Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '10

 
Kategori
Öykü
 

O bir genç kızdı... Sadece sevdi

O bir genç kızdı... Sadece sevdi
 

O BİR GENÇ KIZDI... SADECE EVDİ...


Sıradan bir ailenin kızıydı. Pek de güzel sayılmazdı. Boyu kısa hafif de şişmandı. Ortaokulu bitirince ailesi:

—Kıs kısmı okuyup da ne yapacak, bu gün yarın evlenir gider demişti. Ama o işe girmeyi tercih etti.

Sonra bir işe girdi. Az çok kazanıyordu bir şeyler. Biraz arkadaş çevresi oluşmuştu. Ama ailesiyle pek anlaşamıyordu. Onlar sadece işten eve evden işe gitsin istiyorlardı. Oysa o arkadaşlarıyla takılmak, biraz olsun eğlenmek niyetindeydi. Kendisinden başka diğer arkadaşlarının hep flörtleri vardı. Onların hikâyesini dinlerken;

—Keşke benimde bir sevdiğim olsa, tüm sıkıntıları onunla paylaşır, onunla mutlu olurdum diyordu. Ama güzel olmadığını biliyor ve hep kendini bu konuda ezik hissediyordu. Genç bir kızdı ve içindeki duyguları birileriyle paylaşmak ve herkesin bahsettiği o hayali duyguyu yaşamak istiyordu.

Bir hafta sonu arkadaşlarıyla beraber sinemaya gitmeye karar verdiler. Ailesinden zorla izin almıştı. Sinemadan eve dönerken genç bir delikanlı yanına yaklaştı ve selam verdi. Başını çevirip bakınca, karşısında uzun boylu gözleri parlayan esmer bir yakışıklı birini gördü. Delikanlı bir şeyler söyleyip durdu ama o heyecandan ne dediğini anlayamadı bile ve hemen oradan uzaklaştı. İlk defa bir erkek ona böylesine yaklaşmış ona bir başka bakmıştı. Çok etkilendi ve sabaha kadar bu heyecanla uyuyamadı. Onu takip eden günlerde sık sık karşılaştılar ve aralarında sıkı bir aşk ilişkisi başladı.

Genç kız aşkı ilk defa tadıyor ve dünyasının tamamen değiştiğine inanıyordu. Arkadaşlarına ondan bahsederken heyecandan konuşmasını bile şaşırıyordu. Aile içindeki huzursuzluğunu ona sığınarak rahatlıyor tüm dünyasını onun üzerinden kuruyordu. Çok güveniyordu. Ondan duyduğu tatlı sözleri bu zamana kadar kimseden duymamıştı. Elini tutup da öpen kimse olmamış saçlarını onun gibi kimse okşamamıştı…

Onun yanındayken hiçbir şeyden korkmuyor ve hiçbir isteğine karşı çıkamıyordu. Ailesinden ve toplumun kurallarından korktuğu halde duygularına yenik düşerek onunla beraber oldu. İlerleyen zaman içinde hamile olduğunu anladı ve bunu onunla paylaştı. Delikanlı çok sevindi ve telaşlanma evleneceğiz dedi. Yalnız memlekete gitmem gerekiyor işlerimi halledip hemen döneceğim diyerek yanından ayrıldı.

Aradan haftalar geçiyor ama o gelmiyordu… Telefon ediyor sürekli kapalı görünüyordu. Acaba başına bir şey mi geldi diyerek meraklanmaya başlamıştı. Kimseden de soramıyordu çünkü hiçbir ortak arkadaşı yoktu. Uzak bir yerde oturduğu için hiç evine de gitmemişti. Ama yinede ona güvenini kaybetmek istemedi. Mutlaka gelir diyordu. Beni böyle bırakmaz!

Bu arada karnındaki değişiklilerin farkına da varmaya başladı. Kimseye bir şey diyemiyor saklamaya çalışıyordu. Allahtan kiloluydu ve kimsenin almayacağını düşünüyordu. Zaman geçtikçe artık gerçekler yüzüne, yavaş yavaş görünmeye başladığında ne yapacağını şaşırmış ama bir o kadarda çaresiz hale düşmüştü. Bu kadar inandığı ve sevdiği biri bunu ona nasıl yapabilirdi. Aklı ermiyordu bir türlü.

Hani onun “bir tanesiydi”… Asla elini bırakmayacaktı… “geceleri ay’ı gündüzleri güneş’iydi”… Hepsi yalan mıydı?

Durumunu son aya kadar ailesinden saklamayı başardı. Ve son ay işinden izin alıp teyzesinin yanına gitti. Teyzesi büyük şehirde yaşıyor ve ona yardım edeceğini umuyordu. Her şeyini teyzesine anlattı. Bu olayı bilen tek kişiydi. Ama onunda elinden bir şey gelemezdi. Ailesinin bilmesi demek onun sonu demekti. Asla onu kabul etmezlerdi…

Doğum anı geldiğinde çocuğunu doğurdu… Canından candı ama onu nasıl bakıp büyütebilirdi ki… Babasız bir bebekle topluma nasıl ayak uydurabilirdi. Herkes onu dışlayacak ve yardım edeni de olmayacaktı. Ailesi onu ya öldürür ya da sokağa atardı... Bir bebekle çalışamazdı da… Bütün bu çaresizliğin içinden bir şekilde kurtulmayı düşündü ve tek yol olarak bebeğini cami avlusuna bırakıp kaçmakta buldu.

Hayatında yaşadığı aşk denen duyguların sonunun böyle olacağını nerden bilebilirdi ki… Hatasının ve yanlışının nerde olduğunu düşünmeye çok zamanı olacaktı…

Televizyonda haberleri izlerken cami avlusuna bırakılan minicik bebekten bahsediliyordu.

—Hangi vicdansız anne bunu yapar deniliyordu…

Ama kimse;

—Bu bebeğin babası da vardır o nerelerde… Gibi bir cümle kurmuyordu!

Bir genç kızı gönlüne göre kullanıp da iş ciddiye bindiğinde, bırakıp kaçmak hangi insanlığa sığıyordu?

İlgiye güzel söze kanan genç kızlar damıydı bütün suçlar? Hissettiği gerçek duygularına inanan kızlar karşısındaki erkeğin değersiz insanlık dışı ve yaptıklarını görmeyip de suçlamayan toplumda mıydı yoksa tüm asıl sorumsuzluk?

Toplumun tüm suçlayıcı, yargılayıcı değerleri hep kadın üzerine toplanıyordu. Onun içinde toplumdan cesaret alamayan genç kızlar ve kadınlar içleri parçalanarak da olsa içlerine düştüğü bu zor durumdan kurtulmak için çareyi ya cami avlusunda ya da karakol önlerinde buluyordu…

Toplumda her ne olay oluyorsa bilin ki ucundan kıyısından hepimiz suçluyuz! Kimse “bana ne” demesin ya da “kendi düşen ağlamaz” demesin… Çünkü hepimizin bir toplum bilinci ve sorumluluğu vardır. Kimi bunun farkındadır kimi ise cehaletinden sebep bunu fark edemez bile!

Kadının aşka olan inancını kıran ve sanki âşık olmak kadına günahmış gibi gösterilen bu bilinçsiz yargı, kimlerin suçu acaba?

O cami avlusuna bırakılan her bebeğin bir hikâyesi olduğunu da sakın unutmayalım. Bu konudaki sorumluluklar asla tek taraflı olamaz!

Mutlaka ortaya bir günah keçisini koyacaksak neden bu önce kendi yargılarımız olmasın?

 
Toplam blog
: 76
: 720
Kayıt tarihi
: 26.04.09
 
 

Kendi halinde, düşünmeyi/yazmayı seven  biriyim. En çok değer verdiğim konu ise herkesin bilinçli..