalle takımları kurulup, bozulmadı; ne mahalleler arasında maçlar yapılmadı… Ne kavgalar ne döğüşler olmadı. Bir keresinde yeni alınmış elden düşme bisikletimin üzerinden cirit gibi bir sopayı bir doğulu çocuğun üzerine doğru fırlatmış; sopa güya çocuğun beline gelmiş, onu yaralamış… Bütün o bölge halkı gelip, benim tozumu atmaya çalışmışlardı. Babam da bir çocuğu kolay kolay teslim edecek göz olmadığını anlayan takımlar geri çekildiler ; ama iki gün sonra Adliye’den bir celp ile ben yeni yetme vatandaş Adliye’ye çağrıldım. Savcı, iddiayı okudu, sanırsınız, cinayet işlemişim ve beni tuttular nezarethaneye attılar. Korktum, ağladım ; nihayet babamın girişimleriyle “Nezarethane” saatlerim sona erdi… İşe bakın siz…

İşte o sokak belki de hayatın başlangıcı, ilk kalp titremeleri; kızlara nazire yazmalar. Okumaya düşkünlük ve kilometrelerce oyun ve arkadaşlık günleri .

Babam bir gün eve mutlu geldi. Bir gazete almış, gazetedeki kuponu kesip, on lira da para gönderilirse, eve 50 tane kitap gelecek..  Ben, pek inanmadım ama babam kararlıydı. Havale yazıldı gönderildi; günler geçti, sonra bir gün Postaneden bir çağrı geldi. PTT’ye gidince  büyükçe bir kutu verdiler. Kutuyu aldık, hafifçe araladık. Evet…Yaşasın kitaplar gelmişti… Eve, nasıl koşarak geldiğimi, babamı da nasıl sürüklediğimi bilemiyorum. İlk hazinem gelmişti. Gerçekten değerdi. O zaman Türkiye’de ilk kez plastik ciltli, cep kitapları büyüklüğünde, parlak, çok iyi basılmış “Çağlayan” yayınlarından tam 50 kitap artık benimdi. Ve böylece ilk kütüphanem kurulmuş oluyordu.

O kitaplar arasında neler yoktu ki..  Refik Halit Karay’ın romanları; Refik Erduran’ın  romanları; Mayk Hammer serisi (Orijinalleri) ; ve tanınmış, bilinen bir çok yazarın en tanınmış romanları, kitapları.. Bayıldım, bayıldım… Artık kendimi kaybettim, oku Allah oku… Gece , gündüz.. O kitaplar benim “İlk üniversitelerim” oldu… Ondan sonra arkası geldi… nice nice yazarlar tanıdım… Okumak, benim için kaçınılmaz bir arkadaş oldu. Bir de Sibel…

Her sabah bisikletimle penceresinin önünden geçmeden duramıyordum. Sibel’ller Sokağın karşı tarafında oturuyorlardı; bir de ablası vardı Elvan.. Annem ailesiyle, annesiyle iyi görüştüğü için, Sibel’ler bize sık sık gelirlerdi… ve ben .. Neyse, bu konu fazla uzamasın, çünkü hala yüreğim sızlıyor…

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..