Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '08

 
Kategori
Psikoloji
 

O dikenli otlar...

O dikenli otlar...
 

Çok soru soruyordum. Çünkü tam soru sorma çağımdaydım. Bazen saçma, bazen gereksiz, bazen de cevabı için bir ömür harcanması gereken sorular... Hep şöyle diyordu: "Meraklanma, hayat öğretir." Beklemeye tahammülü olur mu cevabı arayanın? Benim de yoktu. Ve "hayat öğretir" cümlesinden hiç hazzetmiyordum. Çünkü, hala çocuktum.

İnsan büyüdüğünde, cevapları verebilecek biri olduğu düşünülecek kadar büyüdüğünde, "hayat öğretir." cümlesinin bir baştan savma aracı değil, anlamış ve öğrenmiş birinin tüm kalbiyle söylediği bir cümle olduğunu anlıyor.

Bugün sorularımın pek çoğu yanıtlarını buldu. Ya benden önce öğrenenler cevapladı ya da hayat öğretti. Yeni sorular edindim, yeni cevap arayışlarına girdim, sorularımı cevaplayacak yeni insanlarla tanıştım. Ama tüm bunların içinde hangi soruların yanıtlarının ancak ve ancak hayat tarafından verilebileceğini öğrendim. Galiba öğrendiklerim içinde en önemlisi de buydu.

Mesela içimizde yetişen o dikenli otu bu yolla tanıdım. Bir zamanlar ben büyürken, sırf insan olduğum için, sırf bir ruhum olduğu için içime atılmış olan o tohumun ben büyüdükçe ve yaralandıkça nasıl serpilip geliştiğini, hangi durumlarda içime, ciğerlerime battığını, hangi zamanlarda ve nasıl onu kesip budamam gerektiğini öğrendim.

Hayatın öğrettiği en önemli şeylerden biriydi bu da. O zehirli otu tanımak için hayatın içinde uzun bir süre yürümek, yollarda taşlara takılıp sendelemek, bazen düşmek, düştüğünde şaşkınca yerde bir süre kalmak, sonra ani bir kararla yeniden devam etmek, bazen geri dönüp ardında bıraktıklarını çözmek, bazen kendi hızına inanamadan yürümek, bazen durup soluklanmak gerekiyordu.

Tüm bunların içinde usul usul tanıyordun onu. Seni derinden sarsan bir cümlenin, o ot üzerinde gübre etkisi yaptığını öğreniyordun mesela. O ot büyüyor büyüyor büyüyordu ve ciğerlerini yakıyordu. Sonra hangi makasın onu budayacağını öğreniyordun. Usul usul acın diniyordu sen dalları kestikçe. İçine dolan kan kuruyup izler bırakıyordu. Ve sen, o izleri bir harita gibi kullanıp nelerden ve kimlerden uzak durman gerektiğini, nerede nasıl davranman gerektiğini anlıyordun. Ve tüm bunları, sırf insan olduğun için içinde büyüyen o acı ot öğretiyordu sana.

Başlarda, o ota savaşılması gereken bir düşmanmış gibi yaklaşıyordun. Ama zaman geçip de hayat sana daha çok perdesini açtığında aslında onun hayatın sana sunduğu bir pusula olduğunu kavrıyordun. Yönünü buluyordun onunla. Bu da hayatın öğrettiği şeylerden biriydi.

Çünkü, bazen düşman sandıklarımız aslında bize sunulmuş bir pusula, haritaydılar. Hayat ani bir kararla, belki de senin artık büyüdüğüne kanaat getirdiğinde, sana bu büyük sırrını açıveriyordu. O zaman dünyada hiç bişey gözüne düşman gibi görünmüyordu. Herşey ve herkes öğretmene dönüşüyordu.

Bundan sonra başka oluyordu adımların. Büyük soruların cevaplanıyordu. Kucağında çözümleneceğinden emin olduğun sorular kalıyordu çünkü yolu öğrenmiş oluyordun. Zaman gelip geçiyor küçük çocuklar yollarını kesiyor ve kolundan çekip cevabı için bir ömür harcanması gereken sorular soruyorlardı sana. Ve sen gülümseyerek şöyle diyordun:

"Hayat öğretir."

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/1864008/
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..