Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '13

 
Kategori
Anılar
 

O gördüğüm ahiret miydi?

O gördüğüm ahiret miydi?
 

www.dreamstime.com


Hz. Mevlana "Ölüm günüm, düğün günümdür" diyerek ölümün ayrılık değil, kavuşmak olduğuna dikkat çekmiştir. Onun düşüncesinde ve fikirlerinde ölüm hiçbir zaman yokluk olarak kabul edilmemektedir. 
 
Allah'a, yani özüne döndürülen bir ruh için yokluk manasında kullanılan ölüm ifadesi, nasıl bağdaştırılabilir ki?
 
Ölüm geride kalanlar için çok acı bir durumdur. Ama ölen kişi için ruhun özgürlüğe kavuşmasıdır.
 
Bir kanser hastası düşünün. Artık morfin bile ağrılarını dindiremiyor. O kişi için ölüm bir kurtuluş değil midir? Hayatta bunalıma düşen ve intihar aşamasına gelip, intihar eden insanlar da ölümü bir kurtuluş olarak görmektedirler. Ben de ölümün dünyadaki bütün dertlerden kurtulup huzura kavuşmak olduğuna inanıyorum. Belki de geçmişte yaşadığım bir deneyim  bu inancımı güçlendirmiş olabilir.
 
******
 
İnsanların hayatlarında öyle dönemler vardır ki, bütün aksilikler üstüste gelir. Her şey ters gider. Öyle olaylarla karşılaşırsınız ki, o anlarda Azraili yanınızda hissedersiniz. Terör olaylarına hedef olmak, kazalar, hastalıklar ve bunlara benzeyen başka olaylar.... Ben de geçmişte öyle bir dönem yaşamıştım.  
 
Şimdi anlatacaklarım anılar kategorisinde bundan önce yazmış olduğum, kurşun yağmuru altında kaldığımız olayın da yaşandığı yıla aittir. Her iki olayın arasında  ise sadece 9 ay vardı. 
 
******
 
O sabah tuvaletin sifonunu çekmeden önce gördüğüm siyah renge hiçbir anlam verememiştim. Daha sonra olaya vakıf olduğumda o siyah rengin bir kaç gündür devam ettiğini hatırlamıştım. Eğer bir gün önceden yedikleriniz arasında karaciğer, dalak gibi sakatat ürünleri ile kırmızı et, ıspanak gibi demir içeren yiyecekler varsa, telaşa kapılmanıza gerek yok. Ya bunlara benzer yiyecekler yemediyseniz o zaman siyah rengin anlamı çok daha başka olabilir.
 
O sıralarda aşağıda yazdığım bilgilere sahip olmadığım için normal hayatıma devam ediyordum. 
 
"Mide ile onikiparmak bağırsağından kaynaklanan kanamalar  siyah renkli (melena) görülürler. Dışkının siyah renkte olmasının sebebi kanın hidroklorik asite maruz kalarak siyah renk alması ve cıvıklaşmasıdır. Demir, bizmut ve ya likoriş alımında da koyu ve ya siyah renkte dışkılama olabilir, ancak bu gibi durumlarda dışkı tam olarak katran renginde ve cıvık değildir."
 
O gün, gün boyunca üzerimde bir halsizlik vardı. Bu halsizliğimin sebebini aşırı yorgunluk olduğunu düşünmüş ve büyük bir hata yaparak bir aspirin içmiştim. 
 
"1899 yılından beri kullanılan aspirin, ağrı kesici, ateş düşürücü, antiromatizmal, antiinflamatur, miyokard enfaktüsü ve inmeleri önlemede yararı olmasına rağmen, yan etkilerinin içinde dispepsi (gastrit, duedonal ülserler), bulantı, kusma, gastrointestinal sistem kanamalarına da neden olmaktadır."
 
Sonradan öğrendiğime göre ben iki gündür onikiparmak barsağımdaki bilgi sahibi olmadığım ülser yüzünden kanama geçiriyordum ve bunun farkında değildim, üstelik kanamam olmasına rağmen aspirin yutmuştum. 
 
Akşam eve geldiğimde halsizliğim devam ediyordu. Akşam yemeğini ise yarım bırakıp, salondaki koltuğa uzanmıştım. Belki biraz dinlenirsem, daha iyi olurum diye düşünüyordum. Ancak yatarken boğazımdan ağzıma gelen sıvı yüzünden, bir anda koltuktan fırlayıp, banyoya gittim. Ağzımdan hafifçe kan geliyordu. Herhalde boğazım tahriş olmuştur diye düşünüp, çok fazla önemsemedim. 
 
Ne olursa olsun, hiçbir hastalık belirtisi ihmal edilmemelidir. Çok kişi benim gibi düşünüp, örneğim sol kolda uyuşma veya göğüste baskı hissettiğinde "Biraz sonra geçer" düşüncesiyle, geç kalıp kalp krizi geçirip, hayatlarını kaybetmektedirler. Gerçi benimki bir kalp krizi değildi, ama kanama da önemsenmeyecek bir belirti değildi. 
 
Zaman geçiyordu ve ben hâlâ doktora gitme konusunda tereddütlüydüm. Ancak ağzımdan birkaç kere daha kan gelince, yakınlardaki bir kliniğe gittim. O zamanlar adım başı hastaneler yerine, mahalle aralarında klinikler vardı. Saat de oldukça ilerlemişti. Gittiğim kliinikte nöbetçi bir pratisyen hekim vardı. Muayene sırasında da ağzımdan hafif bir kan gelmesine rağmen, doktor bana ağızdan alınması gereken ilaçlar verdi. Bir de bulantı önleyici fitil. Ama yine de  klinikten çıkarken, kanama devam ederse, bir hastaneye gitmemi de söyledi. 
 
Saat gece yarısına yaklaşıyordu. İlaçları ancak bir nöbetçi eczaneden alabilirdim ve yakında da bir nöbetçi eczane yoktu. En yakın nöbetçi eczane ise en az beş kilometre uzaktaydı. 
 
Zaman ise aleyhime işlemeye devam ediyordu. Oradan bir taksi bulup, nöbetçi eczane aramaya başladık. Yakındaki bir eczanenin tabelasından okudumuz nöbetçi eczaneden ilaçları alıp, eve döndüm. Ancak yolda bir kere daha ağzımdan kan gelmişti.
 
Evde aldığım fitil bulantımı gidermişti ama ağzımdan aldığım ilaç kanamayı durdurmamıştı. O anda tuvalete gitme ihtiyacı hissettim. Bu defa kanama siyah olarak dışkı halinde gelmeye başlamıştı. Normal ishal vakalarında bile, eğer mide bulantısı da varsa, hastanelerde su kaybını karşılamak için serum bağlarlar. Benimki ise çift taraflı kanamaydı.
 
Tuvaletteyken bir anda yere düştüğümü hatırlıyorum. Kendimi kaybetmiştim. O anda gözümün önünde şu sahne vardı. 
 
Uçsuz bucaksız bir çayır, o çayırda bir çocuk koşuyor. Sonra o çocuğun ben olduğumu hissediyorum. Ama öyle bir huzur duyuyorum ki, tarif edilmez. Vücudum tamamen hafiflemiş durumda. O andaki huzuru hiçbir zaman hissetmemiştim. Daha sonra eşimin anlattığına göre ben bunları görürken gözlerim açıkmış.
 
Çayırda koşan çocuk fotoğrafını internet sitelerinde "Koşan çocuk" olarak aradım. Ancak bulamayınca bu defa bu kelimelerin ingilizcesi olan "Running boy" olarak aradığımda, benzer bir fotoğraf gördüm. O fotoğrafın bulunduğu siteye girince, bu isimde 800 tane fotoğraf vardı ve benim gördüğüm sahneye en yakın fotoğrafı o 800 fotoğraf içersinde seçip, blog resminde paylaştım. Bu fotoğrafın bulunduğu sitenin ismi de ilginçti. Sitenin ismi "Dreamstime" idi. 
 
O an duyduğum huzur birden bana çok büyük bir güç vermişti ve tam anlamıyla geri döndüğümü hissettim.  Bir anda ayağa kalkıp, sanki hiç hasta değilmişim gibi eşime "Hemen hastaneye gitmemiz gerek" dedim. Üstümü değişip giyindim. Ancak o tarihte  şimdiki gibi 112 acil ambulans servisi yoktu. Zaten evde telefon bile yoktu. Bulunduğumuz apartmana ise yeni taşınmıştık. Çok fazla bir tanıdığımız yoktu. Ama bir komşunun kapısını çalarak bizim aracımızla hastaneye götürmesini istemek zorunda kaldık. O tarihde 1,5 yaşında olan oğlumuzu komşunun eşine bırakarak, İstanbul Tıp fakültesi acil servisine gittiğimizde, acil servisteki lavabonun ağzımdan gelen kanla dolduğunu hatırlıyorum. 
 
Tam teşekkülü hastanede hemen acil müdahale yapılarak, bir taraftan serum bağlandı, Kanamayı durdurucu enjeksiyon ve hastanenin hemen yanındaki Çapa kan merkezinden alınan kan beni hayata döndürmüştü. 
 
Üç gün sonra hastaneden çıkıp, ülser tedavisine devam etmiştik. O zamanlar ülserin nedeninin helicobacter pylori adlı bir bakteri olduğu henüz bilinmiyordu. Günümüzde ise endeskopi sayesinde bu bakteri saptanıp, antibiyotikle çok daha çabuk tedavi ediliyor. 
 
Şu anda devamlı aldığım hiçbir ilaç yok, yaz aylarında ise günde birkaç kilometre yüzerek ve yürüyerek sağlığımı korumaya dikkat ediyorum. 
 
Bu anlattığım olayın üzerinden ise yirmibeş yıldan fazla  geçmesine rağmen, zaman zaman gözümün önüne yemyeşil çayırda huzur içinde koşan çocuk halimi hatırlıyorum ve kendi kendime soruyorum.
 
"O gördüğüm ahiret miydi?" diye....
 
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..