Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '13

 
Kategori
Dünya
 

O Gün Dallas'ta

O Gün Dallas'ta
 

Belleklere kazınan görünüş


Ne de çok ağlamıştık.

O zaman televizyon yoktu henüz. Radyolardan gece gündüz, iç kıyıcı klasik bir parça eşliğinde, dünyanın kaybettiği büyük bir değere ağıtlar yakılıyordu. Bizler de gece gündüz gözyaşı döküyorduk.

Çocuktuk o zaman. Bugün “medya” olarak tanımladığımız o gücün, nelere kadir olduğundan henüz haberimiz yoktu. Hoş büyüklerimizin de henüz bundan pek haberi yoktu ya.

O, gazetelerdeki resimlerinden tanıdığımız yakışıklı görüntüsü, yanında tüm kadınların yerinde olabilmek için hayaller kurduğu genç ve güzel eşiyle, o günlerin politik starıydı.

ABD’nin 1961 senesindeki başarısız Domuzlar Körfezi çıkarması denemesinden sonra, Sovyet Rusya’nın Küba’da atom silahları yerleştirmeye kalkması üzerine, Ekim 1962’de çıkan krizde , eşiğine gelinen Üçüncü Dünya Savaşından nasıl da kurtarmıştı dünya halklarını.  O zaman hala demir perde ile ayrılan komünist ülkelerin ortasında sıkışıp kalmış Batı Berlin’e 1963’de yaptığı seyahatte, nasıl da bir Berlin’li olduğunu haykırmıştı tüm dünyaya.

ABD’nin kirli çamaşırları bu denli ortalığa dökülmemişti o günlerde, Wietnam savaşının sonuçları tam belli değildi, Irak ve Afganistan savaşları ufukta görünmüyordu, Orta Doğu’da, Güney Amerika’da ve dünyanın daha birçok başka yerlerinde döndürülen dolaplardan pek kimsenin haberi yoktu, Wikileaks ve Snowdon henüz gelecekteydi. O, dünyanın gözünde, haksız ve aşağılık bir komploya kurban verilmiş bir kahramandı. Elbet ki cinayetin haklısı olmaz ama acaba gerçekten de bir kahraman mı öldürülmüştü?

O zamanlar politikacıların özel hayatlarında kırdıkları cevizler de büyük titizlikle halkların gözünden saklanıyordu.  Clinton, seks yaşamı açısından O’nunla kıyaslandığında,  liseli bir delikanlı kadar masum kaldığı halde; özel hayatındaki bir ayak sürçmesi yüzünden, ancak çok seneler sonra, bir başkan olarak Senato, Amerikan halkı ve dünya önünde hesap vermek zorunda kalacaktı.

1963 senesinin 22 Kasım’ında, seçim gezisi için gittiği Dallas’ta, sinsi bir cinayetin kurbanı olduğunda, tüm dünyada gerçekten de yer yerinden oynadı.  Oysa politik cinayetler dünyanın her yerinde, tüm zamanlarda işlenegelmişti.  ABD’de de ilk defa olmuyordu. Ama John F. Kennedy, tam da o günlerde, öylesine zirvedeyde ki; bir dönem daha başkan seçileceğine muhakkak gözüyle bakılıyordu. Öldürülmesi, birçok bakımdan hem ABD hem de tüm dünya için büyük bir şok olmuştu. Dünya hem bu parlak yıldızın ortadan kaldırılmış olmasına, hem de ABD gibi bir ülkenin, başkanını kurşunlardan koruyamamış olmasına şaşıyordu.

Ölümüyle birlikte, ortalığa bir sürü senaryo saçıldı. Günümüze kadar elli senedir de senaryoların ardı arkası kesilmedi. Hiçbiri de doğrulanamadı. Cinayete kimin veya kimlerin azmettirdiği bulunamadı.  Katili Lee Harvey Oswald, olaydan iki gün sonra mahkemeye götürülürken, polis binasının mahzeninde, bir bar sahibi olan Jack Ruby tarafından öldürüldü.  Oswald, Kennedy’yi vurduktan, kendisinin öldürüldüğü ana kadar geçen iki gün boyunca, suçsuzluğunu iddia etmişti. Ruby ise, ilk verdiği ifadelerde, Oswald’ı, Jacky Kennedy için öldürdüğünü ve arkasında başka kişiler olmadığını söylediği halde, daha sonra bir gazeteciye verdiği mülakatta, Kennedy cinayetinin hiçbir zaman aydınlığa kavuşmayacağını, çünkü yüksek makamlarda olan ve kendisine bu iş için baskı yapmış olan bazılarının buna izin vermiyeceğini anlatıyordu.  Avukatının cezai ehliyeti olmadığını iddia ettiği Ruby, 1964 de ölüm cezasına çarptırıldı ama daha sonra, bu kararın Dallas mahkemesince verilmiş olmasının yanlış olduğu hükmüyle, temyizce bozuldu.  Dava yeniden ele alınacaktı ama Ruby, 3 Ocak 1967 de, Dallas Memorial Hastahanesinde ölüverdi. Ölümünün, akciğer kanserinden kaynaklanan bir tromboz yüzünden olduğu kayıtlara geçti. Kennedy’nin katili öldürülmüş, onun katili de görünüşe göre kendiliğinden ölmüştü. Bu gelişmelerle, Kennedy cinayeti de aydınlanmak yerine, daha da karanlıklara gömülmüş oldu. Akıllardaki onlarca soru cevapsız kalmıştı. Oswald gerçek katil miydi? Kennedy’nin korumaları neden O’nun ve arabanın yanında değil, gerideydiler? Ruby’nin polis binasının içinde elinde silahıyla ne işi vardı, oraya nasıl girebilmişti? Olaydan belleklerde, Dallas’ta, kurşunların hedefini bulduğu anda, seyir halindeki açık arabanın içinde yardım isteyerek arka kaportaya tırmanan First Lady’nin ve polisler arasında, anlaşılan yediği dayaklardan morarmış gözleri ve şiş suratı ile götürülürken, karnına yediği kurşunla yere çöken Oswald’ın görüntüleri kaldı.

Kennedy, zengin ve nüfüzlu bir ailenin çocuğuydu. Büyükbaba John F. Fitzgerald tanınmış bir politikacıydı. Babası Joseph, kendi başkanlık hayallerini gömdükten sonra, büyük oğlu Joseph’i başkanlık için yetiştiriyordu. Joseph İkinci Dünya Savaşından sağ çıkmayınca, baba Joseph’in hayalleri ikinci oğlu John F. Üzerinde yoğunlaştı. John F. aslında hastalıklı bir çocuk ve hastalıklı bir gençti. Yaşamı boyunca, sarılık, barsak hastalıkları, omurilik bozuklukları ve daha başka şeyler yüzünden çok çekti. Genel sağlık durumu, başkanlık yarışı gibi bir maceraya girmesine elverişli değildi aslında . Başkan olmadan önce geçirdiği bir sırt ameliyatından sonra da, ölümüne kadar hep sırt korsesi taktı. Hatta ölümünde bu korsenin de payı olduğu, yediği ilk kurşundan sonra içinde bulunduğu arabanın koltuğuna çökmek yerine, korse sayesinde dimdik kaldığı için, sonraki öldürücü kurşunlara güzel bir hedef teşkil ettiği söylendi. Çoğu kere kullanmak zorunda kaldığı koltuk değnekli fotoğrafları kamu önüne hiç çıkmıyordu. Babası senatör olması için de, daha sonraki başkanlık seçimi kampanyasında da, milyonlarca Dolar harcamıştı ve bunu, seçim kampanyalarına kanunen izin verilmiş para limitlerini çeşitli yöntemlerle aşarak yapmıştı. Herşey onu başkanlığa götürüyordu. Kennedy için kaderinden kaçış yolu yoktu.

Sağlık durumu ve aslında sakat bir insan oluşu da kamudan ve dünyadan başarıyla gizlendi.

John F. Üniversite yıllarından itibaren kadınlar üzerinde büyük etki yapan bir cazibeye sahipti. Politika yollarında güçlüleştikçe, bu olanaktan olabildiğince istifade etti. Başkanlığı süresince, ustalıkla halktan ve dünyadan saklanmış olan sayısız sevgilisi, birer gecelik sayısız macerası oldu. Hatta sevgililerinden biri olan Alman asıllı Ellen Rometsch, FBI tarafından casuslukla suçlanarak ülkeden çıkarıldı ve bu olay ülkede az daha bir hükümet skandaline sebeboluyordu. Dünyanın sevgilisi Marilyn Monroe ile olan ilişkisi ise, tüm gizliliğe rağmen su yüzüne çıkmıştı. Ne tesadüftür ki, Marilyn Monroe, 5 Ağustos 1962 de, yani John F. Kennedy’nin öldürülmesinden bir yıl kadar önce, evinde fazla doz ilaç aldığı için ölü olarak bulundu. Henüz 36 yaşındaki yıldızın bu ani ölümü de,  olaydaki pek çok karanlık nokta açıklığa kavuşturulamadan, efsane-komplo-sır dizisindeki yerini almayı başardı. Hatta Marilyn ile o zamanlar Adalet Bakanı olan John F. Kennedy’nin kardeşi Robert Kennedy arasındaki ilişkiden bile söz edildi. Sonuçta bu olayda da gerçekler ortaya çıkmadı.

Sonradan anlaşıldığına göre, evliliği boyunca durmadan aldatılmış olan Kennedy dulu Jacky, 1968 yılında Yunanlı Armatör Onassis ile evlendiğinde, tüm dünya ona biraz kınayarak baktı. O şahane adamın anısına ihanet etmişti sanki bunu yapmakla, aslında ömür boyu yalnız kalıp yas tutmak yaraşırdı ona. Kennedy ile olan evliliğinin içyüzü seneler geçtikçe ortaya döküldüğünde ise, on yıllık bu beraberlik esnasında nasıl sabretmiş ve mutlu kadın rolünü oynamış olduğuna şaştı herkes.

Kennedy cinayetinden sonra tüm ABD çeşitli karışıklıklarla sarsıldı. 1968 yılında, zenci lider Martin Luther King ve Kennedy’nin kardeşi Senatör Robert Kennedy de birer suikaste kurban gittiler. Robert Kennedy, o sıralar yeniden bir Kennedy’nin başkan olabilmesi için çalışmalara başlamıştı.

Kennedy’nin ölümü, Oswald ve Ruby üzerine sayısız film, dokümanter yapıldı, kitaplar yazıldı. Sayısız açıklama denemeleri yapıldı, kimlerin, hangi kuruluş veya örgütlerin işe karışmış olabileceği irdelendi. Bugüne kadar aradan elli yıl geçmiş olmasına rağmen, konuya duyulan ilgi azalacağı yerde arttı. Öyle ki,  2013 Şubat’ında Kennedy’nin giydiği bir pilot ceketi bile, bir açık arttırmada 570.000.- Dolara alıcı buldu.

John F. Kennedy, ailesinin deyimiyle Jack, ailesinden esen çok kuvvetli bir rüzgarı arkasına alarak başkanlığa kadar yürümüştü. İki sene on ay kadar başkan kalabildi.  Uygulamak istediği reformlardan pek çoğunu gerçekleştiremedi. İcraatları içinde en dikkat çeken şeylerden ikisi, Mississippi üniversitesine ilk defa zenci bir öğrencinin alınmasını sağlayarak, zencilerin eğitimlerinin önünü açması ve asgari ücreti arttırmış olmasıydı. Aslında olağanüstü bir yönü yoktu, her zirvedeki politikacı gibi artıları ve eksileri olan biriydi ama dünya tarafından bir ümit ışığı olarak algılandı hep. “ Ülken senin için ne yapabilir diye sorma, ben ülkem için ne yapabilirim diye sor.” şeklindeki sözleri tarihe geçti. Ama kısacık süreli başkanlığı sırasında, her kimleri hangi sebepten fena halde rahatsız etmiş, her kimlerin kuyruğuna basmış idiyse, bu durum onun erken ölümünü getirmişti.

Bizlere o günlerde, o eşsiz adamın hiç beklenmedik bir şekilde, hiç tasvip edilmeyecek bir biçimde ortadan kaldırılmasını, günlerce, haftalarca, defalarca servis ederek, gözyaşlarımızın kurumamasını sağlamıştı medya denen o güç.

Ağlanacak şey aslında, medeni bir dünyada, medeni bir ülkede bile, hala silah gücüyle, zorbalıkla insanların, hem de en güçlü oldukları sanılanlarının bile,  ekarte edilmesine seyirci olmaktı.

Ve bu durum, elli yıl sonra, bugün de, hala tam değişmiş değil. Tüm medeniyetimize, tüm teknolojimize, tüm öğrenmiş olmamız gerekenlere rağmen.

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..