Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '07

 
Kategori
Eğitim
 

O/Hakkari'de Bir Mevsim

EĞİTİMLE İLGİLİ ROMANLAR (44)

O/HAKKARİ’DE BİR MEVSİM

Yazarı: Ferid Edgü

Yazar, 1936 yılında İstanbul’da doğar. Kendi deyimiyle, İstanbul’u, kumsalları, denizi, tekneleri, kalabalıkları ve toplumsal bozuklukları nasıl terk ettiğini anımsadığı halde, kendini Hakkari ili Pir Köyü’nde bulur.

Burada insanı yakan sahilin sıcak kumsalı ve güneşi değildir. Onun yerine, çıplak ayakları yakan kar, buz ve soğuktur. İklim şartlarının farklılığı yanında, bir de yapısı farklıdır, Hakkari ilinin ve Pir Köyü’nün. Denizler, tekneler, kalabalık şehir, burada yerini, yüksekliği dört bin metreyi bulan üzeri buzullarla kaplı dağlara ve kerpiç evlere, ağıllara bırakır.

Tam bu farklılıkların yanında O, Hakkari ile Pir Köyü’nde bir yabancıdır. O, yabancı olsa da bir öğretmendir. Kendisi gelmeden önce geleceği herkesçe bilinen sürgün bir öğretmen.

Gereği Düşünüldü.

Geldiği yer farklı da olsa, sürgün bile olsa, sonuçta Pir Köyü’ndedir Öğretmen. Kendine bir iş bulmalıdır. Aslında işi olduğu halde. Kendi içinden, “Ne yapabilirim?” diye düşünür. Koyun gütmek, … Onu yapamaz. Çünkü otlakları, köpekleri ve kurtları bilmiyor. Saban da süremez. Çünkü anlamaz. Tefecilik, onu da bilmez. Hem bu iş için parası da yoktur.

Muhtar: “O zaman sen de bildiğin bir şeyi yap” der… Kendisinde olan ve bildiği şey, oradaki ayağı çıplak, dili Türkçe olmayan, çocuklara Türkçe öğretmektir… Ama, nasıl öğretecek? Yabancı…

Muhtar: “Hele bir başla, sonu gelir” der ve odayı gösterir…

Kapı açılır. İçeri baktığında, örümcek ağları, toz toprak ve ışıktan rahatsız olup kaçan fareler.

Muhtar: “Temizler, yıkarız. Çocuklara bütün bildiklerini, konuştuğun dilini, okumayı, yazmayı öğretirsin. Bir de hesap yapmayı. Hep iyi şeyler öğretirsin. Çünkü bütün çocuklar gibi bizim çocuklarımız da iyidir. Bu kadarını yaparsan, görevini yapmış olursun, ” der.

Öğretmen: “Bunlar yeterli mi? Hem bunu nasıl başarırım?” der.

Muhtar: “Başarırsın, hele bir başla, başarırsın” der.

Sınıf

Zil çalar… Aslında zil yoktur. Onun yerine, öğretmenin ellerini birbirine vuruşu vardır. Çocuklar ortaya doluşurlar. Pantolonları yırtık, entarileri renk renk yamadan oluşan, burunları akan, gözleri fıldır fıldır dönen, kendi dilleriyle konuşup bağrışan, başka bir dilde soru sorulduğunda cevaplamayan, sorulara gözlerini korkuyla diken, saçları makasla kırpılmış oğlanlar, uzun saçlı, saçlarının dibi bit ve sirke ile dolu kızlar, ayaklarında çorap, hatta ayakkabının bile olmadığı, kitapsız, deftersiz ve kalemsiz16’sı erkek, 5’i kız toplam 21 çocuk.

Yazı tahtası, masası, sırası olmayan, bir odadan oluşan bir birleştirilmiş bir sınıf. Buldukları tahtaları yan yana koyup, paslı çivilerle tuttururlar. Sonradan bir siyah boya. Oldu bir tahta. Sıra ve masalar da o keza… Bunları yapmak kolaydır. İş, kitap, defter ve kırtasiye malzemesi bulmaktır. Onları yokluktan var edemezler. Bunun için kente gitmek gereklidir…

Kentte

Öğretmen, bu ihtiyaçları almak için kente gelir. Fakat burası, büyük bir köyden farklı değildir. Bir bıyıklıya, yardım alabilmek için ilgililerle görüşmek istediğini söyler. Onun polis mi, bekçi mi, kapıcı mı olduğunu bilmeden. Bıyıklı adam eliyle işaret eder. Koridorun sonunda, T. C. Milli Eğitim Bakanlığı Hakkari İli Milli Eğitim Müdürlüğü yazılı olan kapıyı vurur ve içeri girer. İçeride biri oturduğu masada uyuklayan, diğeri kollarının arasına aldığı gazeteyi okuyan iki kişi…

Gazete okuyan:

-Ne istiyorsunuz?

Öğretmen:

-Ben pir Köyü’nün öğretmeniyim. Okulunuz için yardım istemeye geldim. Pek okul sayılmaz ama…

Gazete okuyan:

Demek Pir Köyü’nün öğretmeni sensin…

Öğretmen:

-Ya sen kimsin?

Gazete okuyan:

-Ben İlköğretim Müdürü’yüm.

Öğretmen:

-Bay İlköğretim Müdürü, biliyorsunuz okulumuzun kitabı, defteri, kalemi yoktur ve çocuklarımızın bunlara ihtiyacı var…

İlköğretim Müdürü:

-Liste yaptınız mı? Kaçı 1., 2., 3., 4. sınıfta. Hemen yapın, öyle gelin.

Öğretmen:

-Kağıdınız var mı?

İlköğretim Müdürü; masada uyuyanı –lise Sosyoloji, Mantık ve Felsefe Öğretmenini- uyandırır ve bir kağıt ister. Listeyi yapıp verir. İlköğretim Müdürü ihtiyaçların yarın hazır olacağını söyler. Öğretmen ise, bugün köye döneceğini söyler. İlköğretim Müdürü, kente iki günde bir araba olduğunu ve kış ihtiyaçlarını alması için onun bir gün kentte kalması gerektiğini, söyler. Çünkü, kar yağıp yollar kapandığında, kente gelmek imkansızdır. Ve öğretmen ihtiyaçlarını almak için oradan ayrılır.

Kitapçı

Dışarıda hafif hafif yavaş kar yağıyor. Öğretmenin önünde durduğu duvarın bitişiğinde açık bir kapı vardır. Yağmurdan ıslanmamak için içeri girmek ister. İçeri girdiğinde, gördüklerine inanamaz. Yaşlı bir adam, kapıdan gelen ışıkla önünde bir şeyler okuyor. Böylesi bir yerde bu ilginçtir. Bu kişi, kentin yalnız bir kitapçısıdır. Kitapçıda, tahmini yüz kadar kitap vardır. Çünkü buranın halkı hem okuma yazma bilmez hem de kitapçıda yabancı dilden kitaplar bulundurur. Öğretmen, birkaç kitap almak ve aynı zamanda kırtasiye ihtiyaçlarını da alıp parasını ödemek ister. Kitap satan Süryani, kitapları okuduktan sonra parayı vermesini söyler. Öğretmen de kabul edip, geceyi geçireceği bir yer bulmak için dışarı çıkar.

Han

Eğer tanıdık bir kimse yoksa, yabancıların kaldıkları yer “han” olur. Öğretmen, hem yabancı, hem de sürgündür. Bu nedenle, hana doğru yönelir. Hanın, dört odasından biri boştur. Geceyi burada geçirecektir. Akşam henüz kararmışken, kapı vurulur ve içeri biri girer. Kendini, Valinin çağırdığını söyler. Bunun üzerine hemen yerlerinden kalkıp, doğruca valinin yanına varırlar.

Vali

Vali, Öğretmenin şehre izinsiz geldiğini öğrenince, onunla tanışmak istediği için yanına çağırdığını söyler. Arkasından, “Sizin hakkınızda olumlu ve olumsuz pek çok şey biliyorum” diyerek, elinin altındaki kara kaplı defteri gösterir. Öğretmene ihtiyacı olup olmadığını sorar. Öğretmen; “kitap, defter ve dermana ihtiyaçlarının olduğunu” söyler. Vali, bir dahaki şehre gelişinde, mutlaka kendisine uğramasını ister. Kapıya yöneldiği sırada, cebinden ağzı açılmış bir tomar mektubu öğretmene verir. Bunlardan sonra, öğretmen tekrar hana döner.

Han Odasında

Öğretmen, yorgun ve yorucu geçen bir günün gecesinde, handa deliksiz bir uyku uyur. Sabah, arta kalan ihtiyaçlarını almak için handan ayrılır…

Kentte Son Gün

İhtiyaçlarını almak için öğretmen bakkala varır. Kendini tanıtma ihtiyacı duymaz. Çünkü burada, herkes bu yabancıyı tanımaktadır. İhtiyaçlarını alır. Yanında fazla parası yoktur. Olan parası ile borcunun birazını öder. Geri kalan borç için, bakkala, “maaşından parayı alabileceğine dair”, imzalı bir kağıt bırakır. Eşyalarını alır ve köye gitmek için hazırlanır. Hazırlık halinde olan bir kamyona eşyalarını yüklerler.

Dönüş

Altmış kilometresi kamyonla olmak üzere geri kalanı at sırtında gidilir Pir Köyü”ne. Yolun altmış kilometresini tamamlayıp, bir jandarma karakolunun önünde eşyalarını indirir Öğretmen. Şehre giderken, atı ve katırı burada bırakmıştır. Bıraktığı gibi alır atı ve katırı. Atın rehberliğinde ancak, akşam gün batarken Pir Köyü’ne varır. At, muhtarın evinin önünde durur. Muhtarın ilk sorusu, “Seyit’in babası ölüyor, derman getirdin mi?” olur. Paketlerden uygun dermanı alıp hemen koşarlar. Ama nafile. O, yabancı bir öğretmen olmasına rağmen halk ondan çok şey beklemektedir: Başta doktorluk. Fakat o, sürgün ve yabancı bir öğretmendir.

İlk Ders

Kentten getirdiği kırtasiyeyi, kalemi, kitabı, defteri öğrencilere dağıtır. Bunun yanında, kentten getirdiği bayrağı İstiklal Marşı’nı söyleyip kapıya asarlar. Tüm bunlar yapıldıktan sonra, sıra öğrencilere gelir. Öğretmen onlara, ilk olarak şu ödevi verir: “Bildiğiniz ne kadar kelime varsa, defterinize yazınız.” Pek anlaşılmaz. Öğretmen, olabildiğince iyi anlatmaya çalışır. İlk sınıflarda resim yapmalarını emredir.

Yazılanları okumak için tek tek defterleri toplar. Öğrencilerin kullandıkları kelimelerden bazıları şunlardır: “Kar, ana, bayrak, dağ, kurt, öğretmen, köy, vb.” Yazılan kelime sayısı 50 sözcükten ibarettir.

İkinci derste, üçüncü ve dördüncü sınıflara, bu kelimelerden cümle kurmalarını; birinci ve ikinci sınıflarda ise, bu kelimelerin anlamlarını resmetmelerini ister. Bu şekilde, ilk dersler, gün ile birlikte biter.

Başka İşler

Öğretmen bu farklı mekanda hayatta kalabilmek için kendine on tane emir yazar. Bunlar:

Her şeyden önce olduğun yeri iyi belirle.
Kimsin ve neyin sahibisin, bunu bil.
Düşleri bırak, gerçeklere bak.
Yalnızlıklar yasak.
Kendine bir başka yurt arama.
Yeni bir dil öğren.
Bulunduğun yeri etraflıca öğren.
Tanrı’ya olan inancını yitirdinse, insanlara inan.
Her halükarda yaşamını sürdürmeyi bil.
Gereksiz sorular sorma.
Dersler

Yeni bir gün ve ders başlıyor. Birinci ve ikinci sınıflar “hasta çocuk” resmi çizecek. Üçüncü sınıflar, “verilen sözcüklerle cümle kuracaklar”. Dördüncü sınıflar “bulaşıcı hastalıklar” konusunda yazı yazacaklar. Yazıyorlar, çiziyorlar ve soruyorlar… Biri, hasta çocuk yerine horoz çiziyor. Diğeri başka bir şey. Öğretmen defterleri topluyor. Çocuklar ise teneffüs için dışarı çıkıyor.

İşte verilen sözcükler ve kurulan cümleler:

Verilen sözcük “gaz”. Kurulan cümleler: Kazyağı kamadı. Gaz yana. Gaz lamba ışık. Gaz yak i gel.

Verilen sözcük “hasta”. Kurulan cümleler: Hasta çoğ. Hasta ölüyor. Bebeler hasta. Toktor yok ilaç öretme.

Konu; “bulaşıcı hastalıklar”. Kerem’in yazısı: “Bulaşıcı hastalıklar, elbise yıkamaz. Elbisi bit var. Başını ara. kam hasta olmasın. her sabah yatakı. kağıyor gözleri eli. yıkıyo geziyo. meytebe geliyo. Hastalık yok aşı oluyo. kurtuldu.

Tüm defterler bu vb şeylerle dolu. Derse girmeleri için öğretmen ellerini birbirine çırpıyor. İkinci ders Aritmetik.

-Haydi sayalım bakalım:

-Kalk bakayım yazı yazmayı sevmeyen Kerem.

-Say bakalım. Ayakta sayıyor Kerem.

-1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, onlar, yirmiler, otuzlar, kırklar, doksanlar, yüzler…

-Otur diyorum Kerem’e.

Alaaddin’i kaldırıyorum tahtaya. “Hem say, hem de yaz”, diyorum. Hem sayıyor, hem yazıyor.

-1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 101. Dur, diyorum.

-Bu ne?

-Onbir.

-Yirmibir yaz, diyorum. Yazıyor, 201.

-31 yaz, diyorum. Yazıyor 301.

-Kırkbir yaz, diyorum. Yazıyor 401.

-Dur, diyorum, öbür çocuklara,

-Doğru mu yazıyor? Diyorum. Hep bir ağızdan,

-Doğru…

-Pekala 100 yaz, diyorum. Yazıyor 100.

-Yüzbir yaz, diyorum. Yazıyor, 1001. Anladım. Bir yanlışlık değil sözkonusu olan. Bir başka mantık.

Öğretmen şimdi görevin kendine geldiğini anlıyor. Dersin gün ile birlikte bitişi, bu mantığın da bitişi oluyor.

Müfettiş

Dersler, bu şekildeki mantıkların bir bir bitişiyle akıp gider. İlkbahar aylarıdır. Artık yollarda karlar kalmamıştır. Yani kentten hasta bebekler için “derman” getirecek hemşire ve sağlık memuru artık at sırtında köylere gelebilir. Bir akşam öğretmen evinde oturmuş, yorgunluk çayını hasret ve gurbet türküleriyle demlerken kapı çalınır. İçeri iki kişi girer. Biri Köy Muhtarı, diğeri boynu kravatlı biri.

İşte bu boynunda kravat olan adam, Sürgün Öğretmen’i denetlemeye gelen Müfettiştir. “Kışı nasıl geçirdiğini”, sorar öğretmene. Öğretmen; “Bebekleri gömerek, biraz ağlayarak, biraz gülerek, çok düşünerek, biraz kendimizi bulmaya çalışarak”, der. Müfettiş; “zor bir deney olduğunu” söyler öğretmene. Öğretmen ise, “zor olmadığını” söyler. Müfettişin beklentisi, öğretmenin köyü terk edip gideceğidir. Oysa, öğretmen köyü terk etmemiş, direnmiştir, yokluğa, yabancılığa ve sürgün oluşa. Dahası, İstanbul hayatının alışkanlıklarını istememeye direnmiştir.

Müfettiş, öğretmeni tebrik eder. Çünkü, muhtarın anlattığı kadarıyla, hiçbir gün okulu kapatmamıştır. Tatil günleri dahi. Bildiklerini bir bir öğretir öğrencilere. Müfettiş, artık okulu kapatabileceğini söyler öğretmene. Öğretmen, sınavı kazanmış, ödülü hak etmiştir.

Son Ders

Bu haber üzerine, Öğretmen son bir ders daha yapar. Bu ders öğrendiklerinin genel bir muhasebesidir. Hayat Bilgisi’ni, Matematik’i, Coğraya’yı hepsini bir bir sayar. Bu öğrettiklerini, onlardan unutmalarını ister. Çünkü, onlar için hayat, bu öğretilenlerden ibaret değildir. Veya, bunlar yanlış da olabilir. Onlar hayatı, belki askerlikte, belki de yabancı bir yere gittiklerinde öğreneceklerdir. Asıl hayat, yaşanılarak öğrenilen hayattır, Sürgün Öğretmen’e göre. Sonra, şenlik içinde son derslerini bitirirler…

Tansık (Köyden Dönüş)

Öğretmen görevini yapmıştır. Artık dağları, köyü, okulu, öğretmenleri, ölen bebekleri, uzun kış gecelerini ve yalnızlığı unutup gidebilir. Ve, kentten Pir Köyu’ne geldiği gün gibi, ayrılışı da hazırlanmıştır. Bir katıra yüklenmiş sandığı ve torbaları, bir de binek atı. Hepsi bu kadar.

Vedalaşılır. Eller sıkılır ve okula bayrak asılır. Atın dizginleri Halit’in elinde… Yavaş yavaş ilerleyip arkasına dönmeden tepeyi aşmalarıyla, köy de yok olur. Bir başka yolculuğa ırmakla devam eder, Sürgün ve Yabancı Öğretmen.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..