Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '18

 
Kategori
Tarih
 

Nutuk, Özet (III), Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-21 Ekim 1927, TBMM CHP Kongresi konuşması

Nutuk, Özet (III),  Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-21 Ekim 1927, TBMM CHP Kongresi konuşması
 

Allah Bize bu yaştaki çocuklarımızı tekrar askere göndermek nasibetmesin..


Bu bölümde İstanbul’un teslimiyetçi, yenilgiye alışmış ruhunu, İstanbul Hükümeti ile olan anlaşmazlıkları, iç isyanları, gücün yıkıcı kullanılmasının getirdiği olumsuzlukları, Ethem Bey ve kardeşlerinin sebep olduğu iç savaş tehlikesini, milletvekillerinin olaylara bakışını, Yunanistan’ın fırsatçılığını  ve Ankara’nın Meclisi Ankara'da toplayıp, ayağa kalkabilmek için çabalarını göreceğiz.

Efendiler Meclisin toplanacağı yer konusunda karar vermek ve bu kararı ulusa, seçilen milletvekillerine uygulatmak,  dikkatli, özenli olmayı, gerçek eğilimi anlamayı ve uygulanması mümkün kararı seçmeyi gerektiriyordu.  Kararlarımızı almadan önce Temsil Heyetinden olan, olmayıp katılmalarında yarar görülen kişiler ve komutanların katılmasıyla 16 Kasım 1919 günü üç maddelik gündemimizi görüşmeye başladık. Mebuslar Meclisinin toplanma yeri konusunda cemiyetimizin merkez heyetlerinden gelen dört farklı görüş şekilleniyordu. İstanbul dışında, İstanbul’da, İstanbul yakınlarında, Hükümetin uygun bulması halinde Salih Paşanın kişisel görüşü İstanbul dışında toplanılabilirdi. Gündem olarak toplantıda üç konu 16-29 Kasım 1919 tarihlerinde görüşüldü. Alınan kararlar kısaca şöyleydi: Milli Meclisin İstanbul’da toplanması konusu, sakıncalarına rağmen,  İstanbul Hükümetinin neden İstanbul’da toplanmadık deyip ülkede bunalıma sebep olmaması için kabul edildi. Vekillerin İstanbul’a gitmeden önce fikirlerinin alınması, Onlara İstanbul dışında ve İstanbul’da programımızın ilkelerinin anlatılması ve bunları Mecliste savunacak kuvvetli bir grup kurulması gereğinin anlatılması ve alınacak güvenlik önlemlerinin belirtilmesi kararlaştırıldı. Cemiyetin örgütünü geliştirmesi için komutan ve askerlik şube başkanlarının fiili yardımda bulunmaları, Tüm sivil memurlardan ulusal örgüte bağlı kalacaklarına dair söz almak ve Cemiyet örgütünü yaygınlaştırmaya hızla girişmelerini istemek kararlaştırıldı.         

Temsil Heyeti, Milletvekillerinin güvenlik ve serbestlik ile yasama görevlerini yapabildiklerini doğrulayana kadar, İstanbul dışında ulusal görevine devam edecekti. Üçüncü gündem maddesi Paris Barış Konferansı hakkımızda olumsuz karar verir ve bu karar Milli Meclis ve Hükümet tarafından onaylanırsa ulusal iradeye başvurulacaktı.

Efendiler seçilen milletvekillerine verilen bilgi ve talimat aşağıdadır.  İstanbul İtilaf devletleri ve özellikle İngiliz kara kuvvetleri işgali ve deniz kuvvetleri kuşatmasındadır. Düzeni sağlayacak güçler yabancı elinde ve karmakarışık durumdadır. Rumlar İstanbul milletvekili adıyla kırk (40) kişi seçmiş Atina’dan gelen liderler ve komutanlar yönetiminde kurdukları gizli polis ve ihtilalci örgütleriyle ayaklanacaklardır. Hükümetin İstanbul’da hiçbir şey yapamayacağı açıktır. 

İstanbul’da toplanılıp ”İtilaf devletlerinin barışın kararlaştırılmasını beklemeden, ateşkes anlaşması şartlarına aykırı olarak yurdumuzun önemli kısımlarını işgali, Hıristiyan azınlıkların haklarımıza saldırması reddedilirse ve toprak bütünlüğümüz ve bağımsızlığımız kararlı bir şekilde istenirse” Meclisin dağıtılması, üyelerinin tutuklanması veya sürgün edilmesi uzak bir olasılık değildir. Meclise vurulacak darbeyle bağımsızlığımız zarar görecektir. Salih Paşa Meclisin İstanbul dışında, düşman etkisinden uzakta güvenli bir yerde toplanmasını imzasıyla doğrulamıştır. Meclisin İstanbul dışında toplanması halifelik ve padişahlık makamının tehlikede olduğunu İslam Dünyasına gösterecek, Meclisin Ulusun kaderini eline aldığını açıkça İtilaf Devletlerine ispat edecektir.

Mahzurlara gelince; İstanbul dışında Meclisin toplanmasını Ulusun düşmanları; İstanbul’dan vazgeçildi şeklinde zararlı bir propagandaya dönüştürebilir. Hükümet-Meclis teması İstanbul’daki gibi olamayacaktır. Meclis açılışı, padişahın yorulmaması için, atayacağı vekille olacaktır. Bugünkü Hükümet belirtilen mahzurlara dayanarak Milli Meclisin İstanbul dışında açılmasını uygun görmedi.

9 Kasım 1919 tarihli telgrafında Savunma Bakanı Cemal Paşa Hükümetin fikrini şu noktalar üzerinde topluyordu: 1.Seçimlerin güvenlik içinde yapılması, 2. Mebuslar Meclisinin İstanbul’da toplanması 3. Ulusal örgüt adına Hükümet işlerine karışılmaması. 4. Temsil Heyeti adına yapılan isteklerin müdahale niteliğinde olduğu 5. Hükümetin tarafsız olduğundan, “Ulusal örgüte karşı olanlara baskı ve ceza yoluna gidemeyiz” görüşünde bulunuyordu. Telgrafın sonunda “Şimdiki durum, kısa bir süre daha devam edecek olursa, Bakanlar Kurulu’nun çekileceği kesindir” diyordu.

Efendiler bu görüşler incelenirse  “Ulusal örgüt karşıtı görüşte olanların ülke ve ulus düşmanı olarak kabul edilmediği” görülmektedir. Hükümet Adapazarı, Karacabey, Bozkır, Anzavur olaylarını suç saymıyordu. Ayrıca, Cemal Paşa, ”Mebuslar Meclisi’nin İstanbul dışında toplanmasına padişahın izin vermeyeceğini, İşgal Kuvvetlerinin Mebuslar Meclisine saldırılarının belki Osmanlı Devleti için iyi sonuçlar vereceğini, Kuvayi Milliye ruhu taşımayan memurların ve eski hükümet ileri gelenlerinin çoğunun sırtını işgal ordularına dayadığını” açıklıyordu. Cemal Paşa “Muhalifler ve yabancılar Meclis’in açılmasına engel olmaya karar vermişlerdir. Temsil Heyeti de bu engellemeye, toplanma yeri çekişmesiyle devam ederse işimiz Allah’a kalıyor demektir” notunu düşüyorlardı.

İçişleri Bakanı Damat Şerif Paşa’nın olumsuz davranışları: Damat Şerif Paşa, “Ulusal birliği bozacak, ulusu artan saldırılar karşısında sessiz ve hareketsiz tutacak önlemler alıyordu. Örneğin Kuvayi Milliye karşıtı Eskişehir’de kalamayıp İstanbul’a gönderilen kadı Hamdi Efendi’nin tayini tekrar Eskişehir’e yapılıyordu. Bu tayinin iptali, gelirse kadının tekrar kovulacağı açıklamamıza,  Cemal Paşa 24 Kasım 1919 tarihli telgrafında “Devletin içişleri ve siyasi çalışmaları kesinlikle ortaklık kabul etmez” görüşünü söylemekteydi.

Refet Paşa Salihli ve Aydın cephelerine komutan olarak gönderiliyor. Refet Paşayı Salihli ve Aydın cephelerine komutan gönderdik. Refet Paşa, Demirci Mehmet Efe ile birlikte çalışmayı uygun bulup, komutayı almak gereğini duymamış. Bir müddet sonra bölgeden ayrılıp Nazilli-Balıkesir-Bandırma-İstanbul ve Bursa rotasını izlemiş ve İstanbul’da bazı arkadaşlarıyla görüşmüş. Refet Paşanın görevine sadık kalıp daha dikkatli olması gerekirdi. Bu davranışlar Aydın ve Salihli cephelerinde, düzenli ordu kurulana kadar, ciddi bir sevk ve yönetim eksikliği oluşturmuştur.

Sait Molla nasıl çalışıyordu?Efendiler Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin hoşgörüsü nedeniyle Cemal Paşanın bahsettiği gibi; İstanbul’daki gizli cemiyetler sırtını yabancılara vererek, bol para ile gerçekten ülkeyi tamamen ateşe vermek için olanca güç ve çabalarıyla çalışıyorlardı. Hadiseler çıkararak işgalcilere hizmet etmek çabasındaydılar. Örneğin İngiliz Muhipler Cemiyeti sözde lideri Sait Molla, Rahip Frew’a gönderdiği on iki mektubun birinde “Çetelerimizin Adapazarı, Karacabey ve Şile’de Rumlara karşı yapacakları saldırıları temel alarak, Kuvayi Milliye’nin güvenliği bozduğunu ileri sürerek işgal edilecek şehir ve kasabaların sayısını artırmayı teklif ediyordu”. Ayrıca, Sait Molla Anadolu’da kök salan ulusal hareketin yok edilmesi için, seçimlerden önce, Kuvayi Milliye’nin güvenliği bozduğunu konu alan İtilaf Devletleri ortak notasının Babıâli’ye verilmesini Ferit Paşa’nın rica ettiğini Mister Frew’e aktarıyordu.

Rahip Frew’e bu işlerden belirli süre uzaklaşmasına yol açabilir diye bir mektup gönderdim. Mektubumda “Kışkırtmalarla sağlanacak işgallerin uygarlık dünyasına karşı utanç verici olduğunu, bu tür planların Türk Ulusu üzerinde uygulanma imkânı olmadığını belirttim. Padişahın sorumluluk taşımadığını tarafsız olduğunu, insani ve uygar olmayan girişimlerin İngiliz ulusunun bilgisine sunulursa tasvip görmeyeceğini belirttim. Bir din adamı olarak, sonu boğazlaşmayla bitebilecek, siyaset oyunlarına katılmaması gerektiğini hatırlattım.”

Çürüksulu Mahmut Paşa’nın açıklaması: Efendiler, İstanbul’un havasını soluyan kişilerin zihniyet ve düşüncelerinde oluşan olumsuz sapmalara örnek olmak üzere, Âyan üyelerinden Çürüksulu Mahmut Paşa Bosfor gazetesine yaptığı açıklamada “Ermenilerin aşırı isteklerine hak vermeksizin, sınırlarda bazı düzeltmelerin yapılmasını kabul ederiz” demişti. Sulh komisyonu üyesi, bir devlet adamının toprak ödünü verileceğine dair bu cümleyi kullanmış olması şaşılacak şeydi. 17 Kasım 1919 tarihinde Mahmut Paşa’ya yazdığım telgrafta “Ulusun Ermenistan’a bir karış toprak bırakmayacağını, Hükümet böyle bir acı karara boyun eğerse, Ulusun kendi haklarını koruyacağını ve bunun bütün Dünya’ya duyurulmuş olduğunu” belirttim.

Ulusal örgütün yeniden düzenlenmesi:  Efendiler ulusal örgütün düzene sokulması önemliydi. Seçimler nedeniyle ortaya çıkan bazı düşünce ayrılıklarının giderilmesi çarelerine başvuruldu. 

Bir araya gelerek anlaşmış bulunan ortak iç ve dış düşmanların uygulamaya çalıştıkları planın ortak bir noktası da ülkede karışıklık olduğunu ve Hıristiyanlara saldırıldığını; eylemli ve maddi kanıt ve olaylarla Dünya kamuoyuna kanıtlamak, bu eylem ve hareketlerin Kuvayi Milliye tarafından yapıldığına inandırmaktı. Bu amaçla çeteler oluşturarak, Hıristiyan halk üzerine saldırtmak ve bu çetelerin işleyecekleri cinayetleri Ulusal örgütün üzerine atmak yolunu izliyorlardı. İstanbul Hükümeti ise çeteleri değil, Kuvayi Milliye’yi suçluyordu. Olaylar Biga, Balıkesir, İzmit, Adapazarı, Bolu çevresinde dikkati çekiyordu. Özellikle İstanbul’a yakın İzmit bölgesinde silahlı ulusal birlikler oluşturmak ve hain çeteleri izleyerek Onları ortadan kaldırmak yolunu seçtik.

 İzmit’te Ulusal örgütümüz tarafından tavsiye edilen Yahya Kaptan 4 Ekim 1919’da Kuşçalı Telgrafhanesinde emrimi bekliyordu. “Bölgede kuvvetli bir örgüt kurunuz. Adapazarı Kaymakamı Tahir Bey aracılığıyla bizimle bağlantınız olsun” dedim. Yahya Kaptan bu emir üzerine; örgütünü kurup, aylarca İstanbul’la bağlantılı hain çetelerin peşine düşüp, işlerine engel oldu.  Kuvayi Milliye’den görünen bu çeteler eşkıyalık yapıyor, haraç topluyor, keselerini dolduruyor ve Hıristiyan Rum halka eziyet ediyor, saldırıyordu. Binbaşı Necati Bey, Yüzbaşı Nail Efendi himayesindeki Küçük Aslan Bey çetesi, kendilerine engel olan Yahya Kaptan’a iftira atarak suçlamalar yapıyor ve aldatıp yanlarına getirerek öldürmek istiyorlardı. Kasım ayında Yahya Kaptan kendisine yapılan bir aldatma ve suçlama tuzağından kurtulmuştu.

Yahya Kaptan İstanbul Hükümeti tarafından öldürtüldü. İstanbul Hükümeti Tavşancıl’a (Dilovası yakını Gebze) özel kuvvet gönderip,  birçok evi basmış, köy ihtiyar heyetini toplayıp Yahya Kaptan’ı teslim etmezlerse insanlarıyla beraber köyü yakacaklarını söylemişler. Köylüler iki gündür Yahya Kaptan’ın köylerinde olmadığını ve nerede bulunduğunu bilmediklerini söylemiş. Daha sonra suçsuzluğundan emin olan Yahya Kaptan,  6 Ocak 1920’de çatışma olmadan teslim olmasına rağmen köy dışında kesici bir aletle öldürülmüş. Kafatasının olmaması bunu doğrulamaktadır.

Özeleştiri yaparsak; Çeteler suçlarını Kuvayi Milliye’ye atmayı başarmışlar ve kendileriyle mücadele eden Yahya kaptanı öldürterek başarı kazanmışlardır. Gebze’de Kuvayi Milliye’nin dayanağı olarak bilinen Yahya Kaptan’ın öldürülmesi Hükümetin cesaretlenerek ulusal harekete daha saldırgan tutum izlemesine yol açacak ve bu olay yabancılar tarafından Hükümetin gözünde Kuvayi Milliye’nin değersiz ve yok edilebilir bir nitelikte görüldüğü şeklinde anlaşılacaktır. İstanbul Hükümeti, Kuvayi Milliye’ye  Anadolu halkının değer vermediğini yaymak, ulusal direnişi önlemek ve halkı susturmak istemektedir. Bizim İstanbul örgütümüz de böyle bir cinayetin işlenmesine aracı olmuştur. Tedbir olarak ivedi İzmit, Gebze Kuvayi Milliye’sini  güçlendirme yoluna gittik.

1919 sonbaharında karşılaştığımız diğer bazı olaylar:Efendiler İtilaf Devletleri Ankara-Eskişehir demiryolunun işletilmesine engel olmuştu. İtilaf Devletlerinin hattın işletilmesi için sert bir şekilde protesto edilmesini 21 Ekim 1919’da Ankara Merkez Heyetine bildirdik. Fransızlar Bandırma-Soma demiryolunun denetlenmesi bahanesiyle Bandırmaya bir müfreze (küçük birlik) çıkarmışlardı. Güvenliği kusursuz olan Bandırmaya asker çıkarmaya hakları yoktu. 24 Ekim 1919’da 14. ve 56. Tümen Komutanlarının dikkatini çektik. Yabancı subaylar Aydın cephesinde dolaşıp propaganda yapıyorlar ve durumu anlıyorlardı. Bu gibi subaylara birliklerle görüşme izni verilmemesini, resmi başvurularının Hükümete, Kuvayi Milliye’ye  bir söyleyecekleri varsa merkez heyetlerimiz aracılığıyla Bize ulaşabileceklerini belirttik. Propaganda yapanların koruma altında bölgeden çıkarılmalarını, zorunluluk olursa silah kullanmalarını istedik. İzmir halkının seçimlere katılmasını istiyorduk. Yunanlılar engelliyordu. Bu durumu 29 Kasım 1919’da İtilaf Devletleri temsilcileri ve tarafsız elçilikler katında protesto ettik. İzmir halkını telgraf idaresiyle bilgilendirdik.

Ankara’ya geliş: Hükümetin Mebuslar Meclisini İstanbul’da toplama kararı üzerine 18 Kasım 1919 tarihli emir ve genelgede milletvekillerini belirlenen yerlerde gruplar halinde toplayarak, bilgilendirmeyi istedik. Her sancaktan birer milletvekilini Eskişehir’e davet edip, Eskişehir üzerinden İstanbul’a gidecek diğer milletvekilleri ile birleştirip, kendimiz de Eskişehir’e giderek yapılacak genel toplantıda tam bir fikir alışverişinde bulunmayı planladık. Milletvekillerinin İstanbul’dayken güvenlik önlemlerinden de söz etmek istiyorduk. Daha sonra oluşan yeni şartlar gereği Ankara’da kalarak bu toplantıyı yapacaktık. Bir ay daha Sivas’ta kaldık. Ankara’ya 27 Aralık 1919’da vardık. Yolculuğumuz sırasında ulusal örgütün kökleşmiş, ülke ve ulusun geleceğini kurtaracak güç haline geldiğini gördük. Ankara’ya yönelmemiz, işgal altında olan Batı ve Güneybatı illerimiz için kuvvetli savunma cepheleri oluşturmamıza imkân verebilecekti. Kazım Karabekir Paşa’nın değindiği Doğu illerinin örgütsüz ve savunmasız kalması tehlikesi uzak bir ihtimaldi çünkü O’nun komutasındaki 15. Kolordu Doğu’da hazır bulunuyordu.

Genel durumu yönetenlerin önemli hedefe ve tehlikeye yakınlık şartı:Genel durumu yönetme ve yürütme sorumluluğu olanlar en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye yakın bulunmalıdır. Yeter ki bu yakınlık genel durumu gözden kaybettirecek derecede olmasın. Ankara bu şartları kendinde toplayan bir noktadaydı. Ankara’ya varışımızdan sonra; Ankara-Eskişehir yolu demiryolu işlemeye başlamış olduğundan milletvekilleriyle görüşme yeri olarak Ankara’yı belirledik. İstanbul Hükümeti milletvekilleriyle buluşmamızı istemedi ve Onların en hızlı araçla İstanbul’a gelmesini söyledi. Milletvekillerine “Temsil Heyetince istirham edildiği üzere Temsil Heyeti üyesi seçilmiş milletvekillerinin ve diğer milletvekillerinden görüşmelere katılmak isteyenlerin 5 Ocak 1920’den başlayarak Ankara’ya gelmeleri bir daha rica olunur“  içerikli telgrafları çektik. İstanbul Hükümeti, “Önceden yapıldığı gibi milletvekilleriyle görüşmelerde bulunmak üzere geniş yetkilere sahip bir kişinin Temsilci sıfatıyla İstanbul’a gönderilmesi, amacın gerçekleştirilmesi için yeterlidir “ görüşündeydi. Hükümet tarafından, toplantıyı yapacağımız bir buçuk ay öncesinden bilinmesine rağmen “İstanbul’a hemen gelin” çağrısını bizimle görüşmemişlerdi. Taşradaki milletvekillerini sıkıştırmak, bizim girişimimizi sonuçsuz bırakmaya çalışmak doğru muydu? Seçimlerin aylarca gecikmesi sırasında hiç acele etmeyenler, aylarca çalışılarak her birinin milletvekilliği elde edildikten sonra üç beş gün gibi az bir gecikmeyi istemiyorlardı. İstanbul’daki bu efendiler Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ne bağlı değiller miydi? Bir cemiyetin üyeleri, milletvekilleri oldukları halde bile, cemiyetin lideriyle görüşerek, belirlenecek program gereği davranmak zorunda değiller miydi? Ülke içinde bağlı oldukları örgütün amaçlarına uygun davranmalarının ve bunu duyurmalarının içerde ve dışarda güven ve saygı kazandıracağını anlayamıyorlar mıydı? Bu oldu bitti’yi oluşturamayınca, Bizim duyuru yapmamızı istemeleri de uygun değildi.     

Efendiler, Cemal Paşa’ya “Sivas Genel Kongresiyle oluşan kararlar, Mebuslar Meclisi’nin büyük çoğunluğu tarafından bir inanç ve ilke olarak kabul olunamazsa ulusal hizmetimizin sağlayacağı başarılar boşa gider, ülke bir felaketle karşı karşıya kalabilir. Karşılıklı görüşerek bir ülkü birliğine varılması önemlidir” telgrafını gönderdik.

Savunma Bakanı Cemal Paşa genç komutanları işbaşından uzaklaştırmak istiyor. Savunma Bakanı Dünya savaşında yetişmiş, Kolordu ve Tümen komutanlıklarına yükselmiş ne kadar genç general ve komutan varsa Onların yerine İstanbul’da yığılmış eski general ve komutanları atamak istiyordu. Bu ilkenin taraftarı olamazdık. Özellikle ulusal amaçlara bağlı ve o yolda hareket eden, kişilikleri belli komutanları böyle boş ve özel bir amaca dayanabilecek ilkeye feda etmemeye kesinlikle karar verdik. Savaşta yararlık göstererek yükselmiş kişilerin rütbesini küçültmek olamazdı.  Komutanlardan tayin olsa bile komutayı bırakmadan, görevlerine devam etmelerini istedik. Ayrıca, İstanbul’da bulunan genç ve özverili subayların ve doktorların bir an önce Anadolu’ya ordu birliklerine gönderilmesini faydalı buluyor ve istiyorduk.

İtilaf Devletlerinin Karadeniz başkomutanı Milne,  Osmanlı Devletinin Savunma Bakanına emir vermektedir. İzmir’in işgaliyle akıtılan kanlar sebebiyle Osmanlı devleti Yunan birlikleri ile Kuvayi Milliye arasına Osmanlı birliklerinin yerleştirilmesini istiyor. Devlet General Milne’ye, 23 Ağustos 1919 tarihli tezkereyle öneride bulunuyor. General Milne öneriyi kabul etmiyor ve 3 Kasım 1919 tarihinde düşmanların gireceği sınırı belirliyor ve bu sınıra kadar Yunanlıların işgalinin sağlanmasını emrediyor. Cemal Paşanın yerine getiremediği emir budur ve İtilaf Devletleri’ne bir ay sonra “Kuvayi Milliye’ye karşı güçsüz olduklarını” söyleyebilmiştir. Ama Osmanlı’nın daha büyük hatası, “Milne’nin doğrudan Osmanlı bakanına emir ve talimat vermesini protesto edememiş olmasıdır”. Hükümet korkmaktadır. İnsaf ve merhamet dilenmekle ulus işleri, devlet işleri görülemez. Ulusun, devletin onur ve bağımsızlığı korunamaz.

Efendiler, saygıdeğer Ankara halkıyla tanışmak, Onları bilgilendirmek amacıyla bir konferans vermiştim.Toplantıda “Wilson ilkelerine değindim.14 maddelik Wilson ilkelerinden Türkiye’yi ilgilendirenleri vardı. Yenilgiye uğrayan ve ateşkes yapan Osmanlı Devleti’nin bu ilkelerin (madde 12) gönül okşayıcı yanılsamasıyla bir müddet oyalandığını” belirttim.Gerçekte, savaşı kazananlar kaybedenleri istedikleri gibi parçalamış, Wilson ilkeleri hiç dikkate alınmamıştır. Osmanlı o ilkelerden kendince umutlanmış ve yanlış yorumlamıştır. Osmanlı’nın imzaladığı 30 Ekim 1918 tarihli Mondros ateşkes anlaşmasının sadece yedinci maddesi bile “İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edici bir durum olduğunda herhangi bir strateji noktasını işgal hakkına sahip olacaklardır.” düşmanların yurdun kalan kısımlarını işgaline yetiyordu. İstanbul’daki güçsüz, onursuz  kimselerden meydana gelen Hükümetler, suçsuz ve Allah’a güvenmiş Ulusun sembolü olarak tanındı. Uygar devletler, onların yüzünden Ulusumuza saygıyı azalttı. Dokuz aydan beri başlayan Ulusal uyanış ve çalışmalar durumu değiştirecektir. Ulus, oluşan birliğini korur ve bağımsızlığı için özveriden çekinmezse başarı kesindir. Ulusun amacı Erzurum ve Sivas Kongreleri ilkelerini gerçekleştirmektir.” mesajını verdim.

Milletvekilleri Ankara’ya teker teker veya küçük gruplar halinde gelip gittiler. Milletvekillerinin manevi gücünü artırmak üzere “Öncelikle içteki ve dıştaki durumun olumlu gelişen konularını açıkladık.  Sonra amaç etrafında birleşmenin sarsılmaz güç olduğu gerçeğini yorulmaksızın tekrar ettik. İsteklerin elde edilmesinin tam birlik sağlanmasına bağlı olduğunu anlattık. Vatanın kurtuluşu, bağımsızlığın elde edilmesi örgütün varlığına ve iyi yönetilmesine bağlıdır. Mebuslar Meclisinde kuvvetli, dayanışma içinde bir grup kurulmalıdır.  Ulus kaderini eline almalıdır dedik. Ankara’da ulusun istek ve amaçlarının kısa bir programa temel olacak şekilde toplu olarak ifadesi de görüşüldü. Misakı Milli adı verilen programın ilk taslakları da bir fikir vermek amacıyla kaleme alındı.

Açıklama: Seçimlerde Müdafaai Hukuk Cemiyetinin adayları başarılı oldu ve Mustafa Kemal Erzurum Milletvekili seçildi. Mustafa Kemal, Anadolu’daki ulusal hareketin Meclisi Mebusan’a egemen olduğunu halka anlatmak ve bu grubun öncülüğünde yurdun kurtarılması için kararlar almayı istiyordu. Bu amaçla İstanbul’a güvenlik sebepleriyle gitmemesine rağmen kendisinin Meclis Başkanı seçilmesini rica etmişti.

Efendiler, Mebuslar Meclisi 12 Ocak 1920 tarihinde açıldı. Milletvekilleri İstanbul’da toplandıktan bir hafta sonra Başkanlık divanı ve dolayısıyla Meclis Başkanı seçimiyle ilgilendiler. Genel toplantıda Reşat Hikmet Bey başkan seçilmişti. Rauf Bey’in açıklamalarına göre benim başkan olmam konusundan sadece Şeref bey bahsetmiş. Halbuki ben kişisel olarak değil “Kuvayi Milliye’nin Ulus tarafından kabul edildiğini doğrulamak, Meclis dağıtılırsa başkanlıkla ilgili görevleri yapmak, ulusal varlığımızla bağdaşmaz bir barış önerisi karşısında ulusça bir ayaklanma, Meclisin başkanı olarak ulusun maddi manevi tüm güçlerini harekete geçirmek düşüncesiyle “ başkanlığı istemiştim. Milletvekilleri İstanbul’da toplandıklarında, Mecliste bulunmayan bir vekilin kendisi yokken başkan seçilmesini uygun bulmamışlar ve Meclis Başkanlığına Kuvayi Milliye başkanını seçmek Meclise saldırılmasına fırsat vermek olabilir düşüncesiyle fikirlerini değiştirmişler. Meclis Başkanlığına seçilen Reşat Hikmet Bey,  İtilaflar tarafından sonradan uydurma sebeplerle tutuklandı.

Savunma Bakanı Cemal Paşa’nın 21 Ocak 1920 tarihli telgrafını aldım.İngilizlerin Hükümete verdikleri bir notada kendisinin ve Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’nın Hükümetten çekilmesini istediklerini, yerine Salih Paşa’nın vekâlet edeceğini belirtiyordu. Verilen notayı göndermesini, istifa etmekte acele etmemesini önerdim.  Paşaların görevden çekilerek, İngilizlerin isteğine uyması, uygun değildi. İngilizlerin bu isteği, devletin siyasi bağımsızlığına kesin bir saldırıydı. Bu saldırıyı, devletçe kabul eder ve ulusça susarsak siyasi varlığımıza karşı karar ve uygulamalara kendimiz yol açmış olurduk. İçerde ve dışarda Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ne dayandığı bilinen bu Hükümetin öneriyi geri çevirmesi isteğimizdi.  Gösterilecek bir uysallık, Hükümeti ulusa karşı verdiği sözden dönmüş, mücadelemizi geciktirmiş ve güçleştirmiş olurdu. Hükümet kabul etse bile, Biz hükümetin sorumlu olduğunu ve bunun bağımsızlığımızı zedeleyen bir tutum ve hareket olduğunu belirtirdik. İstek yerine gelmez ve İngilizler tüm Hükümeti düşürmek isteseler bile bu durum onların emriyle bakanı gözden çıkarmaktan daha uygundu.

Sadrazam Ali Rıza Paşa, telgraf başında“Cemal ve Cevat paşaların Hükümetten çekilme isteğini İngiltere, İtalya ve Fransa Temsilcilerinin ortaklaşa istediğini, Hükümetin istifayı planladığını ancak Cemal Paşa’nın Mebuslar Meclisi henüz toplanmamışken bunun vatanın çıkarlarına aykırı olduğunu, Hükümetin çekilmesinin İstanbul’u Anadolu’dan ayırmaya kadar tehlikeli sonuçlar doğuracağını söyleyerek, kendisinin çekilerek sorunun çözülmesini tercih etmiştir. Konunun aşamaları budur. Mebuslar Meclisi bir iki güne kadar çoğunluğu sağlayarak toplanacak, Hükümet tüm sorunları Meclis’in gözü önüne serecektir.” açıklamasında bulundu. Mebuslar Meclisine “İngiliz müdahalesine karşı mücadele verilmesini, görevin Ulusun vekillerinde olduğunu, İngilizlerin saldırılarını durdurmazsa Meclisin görevi Anadolu’ya geçmek ve ulusun yönetimini üstlenmektir. Bu amaçla şimdiden gerekli önlemleri alıyoruz” bildirisini 22 Ocak 1920’de gönderdim.

Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanması kararı: Yabancıların İstanbul’da saldırılarını artırmaları, bakan veya milletvekillerinden bazılarını tutuklama olasılığına karşı Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanması için 22 Ocak 1920’de emir verdim.

Ali Rıza Paşa Hükümeti istifalar sonrası, üyelerini değiştirdi. Meclis’te programını okudu ve güvenoyu aldı.Programında, Hükümetin Anadolu ile haberleşmelerin kesilmesine kadar varan anlaşmazlığın giderilmesinde başarılı olduğunu, bundan böyle ulusal iradenin yüce Meclis’te ortaya çıkacağını, artık meşrutiyet kurallarına uygun harekete hiçbir engel düşünmediğini söyledi. Siyasi topluluklara karşı tarafsızlıktan ayrılmadığı ve ayrılmayacağı güvencesini verdi. Devlet yönetiminin düzeltilmeye ihtiyaç duyduğunu belirtti. Azınlıkların haklarını güvence altına almak için nispi temsil yöntemine başvuracağız. Adliye, maliye, bayındırlık ve güvenlik işlerinde ve hatta sivil yönetimde yabancılara denetim konusunda yeterli yetki vereceğiz. Ateşkes hükümlerinden ayrılmamak İstanbul Hükümeti tarafından gerekli görülmektedir beyanında bulunurken,  “İzmir’in işgalinden dolayı ortaya çıkan karmaşa ve karışıklığa son verecek ancak barıştır” demekle yetindi. “Kararlılık ve ileri görüşlülüğün güçlükleri yenebileceğine inancı olduğunu belirtti.”

14 Şubat 1920 tarihinde Hükümet  “Meclis Genel Kurulu çalışmaya başladığından, meşrutiyet ilkeleri uygulanan ülkemizde bu Meclis’ten başka yerde ulusal irade adına söz söylemeye ve istekte bulunmaya gerek kalmadığından, Hükümet işlerine karışan her tür çalışma ve hareketler cezalandırılacaktır” genelgesini yayınladı.

İstanbul’dan gönderilen 19 Şubat 1920 tarihli yazıda “İngiltere‘nin sözlü bildiriminde padişahlık başkentinin Osmanlı Devleti’nde bırakıldığı bildirilmiş fakat bununla beraber Ermeni katliamının durdurulması, Yunanlılarla bütün İtilaf Kuvvetlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiştir. Aksi halde barış şartlarının değiştirileceği ve şikayete yol açacak en küçük bir olaya bile fırsat verilmemesi” tavsiye edilmiştir.

Efendiler, gerçekte “Güney bölgelerinde yabancı kuvvetleri tarafından silahlandırılan Ermeniler, bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmaktaydılar. Öç alma düşüncesiyle her tarafta adam öldürme ve yok etme politikası gütmekteydiler. Maraş Müslümanlarını top ve mitralyözlerle yok ettiler, anne ve çocukları işkenceyle öldürdüler. Şahitler, şehirde kalan Amerikalılardı. İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraflar acı olayları yaratanları belirlemekteydi. İzmir ve Aydın çevresinde durum daha acıklıydı. Yunanlılar kuvvet ve araçlarını artırıyor, saldırı hazırlıklarını tamamlıyor ve her gün oraya buraya saldırmaktan geri durmuyorlardı. O günlerde İzmir’e bir piyade ve bir süvari alayı, yüklü miktarda araç ve cephane çıkarıyorlardı.

Efendiler, Ulusumuz saldırı altındayken aldatıcı sözlere kanmamalı, ulusal davadan vazgeçmemeliydik. Yabancıların önerisine ve onu uygulamaya kalkışan hükümetin istek ve emrine Ulusun da, Kuvayi Milliye’nin de boyun eğmeyeceği kuşkusuzdu. Ankara’da milletvekilleriyle hazırlanan Misakı Milli adı verilen taslak, İstanbul Meclisi’nde toplu bir şekilde yazılmış ve belirlenmiştir. Beklentimiz  “Müdafaai Hukuk Cemiyeti Grubu’nun kurulmasıydı. Ulusun kutsal isteklerini bu grup cesaretle söylemeli ve savunmalıydı. Ulusal düşünce ve ulusal örgütün sağladığı şeref ve varlık, muhtelif hesaplarla küçümsenmiş,  benimsenememiş yerine Mebuslar Meclisi’nde  “Fellahı Vatan (Vatanın Kurtuluşu) Grubu” kurulmuştur. Hükümetin Milli Meclisteki gruba karşı gözdağı verici bir tutum alması, Kuvayi Milliye Grubu’nun oluşamamasındandır.   Ulusal davaya uygun bir barış elde edilmedikçe Kuvayi Milliye çalışmasını bırakmayacaktır.

Açıklama: Mebuslar Meclisi 28 Ocak 1920 gizli toplantısında Misâkı Milliyi kabul etmişti. Misakı Milli 18 Şubat 1920’de yayımlandı.  Misakı Milli’nin kapsamı şöyledir: 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi imzalandığı andaki sınırlar esas sınır olarak kabul edilecektir. Düşman kuvvetlerinin işgali altında bulunan, çoğunluğu Arap olan yerlerin kaderi, ora halkının serbestçe vereceği karara bağlı kalacaktır. Halkın oyu ile Anavatana katılan Kars, Ardahan, Artvin için gerekirse tekrar oylama yapılacaktır. Batı Trakya’nın hukuki durumu, ora halkının serbestlikle beyan edeceği oya uygun olacaktır.  İstanbul ve Marmara her türlü tehlikeden uzak tutulursa, boğazların dünya ticaretine açılması mümkün olacaktır. Azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkın haklarının korunması koşuluyla kabul edilecektir. Milli ve ekonomik gelişmemizi sağlamak amacıyla, tam bir bağımsızlık sağlanması gerekir. Kapitülasyonlar kaldırılmalıdır. Bunlar kabul edilmezse barış yapmak imkansızdır. Bu beyanname ile Mebuslar Meclisi, Misâkı Milli’yi kabul ederek İtilaf devletlerinin istediklerini değil, kendi istediğini yapmıştı.  Ben, Mebuslar Meclisi’nin İstanbul’da saldırıya uğrayacağını, dağılacağını kesin olarak biliyordum. Bu durumda alınacak önlemi de kararlaştırmıştım. Hazırlığımız ve düzenlemelerimiz de başlamıştı. Ankara’da toplanmak…  

Ayrıca, olayların akışına, kaderciliğe kendimizi bırakamazdık. Efendiler bildiğiniz gibi İngiliz temsilcisi, Yunanlılar dahil olmak üzere bütün İtilaf kuvvetlerine karşı mücadelenin durdurulmasını istemiş, bu istek yerine gelirse İstanbul’u Osmanlı Devleti’ne bırakacakları gibi yaldızlı bir de söz vermişlerdi. İstanbul’da bu öneri yapılırken Yunanlılar 18,19 ve 20 Şubat 1920 tarihlerinde İzmir’e yeni kuvvet, cephane, araç sevk etmiş ve yeni bir saldırıya hazırlanıyordu.  İtilaflar, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nden Yunanlılar karşısında bulunan Kuvayi Milliye’nin üç kilometre geri alınmasını istediler. Amaçları Hükümeti düşürmek.  Paşa bu önerinin uygulanamayacağını bildirmiş. 3 Mart 1920 günü Yunanlılar saldırıya geçtiler. Gölcük yaylasıyla, Bozdağı’nı ele geçirdiler. Ali Rıza Paşa Hükümeti 3 Mart 1920’de istifa etti. Durumu Ulusa ve orduya bildirdim. “

Trakya’da 1. Kolordu komutanı Cafer Bey’e Doğu Trakya’nın yurdumuzun ayrılmaz bir parçası olduğunu, Batı Trakya’nın ise bir anlaşma ile daha önce bırakılmış olduğunu belirttim. Doğu ve Batı Trakya birliğinde diretmek, Doğu Trakya üzerinde de bazı isteklerin ileri sürülmesine yol açabilirdi.

6 Mart 1920 günü Salih Paşa Hükümeti kuruldu.  10 Mart 1920 günü İtilaf Temsilcilerinin toplandığını ve İstanbul’daki Kuvayi Milliye önderlerini tutuklama kararı aldıklarını telgrafla öğrendim. Rauf bey ve Vasıf beyin Anadolu’ya geçişi için son ana kadar önlemler alınmıştı. İngilizler teslim alıp, Malta’ya götürdüler.

16 Mart 1920 İstanbul (3500 kişilik güçle)işgal edildi. Sabah İngiliz donanma askerleri Şehzadebaşı’ndaki  Muzıka Karakolu’nu asker uykudayken basarak askerleri şehit edip İstanbul’u işgale başlıyor. Bizden altı şehit, on beş yaralı oluyor.  Telgrafçılarımızdan İngilizlerin Savunma Bakanlığını ele geçirdiğini, Tophane’yi işgal ettiğini, Beyoğlu telgrafhanesi memurlarını kovduklarını öğrendik. Manastırlı Hamdi telgrafçımız üzücü olayları bize anında aktardı ve daha sonra kendisi Ankara’ya gelerek çalıştı.  

İtilaf Kuvvetleri İstanbul telgraf merkezini işgal ettikten sonra ülkeye telgrafla bir resmi bildirim yapmak istediler. Uyarımız üzerine  bu resmi bildirim İzmit ve Konya dışında alınmadı.

“Beş buçuk (5.5)  yıl önce İttihat ve Terakki liderleri Alman yönlendirmesiyle Osmanlı Devleti ve ulusunu savaşa soktular. Yaşanan binlerce felaket ve yenilgi sonrası, İttihat ve Terakki liderleri ateşkes anlaşması yaptıktan sonra kaçtılar. Ateşkes anlaşması ile İtilaf Devletlerine düşen görev, ırk ve din ayırmaksızın Osmanlı imparatorluğu halkının yaşamlarını güvenceye alacak temelleri atmaktır. Barış Konferansı bu görevin yerine getirilmesiyle uğraşırken, İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin taraftarı olan bazı kişiler ulusal örgüt kurarak; padişah ile İstanbul Hükümetinin emirlerini hiçe sayarak, savaşın acı sonuçlarıyla tükenmiş halkı askerlik için toplayarak adeta yeni bir savaş dönemini açmaya giriştiler. Paris Barış Konferansı, Osmanlı illerinde bulunan Hıristiyanlarını hayatı tehlikeye atılmaz, İtilaf Devletleri ve Müttefiklerinin askeri güçlerine karşı hücum edilmezse İstanbul’un Türk yönetiminde kalmasına karar vermiştir. Ancak ulusal örgüt namına hareket edenler,  tam tersine hükümeti kendi hareketlerine katma girişiminde bulundular. Barış için tehlike oluşturan bu duruma karşı İtilaf Devletleri önlem düşünerek İstanbul’u işgal etti. İşgal geçicidir. Amaç, padişahlığın etkisini yok etmek değil, güçlendirmek ve Türkleri İstanbul’dan yoksun bırakmamaktır. Ancak taşrada ölümler veya genel karışıklık olursa bu karar değişebilir. Herkesin görevi kendi işine gücüne bakmak, güvenliğin sağlanmasına hizmet etmektir. Osmanlı Devleti’nin yıkıntısından yeni bir Türkiye’nin çıkarılması için son ümidi yok etmek isteyenler olabilir. Halk aldatmalara kapılmamalı ve İstanbul’dan verilecek emirlere uymalıdır.”

16 Mart 1920 günü Ulusa, vali ve komutanlara ve Müdafaai Hukuk Heyetlerine İstanbul’un işgalini haber verdim.  Aynı günde İngiliz, Fransız, İtalya, ABD Temsilcilerine, tarafsız devletlerin Dışişleri bakanlıklarına,  İngiltere, Fransa ve İtalya Meclislerine verilmek üzere Antalya’da İtalyan Temsilciliğine  protestoyu gönderdim.

“İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından, Mebuslar meclisi, resmi daireler dahil; silahlı çarpışmayla, zorla işgal edilmiştir ve bir çok vatansever tutuklanmıştır.Ulusun siyasi egemenlik ve özgürlüğüne indirilen işgal darbesi, yaşam ve varlığını savunacak biz Osmanlılardan daha çok 20. yüzyıl uygarlık ve insanlığının özgürlük, ulusallık, vatan duyguları gibi tüm ilkelerine ve insanlığın ortak vicdanına indirilmiştir. Biz haklarımızı ve bağımsızlığımızı korumak için giriştiğimiz savaşın kutsallığına ve ulusumuzun yaşama hakkından yoksun bırakılamayacağına inanıyoruz. Wilson ilkelerine dayanan bir ateşkese dayanarak ulusumuzu silahsız bıraktıktan sonra, İtilafların ülkemizi işgal etmesi; Onların şeref ve onurlarıyla bağdaşmamaktadır. İşgalin niteliğinin anlaşılmasını bilim, kültür ve uygarlık Avrupa ve Amerika’sının vicdanına bırakır ve olaydan doğacak tarihi sorumluluğa Dünya’nın dikkatini çekeriz. Davamızın haklılık ve kutsallığı, Allah’tan sonra, en büyük yardımcımızdır.” İstanbul’un işgalini bu tür telgraflar ve mitinglerle protesto ettik.

Efendiler; İtilaf Devletleri ülkemizi paylaşmak için ilk olarak, ulusu kendi yönetimlerine tutsak etmeyi ve sömürgelerine ilave etmeyi düşündü. Kuvayi Milliye, ulusun desteğiyle, buna izin vermedi. İkinci olarak, Kuvayi Milliye’yi aldatarak Onun izniyle Doğu’da üstünlük kurmak için Temsil Heyeti’ne başvurdu ancak Heyet herhangi bir görüşmeye yanaşmadı. Üçüncü olarak, Kuvayi Milliye ile birlikte hareket eden İstanbul Hükümetleri uygulamalarına karışarak ulusal birliği sarsmak ve haince karşı görüşleri kışkırtmak istedi. Gösterilen dayanışma ile bu saldırılar da eridi. Dördüncü olarak, Yurdun geleceği hakkında kaygı verici kararların verildiği söz edilerek kamuoyuna baskı yapılmaya başlandı. Ulusun kararlılığı önünde bu korkutmalar da yetmedi. Sonunda, bugün İstanbul’u işgal ederek yedi yüzyıllık Osmanlı Devleti’nin yaşam ve egemenliğine son verildi. Bugün, Türk ulusu yaşam ve bağımsızlık hakkının, geleceğinin savunulmasına çağrıldı. İnsanlık dünyasının beğenisini kazanmak ve İslam dünyasının kurtuluş isteklerini gerçekleştirmek, halifelik makamının yabancı etkilerden kurtarılmasına ve ulusal bağımsızlığın savunulmasına ve sağlanmasına bağlıdır. Giriştiğimiz bağımsızlık ve vatan savaşında Allah’ın yardımcılığı ve koruyuculuğu bizimledir.

Efendiler, zorunlu gördüğüm önlemleri gecikmeden aldım. Dağılan Meclisi Mebusan milletvekillerinin ve bazı kişilerin İstanbul’dan kaçarak Ankara’ya yöneldikleri anlaşıldı. Onların yolculuklarını kolaylaştıracak emirler verdim. İstanbul’daki Meclis dağılınca ne yapacağımız hakkında bir iki (1-2)  gün komutanların fikrini aldım. Dağılan Mebuslar Meclisi Başkanı Celalettin Arif Bey 27/28 Mart 1920 gecesi Düzce’ye ulaşmıştı. Kendisiyle telgraflaştık.  Olağanüstü bir meclise ihtiyaç duyduğumuzu, seçimlerin en kısa sürede yapılmasını ve meclisin bir an önce toplanmasını istediğimizi belirttim. Arif beyin fikri farklıydı. Ankara’nın görevi dağılmış olan Mebuslar Meclisini yeniden Ankara’da  toplamak olmalıydı. Kendisi de O Meclisin başkanıydı. 

Olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis’in Ankara’da toplanması kararı; 19 Mart 1920’de İllere, Bağımsız sancaklara ve Kolordu Komutanlarına aşağıdaki bildiriyi yayımladım. “Olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin Ankara’da toplanmasını sağlamak için çalışmaya başladık. İtilaf Devletlerinin devlet merkezi İstanbul’u işgal etmesi devletin yasama, yargı ve yürütme güçlerinden meydana gelen ulusal gücünü ortadan kaldırmış ve bu durum karşısında görev yapmaya imkân göremediğini Hükümete resmi olarak bildiren Mebuslar Meclisi dağılmıştır.  Bu durumda devlet merkezinin korunmasını, ulusun bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasının sağlayacak önlemleri düşünmek ve uygulamak üzere ulus tarafından olağanüstü yetkilere sahip bir Meclisin Ankara’da toplantıya çağrılması ve dağılmış olan milletvekillerinden Ankara’ya gelebileceklerin de bu meclise katılımlarının sağlanması zorunlu görülmüştür.   

Aşağıdaki direktifler gereğince seçimlerin yapılması vatanseverlik anlayışınızdan beklenir: Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis, ulusun işlerini yürütmek ve denetlemek üzere, toplanacaktır. Bu meclise üye olacak kişiler milletvekilleri hakkındaki yasal koşullara bağlıdır. Seçimlerde sancaklar temel alınacaktır. İkinci seçmenlerden meydana gelen Kurul milletvekillerini seçecektir. Bağımsız adaylar olabilecektir. Seçimlere her yerin en büyük sivil yöneticisi başkanlık edecektir. Gizli oy, açık sayım olacak salt çoğunluk aranacaktır. Sonuçlar üç nüsha olacaktır. Bir nüsha yerinde tutulacak, bir nüsha seçilen kişiye verilecek, bir nüsha Meclise yollanacaktır. Seçimler on beş gün içinde çoğunlukla Ankara’da toplanmayı sağlayacak şekilde yapılacaktır.

Seçimler sırasında bazı yerlerdeki hükümet memurlarının çıkardıkları zorluklar:  Padişah karşıtı emirlerin yapılmaması, yabancı subayların tutuklanmasına karşı çıkmak, askerlerin birliğinden kaçması, parasızlık ve çetelerin verdiği zararlar örneğin köprülerin yıkılması karşılaşılan zorluklardır.

Efendiler, 19 Mart 1920 tarihli direktif gereğince seçimler hızla ve dikkatle yapıldı.Kararsızlık ve direnme gösteren bazı yerler Tunceli, Malatya, Elazığ, Konya, Diyarbakır, Trabzon’du. Bu bölgelerin halkı değil, üst düzeydeki sivil yönetim amirleri kararsızlık ve direnme kaynağıydı. Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasını ve açılmasını sağlamak için çalıştığımız günlerde bizi en çok uğraştıran, Düzce, Hendek, Gerede gibi Bolu bölgesine bağlı yerlerden başlayıp Nallıhan, Beypazarı üzerlerinden Ankara’ya yaklaşma eğilimi gösteren gericilik ve başkaldırı dalgaları olmuştur. Bu başkaldırılarla uğraşırken, Meclisin açılamaması gibi bir tehlikeyle karşılaşmamak için Meclisin açılmasında acele edip, gelebilmiş milletvekilleriyle yetinerek Meclis’in 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmasına karar verdik.

21 Nisan 1920 tarihli yayımladığım bildiri o güne ait duyguları ve anlayışları gösterir bir belgedir.    “ Allah’ın yardımıyla Nisan’ın 23. Cuma günü, Cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır. Yurdun bağımsızlığı, halifelik ve padişahlık makamının kurtarılması gibi önemli ve yaşamsal görevleri yapacak olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış günü kutsal Cuma’ya getirilerek ve Cuma namazı kılınarak Kur’an’ın ve namazın ışığından da yararlanılacaktır. Namazdan sonra Hz. Muhammed’in sakalı ve kutsal sancak taşınarak Meclis binasına gidilecek ve Meclis’e girmeden önce dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Cami ile Meclis arasındaki yolda askeri birlik, özel tören düzeni, alacaktır. Açılış gününün kutsallığının doğrulanması için il merkezinde Vali beyin düzenlemesiyle hatim indirilmeye ve Buhari Şerif okunmaya başlanacak ve hatmin son kısımları uğurlu olması için Cuma günü namazdan sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.

Vatanımızın her köşesinde aynı şekilde bugünden başlayarak, Buhari okunacak, hatim indirilecek, Cuma günü namazdan önce mevlit okunacak ve ezandan önce minarelerde sala okunacak ve hutbe sırasında padişahımızın adı anılarak padişahımızın, ülkesinin ve vatandaşlarının kurtuluş ve huzura ulaşmaları duası okunacaktır. Namazdan sonra hatim tamamlanarak vatanın, halifelik ve padişahlık makamının kurtuluşu için yapılacak ulusal çalışmanın kutsallığı hakkında ve Meclis’in vereceği vatani görevlerin mutlaka yapılması hakkında vaazlar verilecektir. Ondan sonra halife ve padişahımızın huzuru, devletimizin, vatan ve ulusumuzun kurtuluşu ve bağımsızlığı için dua edilecektir. Takiben Meclisin açılmasıyla ilgili resmi kutlamalar yapılacaktır. Bu bildiri en uzak köylere, tüm askere ve halka ulaştırılacaktır.

Türk ulusunun izlemesi gereken siyasi ilke; Ulusal siyaset :  Efendiler, Meclisin açıldığı ilk günlerde milletvekillerine içinde bulunduğumuz durum ve koşulları açıklayarak izlenmesi ve uygulanmasını uygun gördüğüm görüşlerimi sundum. “Hayat demek mücadele ve çarpışma demektir. Her saldırıya karşı, sürekli karşı saldırı tehlikesi mevcuttur. Osmanlı batıda ve doğuda ilerledi. Batıda Almanya’ya kadar ilerledi. Doğu’da Suriye’yi, Mısır’ı ele geçirdi. Doğu için halife unvanını aldı. Ancak Batının sürekli karşı saldırısı ve İslam Dünya’sının hoşnutsuzluğu ve ayaklanması ve sınırları içindeki unsurların geçimsizlikleri sonuçta Osmanlıyı tarihe gömdü. Ulusumuzun yaşayabilmesi ve mutluluğu için devletin ulusal bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin iç örgütümüze uygun olması ve bu temele dayanması gerekir. Kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı korumak, ulusun ve ülkenin mutluluk ve refahına çalışmak, onu zarara uğratmamak amacımız olmalıdır.”

Hükümetin kurulması: Efendiler, Meclise önerdiğim önemli bir konu da Hükümetin kurulması sorunuydu. Gerçek, Osmanlı saltanatının ve hilafetin çökmüş ve ortadan kalkmış olduğunu düşünerek yeni ilkelere dayalı , yeni bir devlet kurmaktan ibaretti. Fakat durumu olduğu gibi açıklamak amacın büsbütün kaybedilmesine yol açabilirdi. Mecliste ihtiyacı ortaya koyan ilkelerin kabulünü önerdim. Bunlar, 1. Hükümet kurulması zorunludur. 2. Geçici olarak bir Hükümet başkanı tanımak veya padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir. 3. Meclis iradesi  vatanın mukadderatını tayin edecektir. Meclisin üstünde bir güç yoktur. 4. Meclis yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. 5. Meclisten seçilecek ve vekil (bakan) olarak görevlendirilecek bir kurul Hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı bu kurulun da başkanıdır. Kurulan bu sisteme Meclis Hükümeti sistemi denilir. 6. Padişah ve halife, baskı ve zorlamalardan kurtulduğu zaman, Meclis’in düzenleyeceği yasal ilkeler çerçevesinde durumunu alır. Efendiler, kurulacak Hükümet, ulusal egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir; Cumhuriyet’tir.

Bakanlar Kurulu’nun kurulması: Efendiler Büyük Millet Meclisi yürütme vekillerinin (bakanların) seçimine ilişkin 2 Mayıs 1920 tarihli kanunla, Genelkurmay işlerini de yürütmek üzere,  11 bakandan oluşan bir Bakanlar Kurulu kurdu. Genelkurmay Başkanlığı için İsmet Paşa’yı tercih etmiştim.  Buna Fuat Paşa ve Rafet Paşa, İsmet Paşa’nın Anadolu’ya geç katıldığını belirterek karşı çıktı. Bütün arkadaşlar hakkındaki bilgime ve tarafsızlığıma güvenmelerini söyledim. İsmet Paşa’nın benimle İstanbul’dan hareketimden önce işbirliği yaptığını, sonra Anadolu’ya gelince beraber çalıştığımızı, Fevzi Paşa Hazretleri’nin Savunma Bakanlığı’na gelmesi üzerine önemli amaçlarla, özel görevle tekrar İstanbul’a gönderildiğini dolayısıyla fikir ve işbirliğinde kimin daha eski olduğunun  söz konusu olamayacağını anlattım. Ayrıca Fevzi Paşa Hazretleri, bu görevlendirmeyi uygun bulmuştu. İsmet Paşa’nın görevlerinde gösterdiği yeterlilik ve üstün çaba doğru hareket ettiğimi kanıtladığı için ulusa, orduya ve tarihe karşı içim tamamen rahattır.

Hiyaneti Vataniye Kanunu ve İstiklal Mahkemelerinin kurulması: Efendiler, Meclis 29 Nisan 1920 tarihinde Hiyaneti Vataniye Kanunu’nu ve sonraki aylarda İstiklal Mahkemeleri Kanununu çıkarmakla inkılabın doğal gereklerini yerine getirmiş oldu. İstanbul’un işgalinden sonra başlayan olumsuz akımlara, olaylara ve ayaklanmalara değinmiştik. Bunlar hızlı bir şekilde ortaya çıktı ve sürüp gitti.  İstanbul’da Ferit Paşa tekrar iktidara getirildi. Ferit Paşa  Hükümeti ve örgütlerin oluşturduğu blok ve bu blokun Anadolu içindeki ayaklanma örgütleri ve bütün düşmanlar ve Yunan ordusu bize karşı çalışmaya başladılar. Padişah ve halife, tüm yurda “Padişaha karşı ayaklanma” fetvasını yayımladı. Tüm bunlara karşı Biz de önlemler uyguladık.

İç ayaklanmalar: Bandırma, Gönen, Susurluk, Kirmastı, Karacabey, Biga ve çevresinde, İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu, Gerede, Nallıhan, Beypazarı çevresinde, Bozkır da, Konya, Ilgın, Kadınhan, Karaman, Çivril, Seydişehir, Beyşehir, Koçhisar çevresinde, Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile, Erbaa, Çorum çevresinde, Umraniye, Refahiye, Zara, Hafik çevresinde, Viranşehir çevresinde alevlenen karışıklık ateşleri, vatan semasını koyu karanlıklar içinde bırakıyordu. Batı Anadolu’nun İzmir’den sonra önemli bölgelerinde de yeni Yunan saldırıları başlamıştı. Dikkate değer bir husustur ki sekiz ay önce ulus, Temsil Heyeti etrafında toplanarak Damat Ferit hükümetiyle ilişkilerini kesmişti  (12 Eylül 1919) ve o zaman Ali Galip girişimi giib tek tük olaylar dışında böyle genel ayaklanma olmamıştı. Mayıs 1920 itibariyle bu sefer ki yaygın ayaklanmalar sekiz ay içinde ülkede çok hazırlık yapıldığını gösteriyordu.  

Anzavur ayaklanmaları ve Düzce ayaklanması: Balıkesir’in kuzey bölgesinde  ilkin 21 Eylül 1919 ve takiben 16 Şubat 1920’de ikinci kez olan ayaklanmaları askeri birliklerimiz ve ulusal müfrezelerimiz bastırmıştı. 13 Nisan 1920’de Bolu, Düzce ve takiben Beypazarı’nda ayaklanmalar oldu. Anzavur 11 Mayıs 1920’de 500 kişilik bir kuvvetle Adapazarı ve Geyve çevresinde üçüncü kez ortaya çıktı. 20 Mayıs 1920’de Geyve boğazı yakınlarında düzenli ordu birliklerimize yenildi ve kaçmak zorunda kaldı.  Düzce’de Abaza ve Çerkezlerden meydana gelen dörtbin kişilk bir kalabalıkDüzce’yi bastı, hapishaneleri boşalttı. Süvari müfrezemizin silahlarını alıp hükümet görevlileri ve subayları hapse attılar.  24. Tümen komutanı yarbay Mahmut Bey 25 Nisan 1920’de pusuya düşürülerek ilk ateşte şehit edildi. 24. Tümen savaşamadan tutsak edildi. Adapazarı’na gelen İzmit mutasarrıfı Çerkez İbrahim hhalka padişahın selamını iletti. 150 lira maaşla gönüllü kaydına başladı. Toplanan asi kuvvetler bölgeye hakim olup, kuvvetlerimize saldırdılar. İzmit’te kurulan Hilafet ordusunun bir kısım kuvveti de ayaklananlara destek verdi. Ayaklanma 3 ay kadar sürdü. Ulusal güçlerimiz, Geyve boğazı yakınlarında Ali Fuat Paşa ve Bolu yönünde Refet Paşa kuvvetleri sonuçta Hilafet ordusu dahil bunların hepsini yenilgiye uğrattı.  Ülkenin kuzey batısında asilerle uğraşırken Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan bölgelerinde de ayaklanmalar oldu.    14 Mayıs 1920 tarihinde otuz-kırk kişiyle Yenihan’da  başlayan ayaklanma büyüdü. Tokat ve Zile’de askeri birliklerimiz saldırıya uğradı. Amasya, Gaziantep, Erzurum’dan gelen kuvvetlerimiz Temmuz ortalarına kadar bunlarla uğraştı. Yozgat ve çevresinde başlayan ayaklanmalar da ulusal kuvvetlerce bastırıldığında üç aydan fazla sürmüştü.

Güney sınırlarımızda olan olaylar: Milli aşiret liderleri Mahmut, İsmail, Halil, Bahur, Abdurrahman beyler düşmanlarla gizli ilişki ve bağlantı kurduktan sonra Siirt Tunceli arasında bölgeye egemen olmaya kalkıştılar. Milli aşireti bir süre düşman bölgesinde hazırlandıktan, Fransızlarla işbirliği yaptıktan sonra 24 Ağustos 1920’de üç bin atlı ve develi ve bin kadar piyadeden oluşan bir kuvvetle tekrar topraklarımıza giriş yaptı. Viranşehir yakınlarında teslim olacağız, canımızı bağışlayın teklifiyle ulusal kuvvetimizi kandırdılar ve 26 Ağustos 1920’de Viranşehir’i istila ettiler ve bölgedeki telefon hatlarını kestiler. Ancak 15 gün sonra 5.Tümen Siverek, Urfa, Resülayn ve Diyarbakır’dan  topladığı birlik kuvvetleriyle  ve  sadık aşiret kuvvetleriyle asileri yenmiştir.

Konya ayaklanması:5 Mayıs 1920’de Konya’da bozguncu bir cemiyet ortaya çıkarıldı. Halkı kışkırtarak, cemiyetin  taraftarlarıyla yaptıkları ayaklanmaya Konya’da bulunan komutan müdahale etti ve ayaklananları dağıttı ve  önayak olanları tutukladı.

Savaş cephelerini durumu, İzmir Yunan cephesi:Yunanlılar  İzmir’e çıktıklarında 17. Kolordu komutanı Ali Nadir Paşaydı. İstanbul emrine göre Yunanlılara karşı koymayan Ali Nadir Paşa kuvvetlerini hakaretler altında Yunanistan’a teslim etmiştir. Ancak 172. Alay komutanı Yarbay Ali Bey, Ayvalık’ta Yunanlılarla savaşmıştır. Bu karşı koyma Soma, Akhisar  ve Salihli de ulusal cepheler oluşmasını kolaylaştırmıştır. 15/16 Haziran gecesi Ali Bey’in Ayvalık’tan gönderdiği ve Balıkesir ve Bandırmadan gelen kuvvetlerini kuvvetler Bergama’daki Yunan işgal kuvvetlerini bir baskınla ortadan kaldırmıştır. Bu olay üzerine Yunanlılar ilerideki dağınık ve zayıf kuvvetlerini geri çekip toplamak gereğini duydular. Aydın’daki halk direnmesi de Yunanlıların Aydın’ı boşaltmasına sebep oldu. Yunanlılara karşı savunma için Celal Bey’in çaba ve fedakârlığı anılmaya değer. 1919 yılı Haziran ayında kurulan Aydın cephesini lideri Demirci Mehmet Efe olmuştur. 

Güney Fransız cephesi: Amacı Antep, Urfa ve Maraş'ı işgal etmek olan Fransızlara karşı Mersin, Tarsus, İslahiye bölgelerinde ulusal kuvvetler oluşmuş ve cesurca çalışmaya başlamışlardır. Bu kuvvetler Mersin, Tarsus, Adana illerinin girişine kadar egemenlik kurmuşlar ve Pozantı’da Fransızları kuşatarak geri çekilmesine sebep olmuşlardır. Fransızlar Mayıs 1920 başlarından itibaren Kuvayi Milliye ile görüşme imkanı aramışlardır. Mayıs sonunda  Mosyö Duquest başkanlığında gelen Fransız heyetiyle görüştüm. 20 günlük bir ateşkes yaptım. Bunun nedeni ulusal kuvvetleri bu bölgede düzene sokmak istiyordum. Ayrıca, Fransızların Ferit paşa İstanbul Hükümeti yerine Büyük Millet Meclisi ile görüşmeleri ve herhangi bir konuda uzlaşmaları o gün için elde edilmesi önemli bir siyasi yarardı. Ateşkes görüşmelerinde Fransızlar tarafından işgal edilen bölgelerin tamamen boşaltılmasını istedim. 20 günlük ateş kes daha temel bir anlaşma için yetki almaya zaman bırakmak gibiydi.  Fransızlar Zonguldak’ı işgal edince anlaşmamız daha sonraya kaldı.

Nurettin Paşa Ankara’da: Nurettin Paşa, Diyarbakırlı Kazım Paşa ile 1920 yılı Haziran ayı ortalarında Ankara’ya geldi. Bizimle işbirliği yapmadan önce bazı konularda görüşümüzü anlamak istediğini söyledi. Bunlar Hilafet ve saltanat makamına karşı düşünce ve görüşümüz, Bolşeviklik hakkındaki görüşümüz ve İtilaf devletlerine karşı özellikle İngilizlere karşı da savaşmaya karar verip vermediğimiz konularıydı. Görüşme gece, Ziraat okulundaki karargâhımızın bir odasında yapıldı. Görüşmede beraber geldiği Kazım Paşa’dan başka Fevzi ve İsmet paşalar da hazır bulunuyorlardı. Nurettin paşa birinci ve ikinci konulara cevabımızı pek yeterli bulmadı. Üçüncü sorunun yanıtı ise uzun tartışmalara yol açtı. Çünkü Biz demiştik ki “Amacımız ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü ve milletin bağımsızlığını tam olarak sağlamaktır. Buna engel olmak üzere karşımıza çıkacak kuvvet, kim ve ne olursa olsun, mutlaka çarpışır ve başarı kazanırız. Bu konudaki karar ve inancımız kesindir.” Nurettin paşa bir türlü buna inanamıyor ve razı olamıyordu. Kendisine “Bu konuda görüşmeyi kabul etmekle yeni görüşlere varmak ve kararlar almak söz konusu değildir. Sen bugüne kadar ulusun iyice belirlenmiş ve kesinleşmiş olan kararlarına uyacaksın”. Ondan sonra kendisine verebileceğimiz uygun bir görev söz konusu edildi. Kendisine Konya valisi sivil görevi ve Konya bölgesi komutanı sıfatıyla Yunan cephesinin güneyindeki bölgenin komutanı olmasını uygun gördük. O günlerde Yunanlılar tüm cephede saldırıya geçtiğinden acilen Batı cephesine gittim. Birliklerimiz çekiliyorlardı. Nurettin Paşa cephedeki elverişsiz durumu anlayınca görevlendirme işlemini yapacak İsmet Paşa’ya “Hükümetin üyeleri genç kişiler olduğundan ve Tevfik paşa gibi tecrübeli kişiler olmadığından önemli konularda Hükümet karar almadan önce görüş ve onayının alınmasını şart koşmuş.  İsmet Paşa, garip bulduğu bu anlayış ve öneriyi şifre ile bana bildirdi. İsmet Paşa’ya verdiğim yanıtta kendisine görev verilmemesini emrettim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) hükümetinin meseleler hakkında verdiği ilk karar; Moskova’ya bir heyet gönderilmesi: TBMM hükümetinin dış meseleler hakkında verdiği ilk kararı, “Görevi Rusya ile ilişki kurmak olan bir heyetini 11 Mayıs 1920’de Ankara’dan Moskova’ya göndermek” olmuştur. Heyet başkanı Dışişleri bakanı Bekir Sami Beydir. Ekonomi bakanı Yusuf Kemal Bey’de heyettedir. Rusya’nın hükümetimizle yapacağı anlaşmanın bazı esasları 24 Ağustos 1920’de parafe edilmiş, uzlaşma sağlanamayan maddeler olması sebebiyle devletlerarası belgenin imzalanması 16 Mart 1921’de mümkün olabilmiştir.

İlk genel Yunan saldırısı: Yunanlılar 22 Haziran 1920’de Milne hattını geçerek, genel saldırı yaptılar. Kuvvetleri altı tümene ulaşmış bulunuyordu. Üç tümenle Akhisar Soma yönünde, iki tümenle Salihli yönünde bir tümenle de Aydın cephesinden saldırdılar.  Kuzey kolu 30 Haziran’da Balıkesir’e girdi ve süvarileri Kirmasti (Mustafa Kemal Paşa) ve Karacabey’i işgal etti. Takiben Bursa’yı da işgal etti.  İngilizler ise 25 Haziran’da Mudanya’ya ve 2 Temmuz 1920’de Bandırma’ya birer müfreze çıkardılar. Salihli yönündeki iki tümen 24 Haziran’da Alaşehir’i ve ilerleyerek 29 Haziran’da Uşak’ı ele geçirdi ve Dumlupınar’a kadar ilerledi. Aydın yönündeki Yunan tümeni de Nazilli’ye kadar ilerledi.  Bu hareketler sırasında 61., 56., 23. tümenlerimiz geri çekildi. 23. tümen çok kayıp verdi. Tümenlerimiz kuruluş aşamasında ve cephanesizdiler. Eskişehir’e kadar gittim. Kuvvetlerimizin düzene sokulmasını ve düzenli komutaya bağlı cephelerin kurulmasını sağladım.

Yunan saldırısı üzerine Mecliste yapılan eleştiriler: Efendiler, Yunan saldırısı ve ulusal cephelerin bozulması Mecliste büyük sıkıntıya ve şiddetli hücum ve eleştirilere sebep oldu. Milletvekilleri sorumluların cezalandırılmasını istiyordu. Yunanlıların Akhisar’dan Marmara sahillerine varıncaya kadar bütün şehir ve köyleri yıldırım hızıyla ele geçirmesi (22 Haziran 1920 Akhisar -8 Temmuz 1920 Bursa, 241km), Anadolu’da savunma kuvvetleri olmadığı inancını oluşturmuştu. 26 Temmuz 1920 günü Meclisteki gizli oturumda açıklama yaptım. “Yunan ordusunun bir yılı aşkın bir süredir hazırlık yaptığı,  İstanbul Hükümetinin sürekli ordumuzu hareketsiz hale getirmeye uğraştığı, ulusun kendiliğinden kurabildiği ulusal kuvvetleri İstanbul Hükümetinin dağıtıp, ortadan kaldırmaya çalıştığı unutuluyordu. Felaket başa gelmeden önce onun önlenme sebepleri ve savunmasını düşünmek gerekir. Geldikten sonra üzülmenin faydası yoktur. Yapılacak iş, ülkenin tüm kaynaklarını seferber edip, sağlam askeri örgüt kurmak, savaşa hazırlanmaktır ve bu zaman gerektirir. Eldeki silahı, cephaneyi, parayı bilmek, ihtiyacın ne olduğunu belirlemek, kuvvetleri oluşturmak ve hazırlık için zaman şarttır Sonuçtan iki aylık bakanlar kurulunu sorumlu tutmak ta uygun değildir “  

Yeşil ordu: Efendiler, TBMM’nin ve Hükümetinin kuruluşundan sonra Ankara’da “Yeşilordu” adı altında bir cemiyet kuruldu. Birbirini izleyen, kanlı ve tehlikeli durumlara yol açan iç ayaklanmalar karşısında, düzenli bir ordu kuruluncaya kadar, bilinçli kimselerden örgüt kurma düşüncesi bazı kişilerde egemen olmaya başladı. Ben, kurulmuş olan müfrezelerden mümkün olduğunca yaralanmaya çalışmaktaydım. Önce gizli olan Yeşilordu örgütünü kuran arkadaşlar, esaslı çalışmalar yapmışlar, benim adıma örgütü genişletmişler Hakkı Behiç Bey, milletvekili Çerkez Reşit Bey, Çerkez Ethem Bey ve kardeşi Tevfik Beyler de katılmışlar.

Çerkez Ethem Bey, Anzavur’un takibinde, Düzce ve Yozgat ayaklanmalarının bastırılmasında rol almış ve Ankara’da iltifat görmüşlerdi. Zamanla Çerkez Ethem ve kardeşi Tevfik Beyin, Türk ordusunda değerli subay ve komutan bulunmadığı, kendilerinin herkesin üstünde birer kahraman olduklarına karar verip, bunu herkese söylemeye başladıklarını duydum. Biz, bu kardeşleri her zaman yararlanacağımız durumda bulundurmak yolunu seçtik. Ancak kardeşler doğrudan doğruya valilere ve herkese emirler veriyor ve emirlerinin uygulanmaması durumunda ilgili kişileri idam edecekleri tehdidini savuruyorlardı. Bu kapsamda Ethem Bey, Ankara valisi Yahya Galip Bey’in Yozgat ayaklanmasına sebep olduğunu düşünüyor, suçlu buluyor ve suçun işlendiği yerde Yozgat’ta onu idam etmek istiyordu. Yahya Galip Beyi veremezdik ve vermedik. Ethem ve kardeşleri bu konuda fazla ısrar etmediler. Fakat Yozgat’ta özellikle milletvekillerine, Yozgat milletvekili Süleymen Sırrı Bey işitenlerden,   “Ankara’ya dönüşümde TBMM başkanını meclis önünde asacağım” yollu boşboğazlıkları işitilmiştir. Biz bu kardeşlerle iyi ilişki durumunu koruduk. Onları Yozgat’tan sonra Ankara üzerinden Kütahya bölgesine gönderdik. İncelemelerim sonunda adım kullanılarak genişleyen bu örgütün zararlı bir şekil ve nitelik aldığına inandım. Hemen kapatılmasını istedim ve tüm arkadaşlarımı aydınlattım. Örgütün genel sekreteri Hakkı Behiç Bey, cemiyetin kapatılmasının mümkün olamayacağını, cemiyeti kuranların sonuna kadar amaçlarından ayrılmayacaklarına dair birbirlerine söz vermiş olduklarını söyledi. Olaylar Bizim cemiyeti kapatmakta başarılı olamadığımızı gösterdi. Reşit, Ethem ve Tevfik kardeşler karşımıza geçtiler, aleyhimize çalışmaya başladılar. Eskişehir’deki Yeni Dünya gazetesiyle düşünce ve amaçlarını yayımlattırıyorlardı.

Celalettin Arif, Hüseyin Avni beylerin Erzurum’a gidişi ve oradan ortaya attıkları sorunlar:  Dağılan Mebuslar Meclisi Başkanı, Birinci Büyük Millet Meclisi ikinci başkanı, Adliye Vekili, Erzurum milletvekili Celalettin Arif Bey 15 Ağustos 1920 tarihli bir önergeyle Meclisten baş ağrısı mazereti ve seçim bölgesi Erzurum’da incelemelerde bulunmak üzere  iki ay süreyle izin aldı. Kendisine eşlik etmesi için Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Bey’i rica etti. Avni beyi geziye iştiraki için özel bir görevle gönderecektim. Bu konuyu 18 Ağustos 1920’de Meclis’ten rica ettim. Uygun bulundu. 

 Celalettin Arif Bey’den  10, 15, 16 Eylül tarihlerinde telgraflar aldım. “Erzurum halkının huzursuz olduğunu, doğudaki kolorduda silah, cephane, erzak ve terk edilmiş mallarda yolsuzluk olduğunu, halkın kaynaşmasına cevap verilmezse Ankara’ya olan güvenin sarsılacağını belirtiyordu.  Çözüm olarak Celalettin Arif Bey Rize, Trabzon, Erzurum, Erzincan, Van, Bayazıt illerinin valiliğini ve Meclis tarafından uygun görülecek diğer bölgeleri de kapsamak üzere, Doğu illeri valiliğini, istiyordu. Ayrıca teklif kapsamında vali vekili ve kolordu komutanı vekili Albay Kazım beyin uzaklaştırılması, Hüseyin Avni Beyin Erzurum vali vekilliğine getirilmesi yer alıyordu.  Teklifin, Doğu cephesinde Ermenistan’a saldırı kararı verdiğimiz zamana gelmesi, sıkıntı kaynağıydı. Celalettin Arif Bey’in teklifini kabul etmedik ve 23 Eylül 1920 tarihli telgrafımızla Ankara’ya dönmesini istedik. Ordunun Ermenistan seferinde başarılı olması üzerine Celalettin Arif Bey 27 Ekim 1920’de  Ankara’ya gelmeye karar verdi.

Doğu Cephemizde Ermenilerle savaş:  Mondros ateşkes (30 Ekim 1918) antlaşmasından bu yana Ermeniler sınıra yakın yerlerde ve Ermenistan’da Türkleri topluca öldürüyorlardı. 9 Haziran 1920’de Doğu bölgesinde geçici seferberlik ilan ettik ve 15. kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşa’yı Doğu cephesi komutanı yaptık.1920 yılı Haziran’ında Ermeniler Oltu’yu ele geçirdi. 3.5-4 ay sonra Ermeniler Kötek, Bardiz’e 24 Eylül 1920’de baskın şeklinde saldırdılar ve ele geçirdiler. Aynı gün Celalettin Arif Bey’in Doğu illeri valiliği istek ültimatomu gelmişti. Ermenileri karşılayan Ordumuz 28 Eylül sabahı ileri harekete geçti. 29 Eylül’de Sarıkamış alındı. Bazı sebepler ve düşüncelerle 28 Ekim 1920 tarihine kadar Sarıkamış-Laloğlu hattında bekleyen ordu, Kars üzerine harekete başladı. 7 Kasım 1920 tarihinde birliklerimiz Arpaçayı’na kadar olan bölgeyi ve Gümrü’yü almıştı. Ateşkes ve barış için 6 Kasım’da başvuran Ermenilerle 2/3 Aralık 1920 gecesi Gümrü antlaşmasını imzaladık.  Genel bölge bakımından temas halinde olduğumuz Gürcistan ile ilişkilerimize gelince; 23 Şubat 1921’de verdiğimiz kesin bir ültimatom üzerine, harekete geçen Ordumuz Ardahan, Artvin ve Batum’u yurdumuza  kattı.  Moskova antlaşması gereği Batum’u boşalttık, ancak diğer yerler ana vatana bağlanmış oldu.

Trakya’daki durum: Trakya’da 1. Kolordunun konuşlanmasında 60. Tümen Edirne Uzunköprü çevresinde, 55. Tümen Tekirdağ bölgesinde, 49. Tümen Kırklareli bölgesinde bulunuyordu. Yunan ordusu Anadolu’da Batı cephesinde yaptığı genel saldırıda başarılı olduktan sonra 20 Temmuz 1920’de Tekirdağ’a bir tümen çıkardı. 55. Tümen toplanamadan Yunan tümeni Edirne’ye yürümeye başladı. 60. Tümene komuta eden Cemil Bey ve 15 Haziran’da kuvvetleriyle Edirne’ye gelmiş olan Şükrü Nail Bey düşmanı durdurdu. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa, kolordusunu İstanbul’dan tayin olan Muhittin Paşa’ya bırakmıştı. Neticede Yunan saldırısı başarılı oldu ve Doğu Trakya Yunanistan’ın eline geçti. Bu başarısızlıkta Cafer Tayyar Paşa’nın sorumluluğu fazladır.

İkinci Konya ayaklanması: Ekim 1920’de Konya’da Delibaş adında bir eşkıya 500 kadar asker kaçağıyla 2/3 Ekim 1920 gecesi Çumra’yı bastı. 3 Ekim sabahı Konya’yı işgal etti. Konya valisi Haydar Bey ve komutan Avni Bey az sayıda asker ve jandarma ile Alaettin Tepesinde savunma yaptılar ancak sonunda asilerin eline tutsak düştüler. Aynı günlerde Beyşehir, Akşehir, Karaman ve Sultaniye’de ayaklanmalar oldu. Bu ayaklanmalara karşı Afyonkarahisar, Kütahya ve Ankara’dan gönderilen kuvvetler birkaç çarpışmadan sonra Konya’yı ve Adana cephesinden gönderilen kuvvet de Karaman’ı kurtardı. Asi Delibaş Mersin bölgesinde Fransızlara sığındı.

Ordudan yarar yoktur sözleri ve Batı cephesi komutanına saldırı önerisi:  Efendiler, Yeşilordu örgütünden  söz ederken düşmana karşı “Bizim kurduğumuz  düzenli ordu yerine, milis diyebileceğimiz bir çeşit örgüt kurma düşüncesi öne çıkarılıyor.  Reşit, Ethem ve Tevfik kardeşler Kütahya yakınında bulunan Kuvayı Seyyare adlı kuvvetleriyle bu akımın başını çekiyor ve fikirlerini kabul ettirmeye çalışıyorlardı”. Meclis’te “Ordu’dan hayır yoktur, dağılsın. Hepimiz Kuvayı Milliye olalım” sözleri kulakları doldurmaya başladı.  İşte bu sıralarda Batı cephesi komutanı Ali Fuat Paşa, Ethem ve Tevfik kardeşlerin de etkisiyle olduğu sanılan, bir öneride bulundu. “Yunan ordusunun Gediz yakınında bulunan bağımsız bir tümenine saldırmak”. Öneri düşman ordusunun uzun bir cephede dağınık bulunduğu, Gediz’deki kuvvetinin zayıf ve tek başına olduğu ve moralinin bozuk olduğu varsayımına dayanıyordu. Genelkurmay Başkanlığı öneriyi kabul etmedi. Saldırıyı kabul etmeyiş sebepleri; düşmanın genel durumunun bizim ordumuzdan güçlü olması, ordumuzun henüz kurulmuş ve düzene sokulamamış olması, yeterli cephane olmayışı idi. Batı cephesi komutanı, Genelkurmay Başkanlığı’nın kabul etmemesine rağmen; 24 Ekim 1920’de 61.,11. Tümenler ve Kuvayi Seyyare ile Yunan kuvvetlerine saldırdı fakat başarılı olamadı. Yunan ordusu Gediz’de başarılı oldu, karşı hareket ile Bursa cephesinde Yenişehir’i, İnegöl’ü işgal etti. Uşak’tan Dumlupınar sırtlarındaki kuvvetlerimize saldırdı. Birliklerimiz Dumlupınar sırtlarına çekildi. Yeniden genel bir yenilgiye uğradık.

Yapılması gereken cephenin kuvvetlendirilmesi idi. Yenilgi, Batı cephesinin yeniden düzenlenmesini gerektirdi. Batı cephesi komutanı 28 Ekim 1920 tarihli telgrafında “Birliklerin savaş kayıpları giderilmeli. Tabur 300 kişi değil 400 kişi olmalı. Acil bin ikmal erine ihtiyaç var. Savaşan asker arazide çıplak ve yalınayak kaldı. 15 bin kişilik kaput, ayakkabı, elbise, ve tamamlayıcı giysiye ihtiyaç var.” diyordu.

Efendiler, her başarısızlığın sonunda birtakım dedikoduların çıkması beklenmelidir. Kuvayi Seyyareciler yenilgi suçunu düzenli Orduya yükledi. Ordu, Kuvayi Seyyare’nin savaşta verilen emirlere uymadığını, tehlikeden uzak durduğunu söyledi. O günlerde Moskova’ya bir elçilik heyeti gönderecektik. Fuat Paşa, 8 Kasım 1920 günü Ankara’ya omuzunda bir filinta,  Kuvayi Milliye kıyafeti, ile geldi.  Görüşmemizde, Fuat Paşa Moskova’ya görevli gitme teklifimizi memnuniyetle kabul etti.

Aynı gece toplantıda Batı cephesini yeniden düzenledik. Batı cephesi komutanlığını İsmet Paşa’ya, cephenin güney kısmı komutanlığını Konya yöresine gidecek Refet Paşa’ya verdik. Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa, İsmet Paşanın boşalttığı Genelkurmay Başkanlığı görevini de yapacaktı. Refet Paşa Konya yöresinde ayaklanmaları bastırıp, güvenlik sağlayacağı ve kuracağı süvari örgütü için halktan hayvan ve malzeme toplayacağından İçişleri Bakanı görevi de bir süre devam edecekti. Bir diğer önemli kararımız da “Hızla düzenli ordu kurmak ve büyük süvari birlikleri meydana getirmekti.”

Görünüşte yumuşak bir politikayla bizi içten yıkma girişimi: İstanbul Ferit Paşa Hükümetinin her çeşit düşmanla ortak olan “Silahla sonuç alma planı” uygulamada başarılı olamamıştı. İç ayaklanmalara karşı koyduk ve direndik. Yunan saldırısı en sonunda bir hatta durdu. İçerden ve dışardan gelen saldırıların Ulusal Hükümeti sarsamayacağı anlaşılıyordu. İstanbul’un silahlı saldırı politikası çökmüştü. Bunu değiştirmek, yeniden, görünüşte uzlaşma politikasına geçmek yoluyla, içerden yıkma politikasının daha yararlı olacağına inandıkları düşünülebilirdi. Damat Ferit Paşa, Ali Rıza Paşa, Tevfik Paşa Hükümetleri bizi içten yıkma girişimlerine devam edecekti. İstanbul aracılığıyla yapılan iç ve dış girişimler, bizi güçsüzlüğe düşürecek yönlendirmeler, Yunan ordusuyla olduğu kadar içerdeki bozgunculara karşı uğraştığımız görülecektir.  İsmet Paşa’nın cephede çalışmaya başlamasının ardından Ethem Bey rahatsızlığını bahane ederek Ankara’ya geldi ve burada uzun süre oturdu. Yokluğunda Kuvayi Seyyare’nin başında kardeşi Yüzbaşı Tevfik Bey, Ethem Bey’e vekalet ediyordu. Ethem Bey ve kardeşi, emirleri altındaki birlikleri denetlettirmiyorlar ve verilmemiş yetki ve unvanları, örneğin Umum Kuvayi Seyyare ve Kütahya Havalisi Komutanı,  kendi kendilerine takınıyorlardı. Gerçek olmadığı halde Cephe Komutanlığı’na 21 Kasım 1920’de gelen raporda “13. Düşman tümeninin Emirfakılı, İlyasbey, Çardak, Umurbey üzerinden gelmekte olduğu ve Gördeslilerin düşman askerini davet ettikleri” belirtiliyordu. Cephe komutanı İsmet Paşa “Suçu, hainliği ne olursa olsun hiçbir köy yakılmayacak. Halktan hiçbir kimse idam edilmeyecek. Suçlu İstiklal Mahkemesine gönderilecek” emrini vermişti. Tevfik Bey bu emre karşı çıktı.

Tevfik Bey 23 Kasım 1920 tarihli raporunda “Bir düşman tümeninin saldırısı üzerine, kuvvetlerini Gönen köyü kuzeyindeki sırtlara çektiğini”, kendisinin sol kanadında bulunan “Cümbürdü tarafını koruyunuz” diyor, Cephe komutanlığı ise “Ciddi bir saldırı olmamıştır amaç düzenli ordu birliklerini cepheye sürdürmek, kendi kuvvetlerini geride toplamaktır” yorumunda bulunuyordu.

Batı Cephesi Komutanlığı, bütçesini düzenlemek için, 22/23 Kasım 1920, Cephe birliklerinin hepsinden ”Kuvvetlerinin miktarını gösteren liste istedi”. Sadece Kuvayi Seyyare istenilen mevcut listesini göndermedi.  Sorulunca, Tevfik Bey ”Kuvayi Seyyare mensupları okuryazar olmayan kişilerdir. Şimdiye kadar olduğu gibi gelişi güzel yönetilmesi zorunludur.”  açıklamasını yaptı.  Cephe Komutanı İsmet Paşa 29 Kasım telgrafında  “Kuvayi Seyyare’nin 27 Kasım 1920 akşamından beri Cephe Komutanlığına rapor vermediğini” belirtti.

Ethem ve Tevfik kardeşler ve aynı fikirde olan bazı arkadaşlarının Ulusal Hükümete ayaklanması: Efendiler, anlaşılmaktaydı ki Ethem ve Tevfik kardeşler ve bazı arkadaşları Ulusal Hükümete karşı ayaklanmaya karar vermişlerdi. Bu kararlarının uygulanmasına bahane ararken ve kuvvetlerini cepheyi terk ederek toparlarken, Ankara’da Ethem Bey ve kardeşi Reşit Bey ve destekçileri siyasi bakımdan çalışıyorlardı. Batı Cephesi komutanını saygınlık ve makamından düşürerek orduya egemen olmak takiben Meclis kamu oyunu kendi taraflarına çevirerek komutan veya vekil veya Hükümet düşürmekte kolaylık sağlamak önemli bir noktaydı. Ancak konu İsmet Paşa ile Tevfik Bey anlaşmazlığı boyutunda tutuluyordu. Efendiler gerek cephede ve gerek Ankara’da her bakımdan gerekli önlemleri aldırmıştım. Ayaklanmalarından çekinmiyordum. Yüz yüze konuşmak ve anlaşmak için 3 Aralık 1920 tarihinde özel bir trenle Eskişehir’e hareket ettik. Ethem ve Reşit beylerden başka Kazım Paşa, Celal Bey, Kılıç Ali Bey, Eyüp Sabri Bey, Hakkı Behiç Bey, Hacı Şükrü Bey bizimle beraberdiler. Tren 4 Aralık sabahı Eskişehir’e ulaştığında, İsmet Paşa’nın Bilecik’te bulunduğunu önceden öğrendiğimizden doğrudan Bilecik istasyonuna gidecektik. Yaverlerim, ben uyurken,  “Trenin Eskişehir’de durdurulup, arkadaşların istasyonun karşısındaki lokantada sabah kahvaltısı yaptıklarını ve gelmek üzere olduklarını” belirtti. Çabuk gelmeleri için haber gönderdim. Birkaç dakika sonra “Hazırız” denildi. “Bütün arkadaşlar tamam mı?” soruma yapılan araştırmada “Ethem Bey’in bir arkadaşıyla olmadığı” anlaşıldı. Ethem Bey’in kaçtığını anladım. “Ethem Bey yoksa İsmet Paşa’yı buraya davet edelim” dedim. İsmet Paşa ile önceden konuştum. Reşit Bey, rahatsız olduğunu söylediği Ethem Bey’in Karargâh’a gelebileceğini söylediğinden akşam yemeğinden sonra Karargâh’a gittik fakat buluşmaya gelmediğini anladık. Kardeşi Reşit Beye “Ne zaman geleceğini” sorduğumda “Ethem Bey şu an kuvvetlerinin başındadır” cevabını verdi. Bu habere rağmen sakin olmayı ve görüşmeyi tercih ettik. İsmet Paşa durumu, aralarındaki haberleşmeleri, Tevfik Bey’in aldığı başına buyruk tavrı anlattı. Reşit Bey kardeşleri ve kendi adına yanıt veriyordu. “Kardeşlerinin birer kahraman olduklarını, hiç kimsenin emri altına girmeyeceklerini ve bunu herkesin böyle kabul etmek zorunda olduğunu” söylüyordu. Reşit Bey, bağırarak, kaba ve saldırganca konuşuyor, ordu, disiplin, komuta, hükümet kavramlarına ve gereklerine ilişkin söylenen düşüncelere kulak bile vermiyordu. Onun üzerine, ben, “Bu dakikaya kadar sizinle arkadaşınız sıfatıyla ve yararınıza sonuca ulaşmak için samimi bir duyguyla görüşüyordum. Bu dakikadan başlayarak arkadaşlığım ve yakınlığım son bulmuştur. Şimdi karşınızda TBMM’nin ve Hükümeti’nin başkanı bulunmaktadır.”  Şimdi “Batı cephesi komutanına,  durumun gereğini uygulaması yetkisini kullanmasını emrediyorum” dedim. Hemen İsmet Paşa da “Emrimde bulunan komutanlardan biri bana karşı gelmiş olabilir. Benim O’nu yola getirmeye ve cezalandırmaya gücüm yeter. Bu konuda henüz hiç kimsenin yardımını rica etmedim. Ben durumun gereğini yaparım” dedi. Tarafımdan ve İsmet Paşa’dan gördüğü bu sağlam tavır üzerine Reşit Bey sindi, ileri gitmekte acele edilmemesini, “Kardeşlerinin yanına giderse bir çözüm yolu bulabileceğini” söyledi.  Bundan bir sonuç çıkmayacağı, kardeşlerini aydınlatmak ve zaman kazanmak istediğini bilmemize rağmen, önerisini kabul ettik. Ertesi günü, 5 Aralık 1920,  özel bir trenle, yanında Kazım Paşa bulunarak, Reşit Bey, Kütahya’ya hareket ettiler.

Bilecik görüşmesi: İstanbul’da Tevfik Paşa Hükümeti 21 Ekim 1920’de kuruldu.  İçişleri bakanı Ahmet İzzet Paşa, Donanma bakanı olarak Salih Paşa bulunuyordu. Tevfik Paşa Hükümetinin,  Ulusal Hükümet ile temasını Ahmet İzzet paşa üstlendi. Saray kurmay heyetinde bulunan bir subay Ankara’ya geldi. Gerekli bilgi ve görüşleri ayrıntılı olarak yazdırıp 8 Kasım 1920 tarihinde İnebolu’ya doğru yola çıkardık.  Tevfik Paşa, Ahmet İzzet Paşa ve Salih Paşa zamanın büyük adamları gibi tanınmışlardı. Tevfik Paşa Hükümeti Ankara ile temas isteyince, görüşmeyi uygun bulduk. Bilecik’te görüşmeye karar verdik. Görüşme 2 Aralık değil 5 Aralık’ta yapılabildi.  Ahmet İzzet Paşa, Salih Paşa, elçi Cevat, Tarım bakanı Hüseyin Kazım, Hukuk müşaviri Münir bey ve Hoca Fatin Efendi’den oluşmaktaydı. Bilecik istasyon binasının bir odasında birleştik.  Ankara Hükümeti, İstanbul Hükümetini ve üyelerini tanımadığından,  kimlik ve yetki söz konusu edilmeden, görüşülmesi uygun görüldü. Birkaç saat süren görüşmelerden sonra gelen kişilerin önemli bilgi ve kanaatleri olmadığı anlaşıldı. Sonunda kendilerine İstanbul’a dönmelerine izin vermeyeceğimi ve birlikte Ankara’ya gideceğimizi bildirdim.

İzzet ve Salih Paşalar Ankara’da: Zaten beklemekte olan trenle yola çıkıldı. 6 Aralık 1920’de Ankara’ya geldik. İstanbul heyetini isteklerine aykırı olarak alıkoymuştum. İzzet ve Salih paşalarla diğerlerinden ulusal hükümet işlerinde yararlanmayı düşünerek Onların saygınlıklarını korudum. Resmi açıklamada söz konusu kişilerin, TBMM Hükümetiyle görüşmek bahanesiyle İstanbul’dan çıktıklarını, ülkenin iyiliği ve güvenliği için daha verimli çalışmak üzere aramıza katıldıklarını ilan ettirdim.  İzzet Paşa ve Salih Paşa bir türlü Ankara’ya ısınamadılar. İstanbul’a dönme isteklerini devamlı duyuyordum. Konuklukları sırasında, çok olaya şahit oldular. Yaklaşık üç buçuk ay sonra, İstanbul’da siyasi görev almayacaklarını belirterek ailelerinin yanına dönmek istediler. 19 Mart 1921’de İstanbul’a vardıklarında görevlerinden istifa ettiler. Ancak daha sonra kurulan yeni Tevfik paşa hükümetinde tekrar bakan oldular.  

Ethem ve kardeşleri zaman kazanmak için bizi yanıltmaya çalışıyorlardı. Ethem Bey 9 Aralık 1920 tarihli telgrafında sorunun İsmet Paşa tarafından amaçlı ve zamansız çıkarılmış olduğunu anlatmak istiyordu. Gerçekte sorun çözülmemişti. Amaçları olabildiğince yeniden kuvvet toplamak, Düzce’de bulunan Sarı Efe’nin ve Lefke’de bulunan Gök Bayrak Taburunun kendisine katılmasını ve Demirci Mehmet Efe’nin de kendileriyle birlikte ayaklanmasını sağlamaktı. Bir taraftan da cephe komutanlarını değiştirmek, ordudaki subay ve erlerin kendilerine karşı koymamaları için propagandaya fırsat bulmak istiyorlardı. Yeniden silah, hayvan ve taraftar insan toplamak çabasındaydılar. Hükümetçe yasaklanan özel şifreli haberleşmelerine devam ediyorlardı. 

Çerkez Ethem Hükümetin kanunlarını tanımıyor. Bu tarihlerde Kütahya’da Mutasarrıf Vekili Kadı Ahmet Asım Efendi görev yapıyor. Ethem Beyin Mevki komutanı olarak atadığı Abdullah Bey, kaçan askerlerin ailelerinden bazılarını sürgün edilmek üzere Asım Efendiye gönderir. Asım Efendi, sürgün işlemlerinin son kanun gereğince İstiklal Mahkemesine ait olduğunu belirterek yazıları geri gönderir. Bunun üzerine Mevki komutanı,  Asım Efendiyi evinden zorla aldırır, sorgular ve on dört saat uzaklıktaki Kuvayi Seyyare Komutanlığına götürürler. Asım Efendi’yi Kütahya’dan uzaklaştırırlar. Kadı ve Mutasarrıf Vekili Asım Efendi’nin uğradığı saldırı ve karşılaştığı muamele esasen Hükümete yöneltilmiştir. Mecliste Hükümete gensoru verilmesi üzerine, Cephe komutanı, Kuvayi Seyyare Komutanlığından soruşturma yapılıp sonucunun bildirilmesini ister.  19 Aralık 1920 tarihli Tevfik Bey cevabında “Abdullah Bey her ne yapmışsa tarafımdan verilen kesin emir üzerine yaptı ve yapmak zorundaydı. Adı geçen kişinin dönmesine emir verildiği şahsınız tarafından bildiriliyor. Dönmesi durumunda Asım Efendi mutlaka idam edilecektir”. Hükümetin görevine geri vermek istediği bir memurun idam edileceğinin bildirilmesi anayasa ve kanun hükümleriyle bağdaştırılamazdı.13 Aralık 1920 telgrafında Ethem Bey, Düzce’de bulunan Sarı Efe Edip’in kuvvetleriyle, 250 süvari, 200 piyade ve silahları ile, Kütahya’da Kuvayi Seyyare’ye katılmasını istiyordu. Efendiler Ethem ve kardeşleri cephede bulunan komutanları beğenmiyor, onların değişmesini istiyorlar ve emirlerine uymuyorlar, Bakanlıkları ve Hükümeti tanımıyorlardı. Görünürde benim emirlerimi yerine getiriyorlar ve Meclisi de kendi isteklerine göre harekete geçireceklerini umuyorlardı.Efendiler Kazım Paşa, Reşit Beyle Kütahya’ya beraber gidip Ethem ve Tevfik Beylerle görüşmesinin önemli noktalarını şöyle aktarmıştı. “Ankara’daki Hükümet,  yetenek ve gücüyle amacın gerçekleşmesini sağlayamaz. Hükümete karşı uyuşuk davranamayız. Fiili girişimimizin niteliğini kötüye yorumlayacaklardır. Fakat başarırsak herkes bana hak verecektir. Refet Beyle aramızda bir onur meselesi olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Refet Bey’in onurunu koruyup, bizimkini kırıyor. Refet Bey’i önüme katıp Ankara’ya kadar kovalamak isterim. Ölürsem de bu kovalama sırasında öleyim. Biz çoktan bu işi yapardık. Fakat Reşit’in Ankara’da Meclisteki durumu bizi aldatmıştır. Meclisin ne önemi ve niteliği vardır?” Kazım Paşa, bu değerlendirmeleri dinledikten sonra “Türkiye’nin Batı cephesinden başka doğuda, güneyde, merkezde orduları, komutan ve subayları ve bunlarla beraber bir ulus vardır” diyerek kendilerini sakin ve ılımlı bir durma getirmeye çalışmıştı. Efendiler, Demirci Mehmet Efe'nin, Çerkez Ethem'le haberleşmesi şüphe uyandırdı. Güney cephesinde bulunan Refet (Bele) Beyin süvarileri hemen üzerine gönderildi.  15-16 Aralık 1920'de süvarilerin baskınına uğrayan Demirci Mehmet Efe kuvvetleri Dinar yakınında İğdecik köyünde bir gece baskınıyla dağıtılmış, kendisi beş on kişiyle kaçmış 30 Aralık tarihinde Ulusal Hükümete sığınarak, bağışlanmıştır.

Efendiler, 22 Aralık 1920 günü Reşit Bey’i, bakan ve milletvekillerini on beş kadar arkadaşı hükümetteki odama davet ettim. Fevzi Paşa Hazretleri de hazır bulundu.  Bu heyete durumu anlattım. Reşit Bey “Düşman saldırılarına karşı tek kuvvetin Ethem Bey’in kuvveti olduğunu ve bizim oluşturduğumuz tümenlerin çil yavrusu gibi dağılacaklarını söyledi.” Cevap olarak Ethem Beyin komutası altındaki kuvvet 1200 veya 2000 kişiden ibaret olabilir. Bu sayı artırılırsa disiplinsizlikten dağılıp yıkım sebebi olur. Ülkenin geleceğini kişiye bağlı kuvvetlere değil, ancak TBMM’nin kanunlarına bağlı düzenli birliklere emanet edilmesi gerekir. Kuvayi Seyyare belirli bir kadro içinde verilen emirlere uyarak yararlı olabilir.”  Reşit Bey ortaya konulan gerçekleri doğrular gibi tavır aldı. Bunun üzerine son bir girişim olmak üzere Reşit Beyin bazı arkadaşlarla gidip kardeşlerine öğüt vermesi kabul edildi.  Heyet, Kuvayi Seyyare’ye şunları bildirecekti.”1. Kuvayi Seyyare (KS), diğer birlikler gibi emir ve komutaya bağlı olacak, kanun dışında davranışlardan kaçınacaktır. 2. KS kendisi adam toplamayacak, asker ihtiyacını başvurusu üzerine Cephe komutanlığı karşılayacaktır. 3. KS kaçaklarını kendisi değil, diğer birliklerde olduğu gibi Cephe Komutanlığı izleyecek ve yakalattıracaktır.4. KS görevlilerinin ailelerine bakmak üzere bulundurduğu irtibat subayları kimliği Hükümet tarafından bilinecek ve şifre örneği Hükümete verilecektir.” 

Çerkez Ethem’e bir öğüt heyeti gönderiliyor. Belirtilen şartların yerine getirilmesi durumunda KS belirli bir kadro çerçevesinde görevine devem edecektir. Reşit Bey’le beraber Celal, Kılıç Ali, Eyüp Sabri ve Vehbi Bey’ler 23 Aralık’ta yola çıkıp, 24 Aralık’ta Kütahya’ya vardılar. Heyet’in telgrafı ortak imzayla 26/27 Aralık 1920’de geldi.  “Heyete göre; Ethem ve Tevfik Beylerin cephe komutanı bilgisi olmadan düzenli ordu birliklerini cepheye dağıtarak, KS erlerini Gediz’de ve Pehlivan Ağa müfrezesini Kütahya’da toplamaları güvenlik ve savunma amaçlıdır. Her türlü eylemden kaçınacaklarına söz vermişlerdir. KS’ye katılmak isteyenlere engel olunmaması, KS’ye para verilmesi için Kütahya Mutasarrıflığına emir verilmesi ve karşılıklı güvenin sağlanması için Fahrettin ve Refet beylerin cepheden uzaklaştırılması.” istenmektedir. Heyete aynı gece “Telgrafınızı yarın Bakanlar Kurulu’na sunacağım” cevabını verdim. 27 Aralık 1920 Hükümet kararnamesiyle  “KS TBMM kanunlarına ve Hükümetin kural ve emirlerine bağlı kalmak ve uymakla yükümlüdür ve askeri düzen ve disiplinle bağlıdır. KS, bütün öneri ve görüşlerini bağlı olduğu komutanlığa bildirir ve komutanlık bunları gerekli makamlara ulaştırır. Yukarıdaki kararları Genelkurmay Başkanlığı uygular”.

Ayrıca, görev yapıldığından Heyetin dönmesini rica ettim. Heyet son bir telgrafıyla “Sorunun çözüm noktasını anladığımız gibi yazdık. Sunduklarımızın iyi karşılanmadığını gördük” dedi. Cevaben  “Görüşleriniz kötüye yorulmuş değildir. Özel bir buçuk (1.5) aydır süren kişisel, samimi çabalarımızın değerinin anlaşılmadığı açık. Sorunun çözümünü ve izlenmesini ilgili makamlara bırakmış bulunuyorum” dedim.

Asi Ethem ve kardeşlerine karşı fiili harekâta geçilmesi: Kararnamenin ardından Cephe komutanlarına asi Ethem ve kardeşlerine karşı fiili hareketlere geçmelerini emrettim. Bursa’da bulunan Yunan kuvvetlerine karşı bir piyade tümeni bırakılarak,  iki (2) piyade tümeni ve bir (1) süvari tugayına Eskişehir’in güneybatısında ve Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı. Uşakta bulunan Yunan kuvvetlerine karşı cephede yalnız bir (1) tabur bırakılarak iki (2) piyade tümeni ve yedi (7) süvari alayına Dumlupınar civarında ve yine Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı. Kuvvetlerimiz hemen yürüyüşe geçtiler. 29 Aralık 1920’de Kütahya ‘yı işgal ettiler ve üç (3) gün sonra da Batı ve Güney cephelerinden hareket eden bütün kuvvetlerimiz Kütahya’nın 30-40 km. ilerisinde ve Gediz doğrultusunda bir hatta birleştiler. Ethem kuvvetleri Gediz üzerine çekildi. TBMM ordusu kendisini, hükümetini ve TBMM’ni küçümseyen bu asilere cezasını vermek için hareket ediyordu. Kuvvetlerimiz Kütahya’ya girerken, asi Ethem’e karşı harekete geçmemize bazı milletvekilleri karşı çıkıyordu. Onlar bu durumun, kişisel ve duygusal kırgınlıklardan doğduğu fikrine kapılmışlardı. Bazıları da yenilmez Ethem kuvvetlerinin, orduyu çil yavrusu gibi dağıtacağını ve durumun feci olacağını düşündüklerinden karşı çıkıyorlardı. Meclisin heyecan ve kararsızlığını giderecek inandırıcı bir konuşma yaparak gizli oturum görüşmelerini fiili sonuçları beklemek üzere kapattık. 5 Ocak 1921 günü kuvvetlerimiz Gediz’i aldı. Ethem ve kardeşleri Yunanlılara sığındı. Artık karşımızda sadece Yunan düşman cephesi olacaktı.

Açıklama:Ethem Bey ve kardeşlerinin artıları; Ankara'nın emrinde askeri kuvvet bulunmadığı 1920 yılının başlarında Batı Anadolu'daki kuvvet Çerkez Ethem'di.1920 Şubat-Mayıs döneminde Ankara'daki harekete karşı geliştirilen isyanların çoğunu Ethem bastırdı. İsyanları bastırdıktan sonra ününü ve gücünü artırması normaldi. Birlikleri gönüllülerden oluşuyor, askeri disiplin ve hiyerarşinin yol açtığı baskıdan uzak bu kuvvetlere halktan katılım olabiliyordu.  İsyancılar, karşılarında kendileri gibi olan müfrezeleri gördüklerinde onların safına geçebiliyordu. İsyancıların liderlerini cezalandırdıktan sonra geri kalanlara gösterilen hoş görü ve kuvvetlerin idamesi için yöredeki zenginlerden alınan paralar biraz adalet duygusuna da hitap ediyor ve yoksulların Kuvayi Seyyare'ye sempatisini artırıyordu.  Ethem Bey ve kardeşlerinin eksileri; Çerkez Ethem, Ankara'da bulunan milli mücadelenin önder kadrosuna yukarıdan bakıyor ve eleştiriyordu. Yozgat isyanını bastıran Çerkez Ethem isyanın sorumlularının yargılanması için kurduğu mahkemede,  Kuvayi Seyyare'nin üzerlerine geldiğini isyancı Çapanoğullarına bildiren Yahya Galip’i yargılamak ve sonuçta idam etmek istedi. Mustafa Kemal ulusal harekete hizmeti olan Yahya Galip'i yargılatmadı fakat valilik görevinden aldı. 

Ankara, Yunan ordusunun ancak düzenli bir orduyla durdurulabileceğine inanıyor ve bunun içine Çerkez Ethem’i ve kuvvetlerini dahil etmek istiyordu. Çerkez Ethem, kuvvetlerinin düzenli ordu birliklerine dönüşmesine, kendisinin ve adamlarının paşaların komutası altına girmesine karşı çıktı. Ayrıca, istiklal mahkemelerinin yetkisine, kaçak ve hainlerin yargılanması yetkisi ve asker toplamakta İçişleri Bakanlığının yetkisine karşı çıktı. Ethem Bey’in “Cephe komutanlarının değiştirilmesi isteği” zaten kabul edilemezdi. Sorunun barışçı yollardan çözümü için yapılan bir dizi görüşme ve tartışmanın ardından Mustafa Kemal 27 Aralık 1920'de Batı Cephesi Komutanlığına Çerkez Ethem'in kuvvetlerinin imha edilmesini emretti. Bu bir iç savaştı. Çerkez Ethem'in kuvvetleri yaklaşık 5 bin kişi, düzenli ordu birlikleri de 15 bin kişiydi. Çeşitli çarpışmalar sonucunda Kuvayi Seyyare yenilgiye uğradı. Kahraman-Hain çizgisi incedir. Milli mücadelenin başlangıcında önemli rol oynayan, TBMM tarafından "kahraman" ilan edilen, Yunan ordusuna karşı direnişi örgütleyen Çerkez Ethem sonuçta Susurluk’ta Yunan ordusuna sığındı. “TBMM’ndeki statüsünü “Hain”e düşürdü. Ethem Bey kuvvetlerinin yarısına yakını 26 Ocak 1921'de Yunanlılara teslim olurken, diğer yarısı ise Ankara'nın çağrısına uyarak düzenli ordunun saflarına katıldı. Hata nerede? Ethem ve kardeşlerinin yanlış analizi bu sonuca yol açtı. Ankara lider kadrosu elit, çağı ve savaş pratiğini biliyordu. Ethem Bey ve kardeşlerinin analizleri hatalıydı. Demirci Mehmet Efe daha akıllı çıktı, aynı hatadan son anda geri döndü ve affedildi. 

Birinci İnönü zaferi: 6 Ocak 1921’de Yunan ordusu bütün cephe üzerinde her noktadan saldırıya geçti. İznik’ten Gediz üzerinden Uşak’a kadar bir hat çekildiğini düşünün, bu hattın Gediz’in üzerinde kalan parçası 200km’dir. Gediz’den Uşak’a kadar olan parçası da 30km’dir. Düşman üç tümenle bu hattın kuzey ucundan Eskişehir üzerine hareket etti. Bizim Gediz’de bulunan kuvvetlerimiz Eskişehir üzerinden bu düşman tümenlerini karşılamak zorundaydı. Karşıladı ve yendi. İnkılap tarihimize 1. İnönü zaferini kaydetti. Güney cephesi kuvvetleri eski yerlerine Dumlupınar’a geri gönderildiler. Kütahya’da yalnız 61. Tümen iki alay kadar kuvvetiyle İzzetin Bey komutasında bırakılmıştı. Yunan ordusuna katkıda bulunmak için Ethem ve kardeşleri Kütahya saldırısına destek verdiler. 61. Tümen komutanı  İzzettin paşanın sağlam karakteri, bilgili komutası, subay ve erlerin mücadelesi Yunanlıları durdurdu. Refet Paşa iki süvari tümeniyle Dumlupınar’ın 10 km doğusunda Küçükköy’de bulunuyordu. Doğrudan düşmanın olduğu yere Kütahya  batısına gitmesi gerekirken Kütahya doğusuna Alayunt’a gitmişti. Ethem çok kızdığı Refet’e bu hata nedeniyle hayatını borçludur.  İzzettin Paşa 11, 12,13 Ocak’ta süvari birlikleri yardımını istemiş akşam yaptığı karşı saldırı ile asileri kaçmak zorunda bırakmıştır. Refet paşa süvarileriyle, savaşan 61. Tümen yardımına yetişse, daha erken gitseydi iyi olacaktı. Süvari birliklerinin başına geçen Derviş Paşa 14-22 Ocak dokuz gün asileri kovalamış, tutsak almış ve  sadece Ethem kardeşler düşman ordusu karargahına kaçabilmişlerdir.

 

 
Toplam blog
: 182
: 1556
Kayıt tarihi
: 14.10.12
 
 

Elektronik Y.Mühendisiyim. Teknik alan dışında Tasarruf ve tutumlu yaşam, Kişisel Finans Yönetimi..