Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '09

 
Kategori
Güncel
 

Öcalan’ınki de ne hassas bir bünyeymiş arkadaş

Öcalan’ınki de ne hassas bir bünyeymiş arkadaş
 

Polis helikopteri üzerimizde tur atmaya başladığında mahallede bir hengâme çıktığını anladım. Neler olduğunu tahmin etmek pek zor değildi, evde de hayli işim vardı; yine de dayanamadım, “ne” olduğunu bilsem de “nasıl” olduğunu görebilmek için dışarı çıktım. Sloganların, polis araçlarının canavar düdüklerinin, panzer homurtularının ve gürültü - patırtının geldiği yere doğru yöneldim. Olay yerine ulaştığımda pek de öyle ahım şahım bir çatışma göremedim. Yaş ortalaması 15 olan yaklaşık 100 genç/çocuk caddenin bir tarafında, bir o kadar da polis ve birkaç polis aracı bir tarafta, peşrev tutan güreşçiler gibi karşılıklı ufak hamlelerle birbirlerine meydan okuyorlardı. Ara ara göstericilerden 15-20’si toplanıp “Bıji Serok Apo” sloganını birkaç defa tekrarladıktan sonra ellerindeki taşları polislerden yana fırlatıyor, uzaklıktan dolayı hemen hemen hiçbiri hedefini bulmayan bu taşlar asfaltta seke seke o yana bu yana savrulup hızını kaybediyor. Bunun üzerine panzer, tazyikli su fışkırtan arazöz ve onun etrafındaki polisler taş atanlara doğru bir hamle yapıyor, göstericiler bu defa panikle sağa sola kaçışıyor, polis durduğunda onlar da kaçmayı bırakıp küçük gruplar halinde birleşiyor, kısa bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı.

Bizim mahalleli için pek alışılmadık bir manzara değildir bu. Ayda ortalama en az iki defa buna benzer patırtılı eylemler veya barışçı gösteriler olur; eğer eylem, evine yakın, görünebilir bir noktada gerçekleşiyorsa mahalleli balkonunda bir yandan çayını sigarasını içip bir yandan maç izler gibi olayı izlerken komşusuyla sohbet eder, olay hakkında hem nalına hem mıhına, suya sabuna dokunmayan yorumlar yapar. Kadınlar gösterici grubun içinde kendi çocukları var mı diye bakınır, varsa onları azarlayarak içeri çağırır (ama bu çağrısına kolay kolay olumlu cevap alamaz).

Seken taşlara, polisin tazyikli suyuna ve biber gazına dikkat etmeye çalışarak olayı bir süre göstericilerin yakınından izledim. Taş atan çocukların haleti ruhiyesini gözlemlemeye çalıştım. Yabancısı olduğum bir şey değildir; buna benzer yüzlercesine tanık oldum; muhabir olarak izledim; 1 Mayıs gibi, YÖK'ü protesto gibi meşru amaçlar ve gerekçelerle okul yıllarımda onlarcasına kendim de katıldım. Göstericilerin kendi aralarındaki konuşmalarına kulak misafiri oldum. Birbirlerine akıl ve cesaret vermeye çalışıyorlardı. Bu tür eylemlerde genellikle “radikal” ve “idare-i maslahatçı” diyebileceğimiz iki farklı gösterici tipi bulunur. Radikaller genellikle örgütlü ya da biraz daha gözü kara tiplerdir. Onlar için o gösteri bir amaç değil, daha ileri düzeyde eylemler için bir araçtır, bir tür antrenman niteliği taşır. Ayrıca hem kendini kanıtlamak hem de cesaretiyle kitleye örnek olmak ister. İdare-i maslahatçılar ise o eyleme biraz gönülsüz gelmiştir. Belki arkadaşlarından geri kalmamak için, belki sevdiği bir kızın gözüne girmek için, belki ailesindeki eylemci, devrimci gelenek yüzünden kendini bir şekilde o grubun içinde bulmuştur. Karakter olarak daha ılımlı, barışçı tiplerdir. Bunların esas amacı da eyleme şekil itibarıyla katılıp, slogan atma, taşlama gibi formaliteleri yerine getirdikten sonra gözaltına falan alınmadan bir an önce kazasız belasız evine dönmektir.

Her iki tipi de bir bakışta anlarım. Dünkü eylemde de her iki tipten eylemci vardı. İdare-i maslahatçılar “taşımızı attık, hadi gidelim” havasındayken radikaller ve yönetici konumunda olanlar onları durduruyor, hedefe doğru yöneltiyor, “kaçmayın, kaçarsanz kovalarlar”, “şuradan gidelim”, “buradan atalım” gibi direktiflerle yönlendirmeye çalışıyordu. Polis o kadar da agresif değildi. Daha ziyade kendini koruma, eylemin büyümesini önleme ve göstericilerin yorulup dağılmasını bekleme komutu almış gibiydi. O vaziyette biraz izledim. Polisin saldırıp göstericileri yakalama ve eylemi dağıtma imkânı yoktu. Eylemcilerin de bir şey başarma şansı yoktu. Attıkları taşlar hedefe ulaşsa bile hiçbir etki yaratmadan panzerlerin zırhına, polisin kalkanına çarpıp yere düşüyor, panzer homurdanarak birkaç metre ileri fırladığında da eylemciler kaçışıp darmadağın oluyordu.

Bir pat durumu oluşmuş gibiydi. Ben de bir süre sonra sıkıldım, eve döndüm. Eylem arada bir sakinleşip zaman zaman harareti artarak birkaç saat daha devam etti. Evden olan biteni tam olarak göremesek de kaçışıp bizim balkonun altına sığınan göstericilerin kendi aralarındaki konuşmalarından olayın gidişini takip edebiliyorduk. Lider konumunda olanlar çocuklara taktik vermeye çalışıyor ancak gerçekte onlar da tam olarak ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Bildikleri, işi olabildiğince uzatıp ses getirecek bir eylem olmasına çalışmaktı. Bir ara liderlerden birinin “panzere taş atmayın, enerjiniz boşa gider” gibi bir laf ettiğini duydum ve gülmekten kendimi alamadım. Aslında manzara komikti. Bizim mahalle için doğaçlama oynanan sokak tiyatrosu oyunu gibi bir şeydi. Arada mahalle sakinlerinin “tamam artık yeter, evinize gidin”, “ula benim arabanın camını kıracaksınız” gibi serzenişleri işin komedi boyutuna tuz biber ekiyordu.

Ancak bu ve DTP’liler tarafından bu kapsamda öteki şehirlerde tertiplenen eylemler ne yazık ki, bu nispeten komik, nispeten çocukça boyuttan ibaret değil. Abdullah Öcalan’ın bitmez tükenmez sağlık sorunu şikâyetleri bahane edilerek her yıl bu dönemlerde fitili ateşlenen bu tip eylemler, bu yıl çok daha tehlikeli gelişmelerin habercisi… Her şeyden önce bu eylemler Hükümetin Kürt açılımına ve barış çabalarına karşı bir sabotaj niteliği taşıyor. Adeta, Öcalan, PKK, DTP, CHP, MHP ve Ergenekon el ele vermiş zaten alabildiğine cılız olan barış, diyalog çabalarını boğmaya çalışıyor. Bir de Anayasa Mahkemesi DTP’yi kapattı mı açılımın ve barış umudunun tabutuna son çivi çakıldı demektir.

Bu sonuçta, açılım lafını duyar duymaz daha ne olduğunu bilmeden höykürmeye başlayan Baykal’ın, Bahçeli’nin, barış ihtimalinin sıkıntısından midesine kramplar giren savaş rantiyelerinin, Ergenekon’un katkısı çok ama ben burada en çok DTP’lileri tebrik etmek isterim. Herhalde şu günlerde kendini kapattırmakk için, barış için çabalayan Hükümeti yalnız bırakıp savaş çığırtkanlarının ekmeğine yağ sürmek için bu cam çerçeve indiren, taşlı sopalı eylemlerden daha isabetli bir iş yapılamazdı.

Aferin hepinize. Çak yapın, sarılın, kutlayın birbirinizi. Çok iyi bir iş başardınız. Sürün gençleri sokaklara dağlara birbirlerini vurmaya devam etsinler. Daha çok Ceylan ölsün, daha çok Uğur ölsün, İETT otobüsünde evine gitmeye çalışmaktan başka bir suçu olmayan daha çok Serap ölsün. Galiba kan bağımlısı yaptılar bu toplumu; başkalarının kanı akmadan kendi kanları dolaşamıyor damarlarında...

Bu Öcalan’ınki de ne hassas bir bünyeymiş arkadaş. Galiba en çok da barışa karşı hassas; tamam, bir insanın 10 yılını bir hücrede geçirmesi kolay bir şey değil ama hazretin sağlık sorunları nedense hep bu ülkede barış sesleri yükselmeye başladığı zaman ortaya çıkıyor.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..