Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '10

 
Kategori
Bilim
 

NTV ve Sözde Bilim

Efendim, dün akşam bir yandan yemek yiyor, bir yandan da NTV’de haberleri seyrediyordum. İç politika, dış politika, magazin, iç politika, hâlâ bayılmadıysanız biraz daha iç politikadan oluşan bültenin sonlarına doğru, çerez niyetine verdikleri bir astronomi haberi geldi. Malumunuz, Jüpiter bu hafta Dünya’ya en yakın mesafeden geçiyor. Bundan önce en son 1963’te bu kadar yakınımıza gelmiş. Gerçekten de dün akşam gökte Ay’dan sonra en parlak cisimdi kendisi. Neyse, ekrandaki birbirinden renkli Jüpiter animasyonları eşliğinde Can Dündar haberi verdi, sonra “stüdyoda konu ile ilgili bir konukları olduğunu” muştuladı:

Bir astrolog...

Lokmam boğazımda kaldı. Akabinde "Yok artık..." dediğimi duydum. Kocam;

“Ne oldu?” diye sordu.
“Jüpiter haberini bir astrologla konuşuyorlar şu anda.” diyebildim.
“Eh, astronomlar bilgisayar firmalarında çalışıyor.” dedi abartılı bir ciddiyetle, kardeşimi kastederek.

Gülmeye başladık. Bu arada bir kulağım da televizyondaydı. Konuk astroloğumuz, önümüzdeki günlerde teröre ve trafiğe çok dikkat etmemiz gerektiğini anlattı. Birkaç dakika önceki hastane yangını haberini hatırlayınca, laf kalabalığına getirip, yangınları da listeye ilave etti. Daha ben kafamdaki terörist, trafik canavarı ve kundakçı Jüpiter imgeleriyle boğuşurken, Hanımefendi hop diye Pakistan’daki sellerin suçunu da Jüpiter’in üstüne yıkıverdi. Dayanamadım, kanalı değiştirdim.

Düşünmeye başladım. Düşündükçe canım sıkıldı.

Astronomi ile ilgili bir olguyu tartışmak üzere televizyon stüdyosuna bir astroloğu çağırmak, kanser tedavisindeki son gelişmelerin tartışıldığı bir tıp kongresine çıkıkçıları çağırmaya benziyor. İşin kötüsü bunu, “NTV Bilim”in NTV’si yapıyor. Tam komedi.

Astroloji bilim değildir. Bilim olan astronomidir. Başlangıçta böyle bir ayırımın olmadığı, binlerce yıl boyunca astroloji ile astronominin iç içe geçmiş oldukları doğrudur. Bu ayırımı ilk kez Johannes Kepler’in yaptığı kabul edilir. Kepler 1630’da öldüğüne ve biz 2010 senesinde hâlâ “yay burcunun gezegeni Jüpiter”, “boğa burcunun özelliği zeki ama tembel olması” diye saçmalayabildiğimize göre, tam 380 yıl boşa geçmiş demektir.

Günümüzde istisnasız bütün günlük gazetelerde bir yıldız falı köşesinin olması ve aynı gazetelerin kırk yılda bir verdikleri astronomi haberlerinin özensizliği aslında çok şey anlatıyor. Her zaman olduğu gibi sözde bilim, özde bilimin yerini alıyor.

“Sözde bilimin, (1) gerçek bilimin anlaşılamadığı oranda benimsendiği söylenebilir.....Eğer bilimin ne olduğunu hiç duymadıysanız, nasıl çalıştığını bilmiyorsanız, sahte bilime kucak açtığınızın farkında bile olmazsınız.”

(Carl Sagan, The Demon Haunted World – Science As A Candle In The Dark.) (2)


Sadece gözlemleyebildiğimiz evrende milyarlarca galaksi varken, bu galaksilerden birinde, Samanyolu’nda bulunan yaklaşık 200 milyar yıldız içinde Güneş’in ayrıcalığı nedir? Onun etrafında dönen mavi renkli gezegende yaşayan milyarlarca canlı organizma arasından, Ayşe’nin doğum saati ve yerinin, evrenin umurunda olduğunu düşünebilmek nasıl bir kibirdir?

İnsanlar Mars’ın çekim gücünün, Satürn’ün halkalarının ya da Neptün’ün çatalının, doğumlarından itibaren yaşamlarını etkilediğine nasıl inanabiliyorlar?

Cevap veriyorum: Okullarda fen derslerinde öğretilmeyenlerin boşluğunu hokus pokus dolduruyor.

Peki, doğum anında Ayşe’ye Mars’tan çok daha yakın bir konumda duran Ayşe’nin ebesinin çekim gücü ne olacak? Ayşe’den 2 dakika sonra doğan ikizi Neşe’nin 3 yaşına gelmeden ölmesi ve Ayşe’nin 83 yaşına kadar yaşaması 2 dakikalık farkla mı açıklanacak? (3)

12 Aralık’ta saat 13:12’de doğan Ayşe’nin ebesinin, tam da o anda saate bakmaktan daha önemli işleri yok mudur? Peki, doğum belgelerindeki saatlerden, örneğin göbek bağı kesme süresini düşerek, gerçek doğum saatine ulaşmak mümkün müdür? Bu kargaşada Ayşe’nin yıldız haritasını neye göre çıkaracak, “yükselenini” neye göre hesaplayacağız? 13:12’de değil de 13:01’de doğmuşsa, “başarıdan başarıya koşacak, sanatçı ruhlu bir karides burcu” değil de “hiçbir baltaya sap olamayacak, hırçın bir antilop” olmadığını nereden bileceğiz?

Sorular, sorular... Aslında cevaplarını bal gibi de bildiğimiz, ama kıvırtırken orta yerimizden düğüm olduğumuz sorular...

İnsanlar, tıpkı galaksiler, yıldızlar, gezegenler ve uydular gibi, evrenin küçük ve önemsiz bir yan ürünü oldukları gerçeğiyle başa çıkamadıkları için, kendi varlıklarına temelsiz ve acıklı bir önem yüklüyorlar.

Bilmediklerini öğrenmek, öğrenmek için çaba göstermek yerine, işlerine gelen cevabı kim veriyorsa onun peşinden gidiyorlar. Zira kolayı bu. Kaldı ki çoğu zaten bilmediğini de bilmediğinden, herhangi bir eksiklik de duymuyor.

Merak etmeyi, sorgulamayı, şüpheciliği öğretecek olan bilimdir. Onun önündeki en büyük engel de, kuşkusuz kendisinin bir parodisi olan sözde bilimdir.

Bu pilav daha çok su kaldırır.


(1) İngilizce “pseudoscience” karşılığı.

(2) Çeviri bana aittir. Ayrıca bu kitap “Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı” adıyla Tübitak Yayınları tarafından yayınlanmıştır.

(3) Bu örnekler bana değil, yine Carl Sagan’a aittir.

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..