Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '07

 
Kategori
Anılar
 

O bir horozmuş meğer...

Güzel bir İlkbahar günü. Kasabanın pazaryerinde küçük kız, elini tutan babasını sapsarı, yumak-yumak civcivlerin satıldığı tezgâhın önüne doğru çekiştirdi. Adam, kızının arzusunu geri çeviremedi, satıcıya:

— On civciv istiyoruz ama biri horoz, diğerleri tavuk olsun.
Dedi.
Adam, endişeyle satıcının yüzüne bakıyordu. Terslenmeyi bekler gibiydi. Sorulacak soru muydu bu? Civcivlerin hangisi horoz, hangisi tavuk nasıl anlasın adam…

Satıcı:
— Tamam; hemen.
Dedi.
Adam ferahladı. Tekrar satıcının yüzüne baktı. Bu defa endişesi meraka dönüvermişti. Yine bir şeyler soracaktı: Nasıl anlaşılıyor horoz veya tavuk olduğu? Diye. Ama sormadı, kelimeleri yuttu. Zaten satıcı, kendinden gayet emin işini yapıyordu. Civcivleri tek tek alıyor, evirip çevirerek bakıyor sonra onları küçük karton kutuya koyuyordu. “Ne çıkarsa bahtımıza” diye düşünmekten de kendini alamadı.

Eve dönerken kızının sevincine diyecek yoktu doğrusu... “Kaçı horoz, kaçı tavuk?” sorusuna günlük cevap arayışları içinde besleyip büyüttüler civcivleri. Küçücük sarı yumaklar büyüdükçe çirkinleştiler. Kutuya da sığmaz oldular. Adam onları bahçeye inen merdivenin altına yaptığı kümese taşıdı. İnanması zor fakat biri alacalı horoz, diğerleri beyaz renkli tavuk çıkmıştı. Hakkını vermek lâzım: satıcı bu işi biliyormuş. “Biri horoz diğerleri tavuk olsun.” denmişti; öyle olmuştu.

Horoz da ne horozdu ama... Adını “Çalımlı” koydular. Çünkü mahallenin en yakışıklı, en alımlı ve en çalımlı horozuydu o. Tavuklarını gözünün önünden ayırmaz, onları sürekli bir ve beraber tutardı. Gruptan üç adım öteye dahi ayrılmalarına izin vermezdi. Biraz uzaklaşanın vay haline; kakaçlayıncaya kadar kovalar ve onun canını yakardı. Bu kovalamaca ve çığlıklara mahalleli alışmıştı artık. Çalımlı, horozların en zorbası ve en köpeğiydi aynı zamanda. “Horozun da köpeği olur mu?” demeyin... Can havliyle ve çığlıklar atarak kaçmaya çalışan her çocuğun arkasında Çalımlıyı görürdünüz. Huysuz köpek gibi; gelene geçene saldırır, büyük küçük demeden herkesin üstüne sıçrardı.

Ya tavuklar? Zavallılar... Ne çekerdi onun zorbalığından… Her sabah kümesten ilk o çıkardı. Kümes kapısının önünde durur, tüylerini kabartır, kendine has çalımla ayaklarından birini kaldırıp diğerini indirir, kaba ve çirkin sesler çıkarırdı. Dışarıya kafasını uzatan her tavuğa bir kakaç... Canı yanan, avazı çıktığı kadar bağırarak bahçeye fırlardı. Akşam da ilk o gelirdi kümesin önüne. Bekler, içeri girecek olan her tavuğun kafasına tekrar bir kakaç... Kakaçlama, sabah bir fasıl, akşam bir fasıl sürüp giderdi.

İşte böyleydi Çalımlı; kümesin zorba hâkimi, mahallenin rakipsiz kabadayısı. Hani bir söz vardır: “Eceli gelen köpek...“ diye… Bir gün sahibinin üstüne sıçrayınca, canından oldu. Kesildi ve afiyetle yenildi. Artık ne kaba bir horoz sesi, ne tavuk ne de çocuk çığlıkları… Kümes ve sokak sükûna kavuşmuştu adeta.

Bir akşam, tavuklardan birinin eksik olduğunu fark etti adam; “Kediler veya köpekler yemiştir“ dediler. Başkası: “En iyisi mi bir horoz al getir; çekip çevirsin bunları. Horoz olmayınca kuluçkaya da yatmazlar” dedi. Söyleyen haklıydı; hafta sonu kasaba pazarından bir horoz alıp tavukların önüne katmalıydı.

O hafta sonu gidemedi pazara, sonrakinde de. Derken bir sabah işe giderken, tavuklardan birinin “Kikiriii kik” diye ince perdeden ve kısık bir sesle ötmeye başladığını fark etti. Yanılıyor olmalıydı. Kulak kabarttı. Tekrar aynı ses: “Kikiriii kik”. “Olacak şey değil! Tavuklardan biri horoz rolüne soyundu galiba” diye düşündü. Aldırmadı.

Aradan üç hafta geçmişti; O Pazar, adam dışarı çıkarken tok bir horoz sesiyle irkildi. Durdu, şaşkın etrafına bakındı.

— Üüü ürü üüüüü.

Diye tok sesle öten beyaz bir horoz gördü. Bu oydu; “Kikiriii kik” diye öten horozumsu tavuk. Bir kaç hafta içinde mahmuzları uzamış, ibiği gelişmiş ve sarkmıştı. Sesi de kalınlaşmıştı. Durdu, şöyle bir baktı ve:

— Hadi Be! Ötmekle horoz mu olunur?

Diye terslendi.

Sonra:

— Onları güdeceksin, yemlenmeye çağıracaksın. Gerektiğinde koruyacaksın, icabında kakaçlayacaksın. En önemlisi; horozluğun gereğini yapacaksın…”

Diye söylenirken yürüdü. Horoz inatla:

— Üüü ürü üüüüü.

Diye aynı perdeden tekrar öttü.
— Şuna da bak!

Dedi. Ya ötebilmenin tadını çıkarıyor ya da meydan okuyordu tüm horozlara ve kendisine.

Tekrar durdu, başını hafifçe horozumsu tavuktan yana çevirdi ve tekrar aşağılayıcı bir bakış attı. Geriye döndü, çevresine bakındı, yürüdü, bahçe duvarının dibine usulca ve tedirgin çömeldi.

Şu horozumsu tavuğun neler yapabileceğine bir bakmalıydı; gözlemeye başladı. Gözledikçe şaşkınlığı arttı. Şu horozumsu tavuk diğerlerini kakaçlamıyor olsa da horozluğun icaplarını pekâlâ yerine getiriyordu. Çalımlı ve alımlı olmasa da o bir horozdu. Artık bundan emindi. Acı bir gülümseme yayıldı yüzüne:

— Vay canına! Meğer o bir horozmuş!

Diye fısıldadı. Sonra yüzü gerildi, bakışları yeni horozun üstünde gezindi, sonra bir noktaya sabitlendi, dalıp gitti. Nice zaman sonra derin bir iç geçirirken doğruldu.
— Hem de uyumlu bir horoz!

Diye fısıldadı. Yürüdü, bahçeden çıktı ve gitti.

Bekir Ali

 
Toplam blog
: 141
: 926
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

Türk san'at müziği dinlemeyi, okumayı, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Kamudan emekli inşaat mühend..