Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

06 Aralık '15

 
Kategori
Sosyoloji
 

O ses bendim

O ses bendim
 

Kadının Sesi ilk benden duyuldu.


Kadının Sesi ilk benden duyuldu.

“Kadının adı yok” dedi rahmetli gazeteci ve yazar Duygu Asena, dikkatleri üzerine çekse de feminist yazar olarak yaftalandı. Yazılarında kadını konu ederek kanayan bir yaraya parmak bastı, ama yara yıllar içinde iyileşeceğine azdı.

Ülkemizde kadına şiddetin haddi hududu yok, bu yaklaşık çeyrek asırdır böyle. Evveliyatını yaşımız gereği bilmiyor olsak da, ninelerimizden dinlediklerimiz, vaktiyle zamanımızdaki kadar ezaya cefaya uğramamış kadınımız kızımız…

2001 yılında bir sebepten dolayı yolum İstanbul’a düştü; mutlu olmak için geldiğim bu büyük ilde mutsuzluğun ve ihanetin dibine vurunca; kalabalık bu kocaman şehirde yalnız kalmışlığımın verdiği cesaretle, daha doğrusu çaresizliğiyle kalemi dost edinme adına hayatımı anlatan bir kitap yazdım.

Öz ailem dâhil ömrüm süresince kimden ne ve nasıl şiddet görmüşsem aklıma geldiği kadarıyla satır satır kara kalemle ak kâğıda aktardım. Kitabım bittiğinde ismini “Kadının Sesi” koydum. Yeni doğmuş bir çocuğa isim koyar gibi heyecanlıydım. Sonra aynı heyecanla ve hislerimde “Ben bir kitap yazdım” coşkusuyla çevremde dönüp dolaşıp bir matbaa aradım. Karşıma çıkan ufak bir matbaanın sahibine yazdıklarımı bastırmak istediğimi söyledim.

Kimseyi hiç kimseyi tanımıyordum ki birinden yardım isteyeyim. Hem büyük şehirde birine güven duymak daha büyük hasarlı şiddetlere yol açma kapısı olabilirdi. Bu bakımdan matbaa tabelası gördüğüm ilk işyerine dalmıştım. Küçük bir yerdi, ama çalışanları dost bakışlıydı. Matbaanın sahibi olduğunu öğrendiğim kişi benimle saygın bir müşteri olarak ilgilendi. Kitabımı günün şartlarına uygun fiyata basabileceğini söyledi. Daha önce bu konuda hiç tecrübem bulunmuyordu. Cebimde beş kuruşum bile yoktu. İşçi emeklisi maşımdan taksitle ödeme yapabileceğimi söyledim. Matbaanın sahibi samimiyetimi anlamış olacak teklifimi kabul etti. Ben de sevinçle dediği rakamı kabul ettim.    Matbaa sahibi sözleşme deyip, önce imzamı aldı. Sonra elimden kaparcasına aldığı hayatımın satırları sıralı sayfalara şöyle bir göz attı. Sonra da beni ilk gördüğünde çıkan nezaketli sesi birden sertleşti. “Bunun adını değiştir, bu kitap bu adla çıkarsa büyük tepki alırsın, insanlar tarafından dışlanırsın” dedi.

“Ama ama…” diyerekten kendimi ifade etmeye çabalarken, “Basmam yoksa bu fiyata ve bu adla da kimse bu kitabı basmaz zaten!” diye sesini şiddet şeklinde yükseltti. Artçı deprem etkisi hissettiğim sesinden istem dışı ürperdim. Çocukluğundan beri en yakınlarından bile türlü çeşit hiddet, şiddet görmüş olmak, böyle bir hâle sokabiliyordu insanı…

Matbaa sahibi yazdıklarımın içeriğinden bir başlık çıkardı ve kitabım “Ay Işığı Sevgi İstiyor” ismi altında yayınlandı. İlk kitap ilk sevinme, tarifi zor duygular… Sokaklarda karşıma çıkan herkese benim bir kitabım var, ben bir kitap yayınladım” diye bağırasım geliyordu. Kitabıma isim olarak koyamadığım “Kadının sesi” ni bu şekil duyurmak ister gibiydim.  Aslında bu kitap sayesinde topluma bir mesaj vermek istemem kadar, bilinçaltımı boşaltmış olmanın bir rahatlığı vardı üzerimde; şiddet esaretinden salıverilmiş, özgürlüğe koşan asker gibi gelecekten umut dolu yürekli hissediyordum kendimi…

Yıllarca aktif gazetecilik yapmış olmanın verdiği güven duygusuyla bulunduğum yerin yakınındaki bir ulusal gazeteye ulaştım. Türkiye Gazetesi’nin güvenlik çemberini aştıktan sonra ilk görüştüğüm kişiye “Ben yıllarca kendi şehrimde ulusal gazetelerin bölge temsilciliklerini de yaptım. Şimdi İstanbul’da bir kitap yayınladım. Bir inceleseniz, bana şimdiden sonra ne yapmam gerektiğine dair bir öneride bulunsanız” dedim. Dışardan güzel görünen bir şeyin, bazen hiç de öyle olmadığını anlamak ister gibi şöyle bir tepeden tırnağa süzüldüm. Meramımı anlatabilmek için daha basit ifadelerle içten davrandım.

Sanırım, Anadolu saflığım sezilmişti, geri çevrilmedim. Gazetenin bir muhabiri geldi yanıma, kitabım elimde fotoğraflarımı çekti ve neden yazdığıma dair kısa bir röportaj yaptı benimle. Muhabire hemen her cümlemin içinde “Kadının Sesini duyurmak istedim. Hatta kitabımın adını da ‘Kadının Sesi’ olarak koymuştum, ama yayıncı adam sesime kulaklarını tıkadı. Kendi sesini baskın kıldı, kitabımın adını değiştirdi. Bu da bir şiddet değil mi?” dedim.

Muhabir bana sadece “Kadının sesi çok çıkarsa, kısılır. “diyerek tebessüm etmekle yetindi. Sonra yanımıza gelen iyi giyimli bir hemcinsine benim dediklerimi aktardı. O adam yüzüme bakarak “Hımmm, Kadının Sesi… Televizyon için güzel bir program olur” dedi. Odadan çıktı. Kısa görüşmenin ardından gazeteden ayrıldım.

Birkaç gün sonra söz konusu gazetenin iç sayfalarında fotoğrafım ve iki sütunluk sıradan haberim çıktı. Amma bir süre sonra aynı gazetenin ekran yüzünde “Kadının Sesi” programı boy gösterdi ve yıllarca birkaç sunucu bu isim sayesinde tekrardan hatırlandı ve yeniden bol paraya, üne kavuştu.

Ben mi, kitaplarımın yığını altında türlü ceremeler çekmeye mahkûm kaldım. Ve anladım ki, ülkemde “Kadının Sesi” sağlam bir arkalığı yoksa ne kadar bağırırsa bağırsın duyulmuyor.

AyferAYTAC.COM

 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..