Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '15

 
Kategori
Güncel
 

Ödüllendirmek ya da ödüllendirmemek! İşte bütün mesele.

Ödüllendirmek ya da ödüllendirmemek! İşte bütün mesele.
 

Phaselis'li Aurelius adına dikilen (ödül) anıt.


Baştan söyleyeyim. Bu yazı, Hasan Cemal'in aldığı ödülden ilham alınarak oluşturulmuştur ama kişiye özel değildir. Okuyunca da görüleceği üzere gerek ülkeler, gerekse dünya bazındaki ödül dağıtımlarına eleştirel bir yaklaşımdır.

Nieman Gazetecilik Vakfı, meslekte 46 yılını tamamlayan T24 yazarı ve Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün kurucu başkanı Hasan Cemal’i, "kariyeri boyunca basının özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba" nedeniyle 'Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'ne layık görmüş. (1) Hayırlı olsun.

Hasan Cemal, 24 deneyimli gazetecinin oylarıyla belirlenmiş. Seçicilerden Los Angeles Times Londra Temsilcisi Henry Chu, Cemal'e, : "Arzumuz, sizin Türkiye’de basın özgürlüğünü ayakta tutmak için hayat boyu gösterdiğiniz kazanımları tanımak ... Türkiye’de giderek daha zorlaşan koşullar altında, iktidara gerçekleri söylemek için verdikleri mücadeleyi de tanımaktır. Sizin ve ... meslektaşınızın medya özgürlüğünün önemini ... gösterme yolundaki kararlılığını alkışlıyoruz." (2) şeklinde bir hitapta bulunmuş.

Şimdi, acaba ödüle layık görülen kişiler hangi kriterlere göre seçiliyor desem bana, "ulan salak, hem yukarıya seçimin nasıl yapıldığını, ödülün neden verildiğini" yazmışsın, hem de hala gerekçe soruyorsun" diyeceksiniz. 

Belki haklı olabilirsiniz de mesela, bizim rahmetli Yaşar Kemal'e uygun ve münasip gördüğümüz Nobel Ödülü, neden Orhan Pamuk'a verilmiştir? İlgili ve yetkililerin, elbette buna verdikleri/verecekleri bir cevap olmuştur ve vardır. Benim merak ettiğim ya da düşündüğüm, verilen ödüle üretilen gerekçenin niteliği değil, aynı şartları taşıyan bir çok kişi arasından sadece birinin nasıl seçildiğidir. Gerek Türkiye'de, gerekse dünyada kariyeri boyunca basın özgürlüğünü Hasan Cemal'den daha iyi savunan bir başka gazetecinin olmadığını kim iddia edebilir ki? Ya da yılın Nobel Ödülü'ne, yılın anneliğine, yılın iş kadınlığına vs. layık görülenlerden daha mükemmel birilerinin bulunmadığını...

Doğru oturup doğru yargılayalım. İnsan ve onun yapıp ettikleri, mesafe ve ağırlıkta olduğu gibi somuta indirgenemez. O yüzden net biçimde ölçülüp tartılamaz. Kişi, yaşam tercihi, fikri yapısı itibariyle belli bir istikameti takip ediyor olsa da her zaman sabit bir yörüngede gitmez. Genişleyip daralır, uzayıp kısalır, kontrolden çıkıp zikzaklar çizdiği zamanlar bile olur.

Her insanın taraf veya karşı olduğu fikir ve düşünceler, sevdiği veya sevmediği kişiler vardır. Onun bu yapısı, özgürlüklerin kendi yandaşlarının hakkı olduğunu kabule müsaittir. Farklı düşüncedekinin düştüğü üzücü ve hazin durum onun vicdanında sızı meydana getirmez. Muhalif saydığına merhamet duymaz, düşman bildiğinin acısını paylaşmaz. Dışarıdan paylaşıyor görünse de dilinden dökülenin iç dünyasında yeri yoktur. Sözünde samimi değildir.

İnsan kendini sorgulayabilir; duyduğu pişmanlıkla kötü geçmişini silkeleyip atabilir. Hata ve yanlışlarının üzerine bir perde çekip yeni bir hayata da başlayabilir. Yeni ufkuklara yelken açabilir.  Ama "insan" olmaktan yani ideolojisinin, genlerindeki karakteristik özelliğin kendini yönlendirmesinden asla kurtulamaz. Başka bir deyişle, herhangi bir insan herkese karşı aynı dürüstlükte davranamaz, herkese aynı vicdani merhameti besleyemez.

Ayrıca o, her zaman aynı modda da değildir; bazen huzurlu ve rahat bazen de gergin ve sinirlidir. Onun bu durumunun o anki kararları, yorum ve değerlendirmeleri üzerinde mutlak bir etkisi olur. İnsan dün iyi gördüğünü ertesi gün kötü görebilir, dün sevdiğine bu gün düşman olabilir. Tüm bunlar, insanın hayatı boyunca tekrarlayıp durduğu anlaşılması zor iniş çıkışlar ve gel gitlerdir. An gelir, yıllardır tanıdığımız bir dostumuz bile hiç tahmin etmediğimiz tavırlar sergileyerek bizi şaşırtabilir.

İşin özü, hayatı boyunca hiç sapmadan, (aynı sadelik, aynı istikamet ve aynı kararlılıkla) yoluna devam eden birini bulamazsınız. Eğer insan buysa ki, malesef budur o zaman, "kariyeri boyunca basın özgürlüğünü savunan, vicdan ve dürüstlük sahibi" bir gazeteci de bulmayacaksınız demektir. Buradan, dağıtılan ödüllerin büyük kısmının siyasi ve ideolojik mülahazalardan uzak olmadığı sonucuna varabilirsiniz.

İsterseniz konuya bir nebze açıklık getirmeye çalışalım.

Harward Üniversitesi'nde kendisi için düzenlenen ödül töreninde bir konuşma yapan Hasan Cemal, "Bir gazetecinin bir tweet nedeniyle gözaltına alındığı, cep telefonuna, bilgisayarına el konulduğu ve hakkında tam beş yıl hapis istendiği bir ülkeden geliyorum. ... Bir başbakanın kendisi gibi düşünmeyenleri hain ilan ettiği bir ülkeden geliyorum." (3) demiş.

Tabi ki, konuşma yukarıya aldığım iki cümleden ibaret değil ama ana fikri, "ben her türlü olumsuzluğun yaşandığı bir ülkeden geliyorum" şeklinde özetlenebilir. O zaman konu üzerinde biraz düşünmemiz gerekiyor.

Acaba, "vicdan ve dürüstlük" deyince herkes aynı şeyi mi anlamaktadır ya da her insan bu kelimeleri sözlük anlamlarına uygun olarak mı yorumlamaktadır? İnsanların aklını okumam mümkün olmadığından bu sorunun cevabını tam olarak bilemiyorum. Bildiğim, "vicdan ve dürüstlük" kavramlarının benim zihnimde oluşturduğu algının, Hasan Cemal'in ödül konuşmasında söyledikleriyle pek uyuşmadığıdır.

Vicdan veya dürüstlük her şeyden önce nesnel olmayı gerektirir. Nesnellikse, olumsuzlukların yanında olumlulukları görmeyi de zorunlu kılar. Sadece kötülükleri ya da sadece iyilikleri gören, her şeyin yalnızca berbat  veya yalnızca mükemmel olduğunu iddia eden insan tarafsız sayılamaz. Eğer, bir madolyonun iki yüzü varsa bu, en berbat gidişatın bile dile getirilmeye değer iyi yönleri olacak demektir. Demem o ki, objektif insan, kötülüklerin yanında iyilikleri de görebilendir. Dünyaya salt kendi penceresinden bakan, çevrede neler olup bittiğini farkedemez. Verdiği ve vereceği kararlar sabetli olamaz. Bu da, idealize ettiğimiz vicdanla ve ondan kaynaklı dürüstlükle bağdaşmaz. 

Hasan Cemal, basın özgürlüğünü herkes için mi savunmuştur, yoksa sadece kendi tarafındakilere mi münasip gönmüştür bilemem. İnsan sözleriyle tutulur veya değerlendirilir. Geçtiğimiz yıllarda, bir ara ortalarda bir yerlerde durduğunu, o zamanalara ait yazı ve konuşmalarının bir nesnellik taşıdığını yadsıyamam. Fakat ödül töreninde sarfettiği sözlerin tarafsızlıktan daha çok, "ödül verenlerin beklentisine" uygun düştüğünü söyleyebilirim. 

Mesela ben onun, "Bir başbakanın seçim meydanlarında gazeteci yuhalattığı, gazeteci -özellikle kadın gazetecileri- tehdit ettiği bir ülkeden geliyorum. Bir başbakanın kendisi gibi düşünmeyenleri hain ilan ettiği bir ülkeden geliyorum." (4) cümlelerinde objektif bir duruş göremiyorum.

Evet, eski başbakan Tayyip Erdoğan'ın, bazı gazeteciler hakkında olumsuz ifadeler kullandığı doğrudur. Ülkemizde iyi gitmeyen bir kısım işlerin olduğu da doğrudur. Fakat Erdoğan, iktidar ve Ak Parti aleyhinde konuşup yazan herkesin hain ilan edildiği, içeri alındığı savı doğru değildir. Aynı şekilde, memlekette her şeyin kötüye gittiği iddiası da tabi...

Haklı ve yapıcı eleştirilerin yanındayım. Başbakan ve cumhurbaşkanı dahil, kimse hata, noksan ve günahtan azade değildir. Yönetenler de yanlış yapabilir, isabetsiz kararlar verebilir. Bunları dile getirmek iktidar sahiplerini uyarmak bu ülkenin aklı başında insanlarının görevidir. Eğer başbakan veya cumhurbaşkanları böyle haklı eleştiri yapanlar aleyhinde konuşuyorlarsa bu yanlıştır.

Kimse kusura bakmasın ama "köprü, havaalanı, yol yapmayacaksın, Taksim'i yayalaştırmayacaksın" diyenlere, iktidar mensuplarının her sözüne ve her icraatına takanlara, kamuya istikamet çizmeye kalkanlara laf söylemek te yetkililerin hakkıdır.

Doğrusu yalan yazan, haksız eleştiri yapan, haddini aşan, saldırganlaşan ya da iktidarın yaptığı hiç bir hizmeti görmeyen medya mensuplarıyla onların destekçilerinin özgürlüğü hakettiğini düşünmüyorum. Bana göre yalanın, haksız eleştirinin, ideolojik tarafgirliğin getirdiği kronik duruşa dair özgürlük talebinin ne hukuken, ne de ahlaken bir karşılığı yoktur. Kimse kimseyi sevmek zorunda değildir ama herkes birbirine katlanmak ve birbirlerine karşı dürüst davranmak zorundadır.

Taşların hiç bir zaman yerine oturmadığı/oturmayacağı şu dünyada, "kariyeri boyunca basın özgürlüğünü savunmak için çaba gösteren" birileri gerçekten var mıdır, ödüller hak edenlere mi verilmektedir, sorusuna uygun bir cevap bulmamız, "vicdan ve dürüstlüğü" de bu çerçevede tanımlamamız gerekiyor. Evet herkesin, kendi tarafındakilerin basın özgürlüğünü savunduğu doğrudur. Ancak bu, "vicdan ve dürüstlük"le bağdaşan nesnel bir davranış biçimi değildir. Herkese kucak açan, olabildiğince gani gönüllü bir insan bulmak ise oldukça zordur.

O zaman da ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor. Dağıtılan ödüller kişinin çaba ve gayretinin, dehasının, sadakatinin veya alanında gösterdiği üstün başarının karşılığı değil, verenin beklentisinin, niyetinin veya hedefinin bir sonucudur. Yani burada ödülü alanın liyakatına değil verenin maksadına bakmak lazımdır. Meseleyi böyle okursak, (ister nobel, ister yahudi cesaret, ister yılın kadını olsun) herkesin aldığı ödülü hakettiğine inanmamamız için hiç bir neden yok demektir.

(1-2-)- hurriyet.
(3-4)- hurriyet.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..