Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '12

 
Kategori
Güncel
 

Oda TV kararı yine ertelenmiş

Oda TV kararı yine ertelenmiş
 

İstanbul Adalet Sarayı Avrupa'nın en büyük adalet sarayı imiş (basından)


Yine istediğim gibi olmadı. Bazı yazılarımı ya kendi kişiliğimden ya da gelişen bazı olaylar yüzünden istediğim gün yayınlayamıyorum. Bir yorumlama denemesi için, ‘Ayşe Arman yine onulmaz bir yaramıza el atmış’ diye söze başlayacaktım. Olmadı. Söz konusu o yazımı bir kaç gün sonra yayınlanmak üzeri geri çekerek bu akşam ortaya çıkan bir gelişmeye göre kendimce bir değerlendirme yazmaya karar verdim. Çünkü iki yıldan bu yana merakla izlemeye çalıştığım Oda TV davasının 14. duruşmasında da karar ertelenmiş bulunuyor.

Bence ‘özgürlük’ çok önemli bir kavram olması yanında çok da kutsal bir eylem biçimi. Felsefenin ortaya çıktığı yıllarda bile sancısı çekilen bir kavram özgürlük. İnsanlar özgür ve eşit doğsalar bile kendilerini kuşatan adalet çarkınca ne eşitlik ne de adalet içinde yaşayabilirler. Başlarına türlü türlü işler gelebilir. En korkunç olanı da onun her türlü özgürlükten koparılıp alınmasıdır. Tutukluluk, hapislik, sürgün, yaralanma, kaçırılma ve ölüm bunlardan bir kaçı.

Sokrates, ‘Haklı yere mi öldürülseydim be kadın!’

Gençlere Atina Tanrıları dışında başka ‘ilahlar’ düşündürmeye başladığı için baldıran zehiri içirilerek yavaş yavaş öldürülen Atinalı Sokrates kimin hatırından çıkabilir değil mi? Sokrates baldıran zehirini içmeden önce karısı der ki, ‘Sokrates seni yok yere öldürecekler!’ O da, ‘Yok haklı yere mi öldürseydim be kadın!’ diyerek içer baldıran zehirini.

Şirazlı Sadi, ‘Yalan...’

Özgürlük ile ölüm konusunda bir de Şirazlı Sadi’yi dinleyelim:

‘Bir padişah bir esirin öldürülmesini emretmişti. Zavallı esir ümitsizlik içinde kendi dilince padişaha sövüp saymaya, uygunsuz şeyler söylemeye başladı. 'Canından el çeken, gönlüne geleni söyler' demişler. Padişah esirin ne söylediğini sordu. İyi kalpli vezirlerden biri, 'Öfkelerini yenenler ve insanları affedenler cennetliktir, diyor padişahım' diye cevap verdi.

Hükümdar esire acıdı, kanını dökmekten vazgeçti. Ama ilk konuşana zıt giden bir vezir dedi ki:

Bizim gibi kişilere padişahın huzurunda doğruyu söylemekten başkası yakışmaz. İşte bu esir padişaha küfretti, uygunsuz sözler söyledi.

Hükümdar bu söz üzerine yüzünü buruşturdu ve dedi ki:

Bana onun yalanı senin doğru sözünden daha uygun gelmişti. Çünkü o yalan bir iyilik içindi. Halbuki bu gerçek kötülüğe dayanıyor. İyilik getiren yalan, fitne koparan doğrudan iyidir demişlerdir.’ (Şirazlı Sadi: Gülistan)

Sanıklar için tutukluluk süresi sorunu ne olacak?

Kendimize göre düşündüğümüz hiç bir şey bir başkası ya da yargı makamlarınca değişik biçimlerde yorumlanabilir. ‘Yorumlama’ her ne kadar felsefe, toplum bilim ve siyaset için önemli birer araç ise de Yargılama hukuku da eldeki belgelere göre ulaştığı bazı yargıları yorumlama biçiminde açıklar. Yeter ki bu belgeler olay yeri araştırmaları, bilirkişilerin raporları ile bazı iddiaların yasallığı ilgili yargı makamınca onaylansın. Ancak ülkemizdeki bazı yargılama süreçlerinde ortaya çıkan bazı belgeler ile bazı iddiaların yasallıkları son yıllarda oldukça tartışılır bir duruma doğru gidildiğini gösteriyor. Bu çerçevede tutukluluk sürelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kararlarına göre uzun olduğu bilinse bile gerekli değişikliklerin yapılmadığı da dikkatlerden kaçmıyor. Bu yüzden her bir kişi için Yargı kararları da yoruma açıktır düşünce özgürlüğüne kapılmış toplumlarda.

Oda TV Davası yine ertelenmiş

Dün ak şam sanal ortama düşen bir habere göre, 16. Ağır Ceza Mahkemesi, Hürriyet Gazetesi ile sanal gazete Oda TV yazarlarından Soner Yalçın ile tutuklu diğer sanıklar, ‘Yalçın Küçük ve Hanefi Avcı'nın tutukluluk halinin devamına’ karar vermiş bulunuyor.

Kamuoyunda Oda TV Davası olarak bilinen 3’ü tutuklu 13 sanıklı 14. duruşma sonunda, ‘13 Kasım 2012 tarihinde TÜBİTAK Ek bilirkişi raporunun dosyaya sunulduğu, bilirkişi raporunun içeriği itibari ile de kuvvetli suç şüphesinin devam ettiği, sanıklar hakkında isnat edilen suçların CMK’nın 100-a maddesinde yer alan suçlardan olması, diğer sanıklar hakkında isnat edilen suçların yasada ön görülen hürriyeti bağlayıcı cezaların niteliği değerlendirildiğinde 5 Temmuz 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı yasayla değişik hükümlerde dikkate alındığında diğer koruma tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada yeterli olmayacağı dikkate alınarak, tahliye taleplerinin teker teker reddine, tutukluluk hallerinin devamına karar verildiği’ açıklanmış bulunuluyor.

Bu dünyada ‘gerçek adalet’ yoktur!

Her davada olduğu gibi Oda TV davasında da yargıçların kılı kırk yararak karar vermeye çalışacaklarından kuşku duyamayız. Yanlış hesaplar ‘adalet kapısından’ dönecektir inşallah. Çünkü ona güvenme buna güvenme diyerek yaşamak olmaz. Devletinin en belirgin biçimi durumundaki ‘adalet’ çarkı da umulur ki kendisine olan güveni sarsmayacaktır. Bu dünyada ‘gerçek adalet’ hükümlerini bulmak çok zor olsa da ‘adil kararlar’ beklemek gibi bir hakkımız da vardır.

Çağımızın en büyük sorunlarından yasa dışı telefon dinlemeleri sorunu nasıl çözümlenecek?

Söz konusu haberden öğrendiğimize göre eski emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı'nın avukatının açıklamasına göre ‘Müvekkilin telefonunu sahte isimlerle yasa dışı olarak dinleten dönemin İstanbul İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdürü Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer ve İstihbarat Müdürü Erol Demirhan’ın yargılanmasına yönelik’ itiraz Bakırköy 9’ncu Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiş.

Anlaşılan o ki ülkemizde telefonlarımızın yasal olsun ya da olmasın birilerince dinlenilmesi özgürlüğü (!) var. 1990’lardan beri bu ülkede çok yoğun olarak bazı adli ve idari kararlar yanında bazı siyasi kişilerin istekleri doğrultusunda pek çok kişinin dinlenildiği biliniyor. Anlaşılıyor ki Devlet organları bu tür yolu da kullanarak bazı sorunların ayrıntılarını öğrenmek ve adalet çarkının işleyişini kolaylaştırmak istemiştir. Ancak gelişen iletişim teknolojisi ile yasa dışı telefon dinlemeleri sorunu da bir çığ gibi büyümektedir. Yıllardan beri telekulak sorununun, bir türlü çözülemediğini biliyoruz. birilerinin, 'İnsan hakları tanımam, asarım!' dediği gibi birileri de bu çağda, 'Özel hayatın gizliliğini de basın özgürlüğünü de tanımam. İstediğim kişileri dinlerim' diyor gibi geliyor bana.

Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır İskenderiye’deki hasta yatağında gazeteci arkadaşı ve El Ahram Gazetesi baş yazarı Hasan El Heykel’in ‘Dünya ölümlüdür, sırların var ise söyle’ der bir ara. SSCB ile sıkı ilişkileri bulunan Nasır o anda karşılarında bulunan TV kulesini göstererek ekler, ‘Amerika bizi dinliyor!’ Çünkü Nasır yıllar önce ABD’ye SSCB’nin Mısır’a yönelik yayınlarını dinlenebilmesi için izin verilmiştir. (H. Heykel: Kahire Dosyası)

Yönetmenlik mesleğim gereğince de bu konulara uzak kalamazdım. Emekli olduktan bir kaç yıl sonra bir ara,  ‘adalet’ adlı sarmalın gerçekleştirilmesine az da olsa katkıda bulunabilmek için ‘bilir kişi olmak’ amacı ile Ankara Adliyesine başvurmayı bile aklımdan geçirmiştim. Ek bilgi olarak şunu söyleyebilirim: Bir kişinin konuşmaları ya da her hangi bir olayın meydana geldiği yerin ses ve görüntü özelliklerinin ayrıntıları bize pak çok ip ucu verebilir.  Yargı makamlarınca bütün ayrıntıları ile incelettirilen söz konusu konuşmaların sonradan kurgulanıp kurgulanmadıkları ve konuşanların ses özellikleri kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde ‘ilgililere ait’ oldukları ortaya çıktıktan sonra işler daha da karışmaktadır. Söz konusu yasal ya da yasa dışı dinlemeler delil olarak kabul edilmese bile yargılanmakta olan kişilerin ilişki ağları ile bazı kuşkulu ya da yanlış anlaşılmaya yol açmayacak bazı konuşmaları Yargı makamında belirli bir kanı uyandırması bakımından önemli bir görevi yerine getirmektedir. Sorunun bir başka yönü de olayların birbirini izleyen süre içerisindeki kesintiler ile bazı belgeler ile fotoğraf ve film akışı üzerindeki olası kasıtlı kurgulamalar da yargı makamına bütün ayrıntıları ile açıklanmak zorundadır.

Devlet olmak özgürlükleri sıkı sıkıya denetlemek demek midir?

Öte yandan yasalardaki bazı boşlukları gidermek amacı ile çıkartılan nice ek maddeler gibi 5 Temmuz 2012 günü mezkur hükümler uyarınca sanıkları ‘koruma tedbirlerinin uygulanması’ yolunda verilen ‘tutukluluk hallerinin devamına’ kararını ben anlamakta güçlük çekiyorum. Oysa aynı davanın tutuksuz on üç (13) sanığın, ‘hürriyeti bağlayıcı cezaların niteliği’ ve olası bir çatışma ya da yurt dışına kaçma gibi olası durumları da içeren gerekli ‘koruma tedbirlerinin uygulanması’ yoluna gidilmesinde ısrar edilmesini de anlayabilmiş değilim. İnsan ister istemez bu çağda da bu olur mu, diye düşünüyor içinden.

3 Eylül 1953’te yürürlüğe giren ve Türkiye’nin de 10 Mart 1954 günü imzalamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 10. Maddesindeki ‘düşünceyi açıklama ve ‘haberleşme özgürlüğünü’ düzenleyen açıklamalara rağmen dün olduğu gibi bugün de bazı sorunlar yaşandığı unutulmamalıdır. Bu sorunlardan en önemlisi sanırım ilk başta Türk Ceza Hukukundaki bazı maddelerin AİHS ile uyumlu hale getirilmemesi gelmektedir. Şu ya da bu yüzden, çok dolaylı da olsa bazı siyasi makamların kimi kişiler ile ilgili olarak ‘yargılanarak gereğinin yapılması’ yollu telkinlerinin varlığı konusundaki kuşkuların varlığı ülkemizdeki ‘adalet’ uygulamalarının açmazlarındandır, denilebilir.

Basın Özgürlüğü konusundaki düzenlemeler mi noksan yoksa küreselleşme mi bizi kapıştırıyor?

Sorunun Basın Özgürlüğü boyutu bir yana bir türlü açıklanamayan bazı kuşkulu ilişkiler yüzünden, her türlü teknolojik takip imkanı varken sanık sandalyesine oturtulan kişilerin ‘tutuklu olarak’ hapiste tutulmalarını anlamakta güçlük çekiyorum. İçinde karma karışık durumlar bulunan bu yargılama süreci ile bazı belgelerin tamamlanmasının beklenilmesi gerektiği konularını gençlere nasıl anlatacağız? Oysa yaşamak evden dışarıya adım atalım ya da evimizde oturup kalalım artık düne göre çok daha karmaşık değil mi? Her yanımız telekulak ile telegöz dolu sanır olduk! Halk arasında söylenegeldiği gibi ‘iki kişinin yalancı şahitliği ile göz göre göre adamı asarlar’ yaklaşımı umarım hiç de gerçekleşebilecek bir varsayım olamaz. Küreselleşmenin nimetleri kadar bazı külfetleri de vardır diyerek hiç bir şayi sorgulamadan da yaşanmıyor ki! (16 Kasım 2012)

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..