Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '12

 
Kategori
Öykü
 

Notre Dame de G.o.paşa 2

Notre Dame de G.o.paşa 2
 

İçmek derdi bizim şarapçı İsmet. "İçmek" Sonuna kadar içmek derdi. Yavaş yavaş, sürekli artarak, son aşamasına kadar, ölene kadar, bir köpek gibi geberene kadar içmek, derdi bizim şarapçı İsmet. "Sevmek" derdi. "Tüm duygusallıkla, şefkatle sevmek. Hiç ara vermeden, becerircesine, usulüne göre, yavaş yavaş, sonra tüm şiddetiyle, bedeni parçalarcasına becerip sevmek." derdi İsmet abi. Dediğini de  yapmıştı. Safinaz ablayı da  o şekilde becermişti. Son yıllar da  bu kadını tanımakta bir çoğumuz zorlanmıştık. Dinleyenlerin birçoğu, bizlerde haliyle , elimizden geldiği kadarda  o tavsiyeyi uygulamaya çalıştık. 

Adam gibi içerdi çekerdi hemde sapına kadar. Yıllar aylar onun için bir gün gibi geçmişti. "İyi insan yoktur "derdi. "Vardır diyeni oyarım ulan" derdi. Son çöküş aşamasında ayağında bir yara ortaya çıktı. Meğerse kangrenmiş. Bir torbayla o ayağı bağladı. Yoluna devam etti. Hiç durmadan, sağına soluna bakmadan yürüdü. Aylar, yıllar geçti.  İçti o yolda  hiç durmadan. Bir sabah kahveden çıkarken garson oturduğu yeri  görünce fenalık geçirdi. İhtiyarların birçoğu korkudan altına kaçırdı. Sandalyenin altında bir avuç kurt kaynıyordu. Dışarı çıktıklarında gördüler İsmet'i. Ağır aksak elinde şarap şişesiyle yürürken peşinden kurtlar bir şerit halinde onu takip ediyordu. Ayağından dökülüyordu  çürümüş et parçaları, kurtlar. Altı ay kadar bir süre semtte bir kurt sürüsü üretti. Bir bacak yok olana kadarda devam etti. Sonra bir sabah bir parkta bankta öldü. Arkadaşları, onu tanıyanlar, sevenler, sevmeyenler çok üzgündü. Ama bu bir misyondu. Bu  görev sonuna kadar  devam edecekti. 
 
Yerini bizim şarapçı Sami aldı. O İki numaraydı. "Aga ben hem içerim, hem severim" derdi. Gençliğinde çok yakışıklı olduğu söylenirdi. Sesi de güzeldi. Güzel şarkılar söylerken birçok komşu kızını da hiç affetmeden güzelce  düzmüştü. Sami "Ben mert adamım" diye nara atardı ama birçok arkadaşı,   aynı fikirde değildi. O bir numaralı müptezeldi.  Bunu çok iyi biliyorduk. Çok karaktersiz hatta şerefsiz bir adam olduğunu çekemeyenler dile getiriyordu. Bu mertebeye o layık değidi gibi söylentiler  kulaktan kulağa yayıldı.  İçmekten çalışmayı ihmal etti. Karısı, iki çocuğu, bir deri bir kemik kalmıştı. En yakın dostunun dediğine göre  bir gece eve geldiğinde buzdolabını açtı. Karnı açtı, yiyecek bir şeyler arıyordu ama yoktu. Dolap tam takır, kuru bakırdı. Bir şişe sütü gördü. Dayanamadı. Şişeyi diktiği gibi lıkır lıkır içti. Yatağında horlayarak, homurdanarak, hırlayarak uyurken çocukların çığlığını duydu. Bir gözünü açtığında karısını başında gördü. 
 
Kadın onun suratına tükürdü. Bir avuç balgamlı tükürük suratından akarken sabah olmuştu. Çocuklarına bakmak için apartmanlarda temizlik yapan kadın son parasıyla o süt şişesini almıştı. Bundan sonra da bir kadının yapacağı  o son  işi yapacaktı?.. Bir otoyol ve kamyon şoförleri onu bekliyordu.. Sıraya geç  yirmi lira. O hala arkadaşları arasında çapkınlığını anlatıyordu. Koca göbeği gün geçtikçe büyüdü. Suratında acayip sivilceler, çıbanlar çıktı. Ayakları şişiyordu. Doktora gittiğinde sonunda o beklediği müjdeyi aldı. Sirozdu...On beş gün sonrada öldüğünde en çok sevinenler arasında ilk sırayı karısı ve çocukları almıştı. Arkadaşları dahada mutluydu. Doyumsuz adam, aşağılık, soysuz  herif içki içerken bile arkadaşlarının istikakından çalıyordu. İnsan arkadaşına bunu yapar mıydı? Kırk iki yaşında bir insan için erken bir ölümdü belki. Ama yüz kırk iki sene yaşayan bir insanın içtiği içkiden fazlasını içmişti. Tabut kapağı  bu koca göbek yüzünden bu cenazede de kapanmıyordu. Taşıyanlar bu ağır yük yüzünden ana avrat küfürleri de saydırıyordu. 
 
Ama onun yerini alan  kedi Salih'in kalitesi biraz yüksek sayılırdı. Sırayı onun almasını bir çokları memnuniyete karşıladı. Günlük on şişe şarap bu adamın limiti sayılırdı ve bu aksilik olmadığı müddetçe de bu kurala uyardı. Eski İstanbullu olması bir bakıma onu diğerlerinden farklı ve özel  kılardı. Çok güzel konuşurdu ve güzel çene çalardı. Sıkı bir Atatürkçü sayılırdı. Dedesi de bir zamanlar Miralay rütbesinde subaymış. Çarşı içine girdiğinde onu gören bütün kediler ona kin ve nefretle bakardı. Lakap belkide bu yüzden ona bir  madalya gibi takılmıştı. Kedilerden kızgınlık sesleri, çığlıklar duyulurdu. Dişler pençeler bir kaplan saldırısı moduna geçerdi. Ama Salih bastonunu onlara sallarken küfürleri  saydırırdı.  Kediler kaçmak zorunda kalırdı. 
 
Kedi Salih hemen hergün  bir kasabın, bir tavukçunun, bir ciğercinin önünde dikilirdi. Kediler uzaktan onu izlerdi. Bir ağacın dalında yahut bir aracın altında. Esnaflar da ona kızgınlıkla bakardı. Elinde bastonu olduğu halde büyük bir sabırla hiç yılmadan, bazen saatlerce beklerdi. Sonuna kasap, tavukçu, ciğerci poşetlerle çıkardı. Kedilere verilen istikaklar, artıklar, kokmuşlar ona takdim edilirdi. Kediler bugün de aç kalacaktı Salih yüzünden. Terk edilmiş boş araziye döndüğünde, diğer şarapçı güruhlar onu ayakta alkışlarla karşılardı. Toplanan çalı çırpılar,  ateş çoktan yanmıştı. Kilolarca artık et, kemik parçaları, kızarmaya hazırdı. Bir gün ortadan kayboldu. Bir süre sonra boğazı sarılı halde meydana çıktı. Konuşamıyordu. Bizim kedi Salih meğerse gırtlak kanserine  yakalanmış... Çok üzüldüler. Hemde çok. Dilini komple kesmişler. İçkide  yasakmış. Hele çene çalması kesinlikle yasaklanmıştı. Bir hafta süreyle arkadaşlarının arasında oturdu. İçmeden, yemeden, konuşamadan onları izledi. Arkadaşları kahkahalarla gülerken onun gözünden yaş damlaları belirdi. Akşam olduğunda birçoğu kalkıp giderken o yerinden kımıldayamadı. Ertesi günü aynı yere içmeye gelenler onu yerde buldular. Ölmüştü kedi Salih. Çevresinde onun sevdiği marka  olan köpek öldüren etiketli on şişe şarap şişesi dağınık halde duruyordu. 
 
Onu ilk bulan ayakçı Vedat hüngür hüngür ağlamıştı. Bu camianın hatırı sayılır bir ayakçısı ve yağcısıydı Vedat. Yıllardır çalışmadığından geçimini bu yolla sağlıyordu. Gerçi bu ayakçılığı bir partide ve ya bir camia da yapmış olsaydı çok başarılı bir insan olabilirdi. Bir görüşe göre yanlış bir adreste bu işi yapıyordu. Üstelik Allahın belası boş bir arazide. Şarapçı, içkici, psikopat takımı arasında bu işi yapmanın bir bedeli bir riski olabilirdi. Bedava içmenin yemenin, her türlü uyuşturucuyu çekmenin dayanılmaz bir cazibesi vardı. "Koş oğlum Vedat, dört bira daha al." Ya da "Vedat iki dakika fırla da Sarıgöle git on liralık esrar al" dendiğinde saniyede fırlardı. Üç dört kilometrelik yolu çok kısa bir sürede geçerdi. 
 
Elli yaşında bir adam için gerçekten büyük bir yetenekti. Yirmi yaşında birine abi derdi. Yalakalık bazen had safhaya ulaşırdı. Sefil insanların ceketini bir beyefendi gibi tutardı. Ağlayanla ağlardı, gülenle gülerdi. Pezevenkle pezevenk olur, hırsızı takdir ederdi. İçtiği insanların adeta can dostu, bir hayat arkadaşı, çekemeyenlerin dediği gibi de belki karısı gibi olurdu. O arazide, tarihi kışlada başı boş köpek sürülerini dahi beslerdi. Onlara çoğunlukla mezelerden artanları verir, çevrede topladığı yemek artıklarını poşetlerle taşırdı. Sürüde bir köpek ile çok iyi anlaşıyordu Vedat. Köpek de ona elinden gelen saygıyı, sevgiyi gösteriyordu. 
 
Vedat hangi grupta içerse, ayakçılık yaparsa bu köpek de onu takip eder, orada oturur, izlerdi. Bu yığınların arasında Vedat bir gün hakaretlere uğradı. Çok geçmeden kafası iyi olan birinden dayak yedi. Bu ortamlarda bir kere düşmeye gör misali. Eskilerin tabiriyle ayakçı Vedat artık bir şamar oğlanına dönmüş gibiydi. Yediği dayaklar aylık istatistikler gibi çetele tutulmaya başladı. Son yediği dayağı izleyen  sarı köpeğin gözünden akan yaşları bir şarapçı farketti. Söylenenlere göre sarı köpek o gece ağaçların arasında sabaha kadar  acı çekerek  ulumuştu. Birkaç gün sonra ayakçı Vedat araziye geldi. Bir grup köpek onu bekliyordu. Grup lideri sarı köpekti. Vedat gülümseyerek yaklaştığında önce hırladılar. Sarı köpeğin başını okşamak isterken ona saldırdılar. Dört bir yandan Vedat'ın koluna, paçasına saldıran köpekler çıldırmıştı. Arkasını dönüp son sürat kaçmaya başlarken pantolonu, ceketi parçalanması bir yana, vücudu her yanı  kan içersindeydi... 
 
Sarı köpek hala ona bakıyormuş. Köpek ağlıyormuş. 
 
Şimdilerde yeni bir seçim oluyormuş  bu arazide...
 
 
 
Toplam blog
: 39
: 393
Kayıt tarihi
: 19.01.12
 
 

Serbest ticaret ile iştigal ediyorum. Çeşitli sivil toplum örgütlerinde aktif görevlerde bulundum..