Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '18

 
Kategori
Deneme
 

O...

Diyelim ki; bilinmez bir gün, bilinmez bir anda, koyu bir karanlığın kapladığı bilinmez bir ana uyandınız. O ilk şoku atlatır atlatmaz kendinize geldiniz ve tabii olarak ilk önce neler olduğunu anlamaya çalıştınız. El yordamıyla çevreye bakıp, yanınızda yörenizde olanlardan nerede olduğunuzu çıkarmaya çalıştınız.
 
Fakat nafile! Her yer pürüzsüz bir karanlıkla kaplı ve siz, göz gözü görmez o siyah boşlukta yüzüyorsunuz. Bu arada, en insani ve aslında koruyucu hislerden biri olan korku, ilkel benliğinizde var olan güvende olma ihtiyacını tetikledi ve siz 'korku, kaygı, endişe, aşırı stres' in üzerinizde yarattığı yoğun baskı ile tamamen kuşatıldınız. Bir yandan soğukkanlı kalıp düşünmeye çalışıyor, diğer yandan her insanda olabileceği üzre panikliyorsunuz.
 
Kalbiniz, beyninizin 'sakin ol, akıllıca düşün! ' uyarılarını duymuyor bile. O, dörtnala koşan delişmen at misali delice koşmakta o sıra. Vücudunuz birbirine tezat fiziksel tepkiler veriyor. Misal; ağzınız, diliniz kurudu, göz kapaklarınız bile titriyor fakat aynı zamanda koltukaltlarınızdan da soğuk terler boşanıyor. İşte tam o sırada, anlaşılmazlığın ve bilinmezliğin yarattığı tedirginlik, her hücrenizi kendine esir almışken yani, tam çelişkiler içinde delirmeye başladığınız o an işte, hiç tanımadığınız bir ses isminizi söylüyor. Karanlığı delen o sesi işittiğiniz ilk an donuyorsunuz. Sonraki bir kaç saniye içinde ise kendinize gelip zihninizin tüm çekmecelerini karıştırıyor ve bu sese bir yüz bulmaya çalışıyorsunuz. Kim bu? Kim!!!

Onca karışıklığın içindeki bulanık zihin, önce, çılgınca uğraşarak bu sesi tanımlamaya ve kendine, bu belirsizliği anlamak adına  bir umut ışığı bulmaya çalışıyor ama... Sonuç?...

Çalışıyor, uğraşıyor, koşturuyor fakat bir tek ize bile rastlamadan  bomboş zemine yığılıyorsunuz.

Ses otoriter fakat korkutucu olmayan bir tonla yeniden konuşmaya başlıyor. Buradan çıkmak için boşuna ugraşmamanızı, zira kurtulmanızın  sadece bir şekilde mümkün olabileceğini ve bunun da sizden çok, bu dünyada güvenebileceğiniz bir başka insana bağlı olduğunu söylüyor. Bu insanla ilgili size bildirilen tek özellik ise, ailenizden biri olamayacağı. İyice karıştınız artık.. Çünkü duyduğunuz anda ilk aklınıza gelen ailenizden olmuştu. Anneniz, babanız, ablanız, abiniz, kardeşiniz ya da evladınız... Ama değil! Kan bağınızın olduğu biri olamaz bu. Karanlığa alışan gözleriniz olabildiğince açık şimdi. Görmeyen gözlerinizle karşınızda, sağınızda solunuzda, önünüzde  ardınızda, üstünüzde altınızda her yeri kaplayan o karanlıktan yüreğinize dalıp 'O' nu arıyorsunuz bir süre. O sıra aklınızda tek soru var ; iyi ama gerçekten kime güvenebilirim? Ve neden? Böyle birini bulsam bile beni buradan nasıl çıkarabilecek?...

Sorularınızın 'nasıl?' kısmı hemen cevaplanıyor aslında. Zira ses, güvendiğiniz insanı buraya getireceklerini, sadece sesleri duyacağınız şekilde, gözlerinizi ve tüm teninizi bir şey algılayamayacak ikinci bir tenle kaplayıp, ışıkları ve etrafınızı kaplayan bu pürüzsüz duvarları açacaklarını, bu sırada  güvendiğiniz  'O' nun, her şeyi tüm  açıklığıyla göreceğini söylüyor. Böylece de sizi çıkışa yönlendirebilecegini tabii. Bu arada ekliyor, olduğunuz yer artık, etrafı uçurumlarla kaplı bir metrekarelik bir alan. Aşağıda ne olduğunu, yüksekliğini, tehlikeli olup olmadığını siz asla bilemeyeceksiniz. Bunu sadece O bilecek. Ve doğruyu söyleyip söylememek, yani sizi yönlendirmek sadece onun kararı olacak. Zira siz ses de çıkaramayacak ve onu etkileyemeyeceksiniz.

Yani O size, bir adım at, diyecek ve siz o adımı atarak geleceğe ya da ölüme gideceksiniz. 

Peki, şimdi söyleyin, sizin 'O' nuz kim?
Hatta bu kadar güvenebileceğiniz kaç tane 'O' var sizin için?
Ya da.... Aslında daha can alıcı olanı sorayım;  bu hayatta gozü kapalı kendinizi teslim edebileceğiniz bir O var mı sizin için gerçekten?
 
 
 
Toplam blog
: 12
: 278
Kayıt tarihi
: 20.03.16
 
 

Biraz ev hanımı, biraz iş hanımı, birazdan daha iyi bir eş, olabildiğimce iyi bir anne, olabildiğ..