Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '08

 
Kategori
Anılar
 

OECD Ankara Eğitim Tesisleri, Azeriler ve Bir Kırgız - 2

OECD Ankara Eğitim Tesisleri, Azeriler ve Bir Kırgız - 2
 

OECD BİNASI - ANKARA


Kırşehir’ in dışarıya savurduğu insanlardan biri de ben oldum. Çok uzaklara savruldum sayılmaz. Üniversite nedeniyle doğduğum toprakları terk ettim. Üniversite yıllarında ve Üniversiteden sonra memleketim Kırşehir’e kısa süreli, birkaç günlük gidiş ve gelişlerimin dışında uzun bir süre kalmadım, kalamadım.

Ancak çocukluğum ve gençliğim 80 haneli ( Bu gün köyümde hiç genç kalmadı. 15-20 haneli olup, orta yaş üzeri insanlar yaşamaktadırlar.) küçük bir köy olan Mucur İlçesinin Asma Karadam Köyünde geçti.

Köyde yetişen her çocuk gibi daha altı yaşında iken kuzu çobanlığına başladım. Daha sonra, köyümün çayırlarında at otlattım. O yıllarda iyi bir at süvarisi idim. Yelesine sıkıca yapışıp yeni sürülmüş, herk olmuş tarlalarda tozu dumana katarak, mavi gök kubbenin altında alabildiğine dörtnala at koşturmanın verdiği haz, benim için her gün yaşamak istediğim dayanılmaz bir tutku ve mutluluktu.

Gençliğimde ise iyi bir çiftçi oldum. Eken, diken, süren, savuran birisi olmuştum. Diğer köylülerim gibi bende hayvanların dilinde, tohumun, toprağın gücünde anlar olmuştum.

Üniversite ile birlikte yeni kulvarda aldığım yol; beni çiftçilikten, köyümden, kentimden uzaklaştırdı. Bu gün Ankara’ ya yerleştim. Bu il de yaşıyorum. Yerleşmeden önceki en son görev yaptığım yer Aydın ili idi. Aydın ilinin Maliye Teşkilatında Vergi Denetmeni olarak çalışıyordum. Amacım, Ankara’ ya yerleşmekti. Düşüncem, oğullarımın Ankara’ da iyi bir Üniversite de tahsillerine devam etmeleri idi. Birkaç defa tayin talebinde bulundum. Kabul edilmedi. En sonunda zoraki de olsa kabul edildi.

Ağustos ayında, Kuşadası’nda görevde iken, tayinimin geldiğini öğrendim. Sevinmiştim. Ancak benim ki buruk, küsülü bir sevinçti. Zira; şimdi ..........Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliğinde okuyan oğlum, bir sonraki yıl Anadolu Lisesi sınavlarına girecekti. Ailemi Ankara’ ya taşımam demek oğlumun okul, öğretmen, arkadaş çevresini değiştirmem demekti. Oğlum, yeni okula ve çevreye uyumda sorun yaşayabilirdi. Bu durum başarısını engelleyebilirdi. Bunu göze alamazdım.


Çocuklarımı ve eşimi Aydın’ da bıraktım. Yalnız bindiğim yelkenlimin rotasını rüzgâr Ankara’ ya çevirmişti. 2000 yılının Eylül ayında Ulus / Rüzgârlı’ da bulunan Ankara Bölge Müdürlüğü - Vergi Denetmenleri Bürosu’ndaki yeni yerimde görevime başladım.


Beni bir düşünce aldı. Gelecek yılın yani 2001 yılının Haziran ayına kadar olan süreyi Ankara’ da nasıl, nerede geçirecektim. Nerede yatıp kalkacaktım. Ne yiyip içecektim. Eşim çalışmıyor. Hem Aydın’ daki, hem Ankara’ daki harcamaları nasıl karşılayacaktım.

Maliye’ nin Çankırı Caddesinde bulunan misafirhanesine bir haftalık bir süre kalmam şartıyla yerleştim. Misafirhane yöneticileri nezdinde bir hafta daha kalmam için yaptığım ısrarlı girişim, sonuç verdi ve şartlı süreyi bir hafta daha uzattırabildim. Bu sırada yeni bir yer aramaya başladım. Yaptığım araştırma ve gişimlerimin nihayetinde onbeş gün kalmam şartıyla Maliye’nin Cem Ersever Cad. Onardibi Sok. No: 31 Lalegül Yolu üzeri Demetevler /Yenimahalle adresinde MİT Müsteşarlığı’nın karşısında bulunan OECD Ankara Çok Taraflı Vergi Eğitim Merkezi içindeki misafirhanesinde yer bulabildim.

OECD Ankara Çok Taraflı Vergi Eğitim Merkezi Tesisleri yüksek bahçe duvarlarının arkasında şato gibi bir yer. Geniş ve yüksek bir kapıdan içeri giriliyor. İçerisinde; geniş sayılabilecek yeşil alanları, dershaneleri, idari büroları, dinlenme ve eğlence alanları, çok katlı ve beş yıldızlı otel kalitesinde yatakhanesi bulunan bir yer. Çok katlı yatakhanenin altında yemekhane bulunuyor. Sabah kahvaltısı, akşam, öğle yemeği veriliyor. Belirli bir fiyatla verilen yemeklerin kalitesi güzel…

****

Akıllarda, OECD Ankara Çok Taraflı Vergi Eğitim Merkezi ne amaçla kurulmuştur? Ne iş yapar? diye soru oluşabilir. Açıklayayım:


Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ve Yeni Bağımsız Devletlerin piyasa ekonomisine geçiş sürecinde; teknik bilgi, yardımı sağlamak amacıyla OECD üyesi ülkelerin öncülüğünde, söz konusu ülkelerin üst düzey vergi memurlarına vergi alanında bilgi değişimi ortamı sağlamak üzere OECD ’in Ankara’ da kurulan vergi eğitim merkezidir.

Eğitim merkezinin ülkemizde kurulmasının nedenine gelince; Türkiye’nin hem bir OECD üyesi ülke olması, hem de söz konusu ülkelerle tarihsel bağları bulunması nedeniyle özellikle Orta Asya ve Kafkas Ülkelerine yönelik eğitim verecek bir merkezin Ankara’da kurulmasının ideal bir seçim olacağı düşünülerek, OECD Çok Taraflı Vergi Merkezi, OECD ile T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği bir protokol çerçevesinde TİKA ve Maliye Bakanlığı’nın ev sahipliğinde 1993 yılında Ankara kurulmuştur. Halen faaliyette bulunan diğer OECD Çok Taraflı Vergi Merkezleri Viyana, Budapeşte, Seul ve Meksika’dadır.

OECD’in Ankara’ da bulunan Çok Taraflı Vergi Eğitim Merkezi en çok seminer düzenleyen merkezlerden birisidir. OECD, 1997 yılında da Orta Asya’ya ilave olarak Orta Avrupa üst düzey bürokratlarının eğitimlerinin çeşitli destek seminerlerle Ankara’da yapılmasını kararlaştırmıştır.

Seminerler, OECD üyesi ülkelere mensup uluslararası vergilendirme prensipleri alanında deneyimli uzmanlar ve üst düzey bürokratlar tarafından verilmektedir. Bu grup içinde yer alan Gelir İdaresi Başkanlığı bürokratları da Ankara ve diğer Merkezlerde seminer vermektedir.

1993 yılından beri faaliyette bulunan OECD Ankara Çok Taraflı Vergi Merkezi’nde bugüne kadar başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere 40 değişik ülkeden toplam 3.614 üst düzey vergi memuruna seminer verilmiştir.

Bu Merkezlerinin harcamaları ise, OECD üyesi ülkelerince sağlanan gönüllü nakdi ve ayni katkılardan oluşturulan bir bütçeden karşılanmaktadır. Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) bu bütçeye yılda 130.000 $ nakdi katkı yapmaktadır. OECD Ankara Çok Taraflı Vergi Merkezinin harcamaları bu bütçeden ayrılan paylar ve Gelir İdaresi Başkanlığının ayni yardımları karşılanmaktadır.


Yukarıdaki açıklamaları yapmakla okuyucularımı yeterli bir şekilde bilgilendirdiğimi düşünüyorum.

****


OECD şatosuna geçici misafir olarak yerleştim. Sabahları ve akşamları bir grup yabancı insanlarla kahvaltı yapıp, akşam yemeği yiyiyoruz. Bu insanları tanımaya çalışıyorum. Bu insanlar sayıları yirmibeş otuz civarında bay, bayandan oluşan yabancı bir grup… Ancak hepsi farklı dillerden konuşuyorlar. Belli ki Vergilendirme semineri nedeniyle Türkiye’ de bulunuyorlar, Ankara’ da kalıyorlar. Bu insanları yakinen tanımak istiyorum

Kaldığım üçüncü günü akşamı, akşam yemeğinden sonra bir üst kata çıktım. Çay ocağında çayımı aldım. Ortadaki sehpaya çaylarını koymuşlar, etrafındaki koltuk tipi divanda oturan ve Azeri Türkçesine benzer Türkçe ile konuşan kişilerin bulunduğu yere yöneldim. Selam verdim. “Oturabilir miyim?” dedim. Buyur ettiler. Oturdum. Tanıştık. Bu kişilerle Türkçe anlaşabiliyorduk. Kendileri tahmin ettiğim gibi Azeri Türkü idiler. Ben kendimi ve mesleğimi tanıttım. Onlarda kendilerini tanıttılar. Buraya Azerbaycan Maliye Bakanlığının uzmanları olarak seminere katılmak için gelmişlerdi. Diğer gelenler Eski Sovyetler Birliğinden bağımsızlıklarını kazanmış Doğu Bloku ülkeleri ile Türk Cumhuriyetlerinden gelen mali uzmanlardı. Konuşmalarından da anlaşıldı ki, Türkiye gelen bu gruba, Türk ve OECD mali uzmanları bilgi ve tecrübe aktarımı yapıyorlardı. Gelen kişiler, Uluslararası Vergilendirme Sistemleri ile ilgili; Çokuluslu Şirketlerin Denetimi, Transfer Fiyatlandırması, Vergi Anlaşmalarının Uygulanması, Bilgi Değişimi ve Banka Gizliliği ile Uluslararası Vergi Kaçakçılığı ve Vergiden Kaçınma gibi konularda Seminer görüyorlardı.

Daha sonra yanımıza yabancı bir bay geldi. Azeriler gelen kişiyle Rusça konuşmaya başladılar. Sonra bana dönüp yanımıza gelenin Kırgızistan Maliye Bakanlığı uzmanı bir Kırgız Türkü olduğunu söylediler. Bizi birbirimize Türkçe ve Rusça olarak tanıştırdılar. Tokalaştık. Kırgız’da boş olan koltuğa oturdu. Azeriler, Kırgız’la Rusça konuşuyorlardı. Sohbeti biraz uzattılar. Ben Anadolu Türkü olarak Azeri Türkü ile Kırgız Türkü’ nün Rusça konuşmasına bir anlam vermiyordum. Dayanamadım. Azeri Türküne:


“Niçin benim senle konuştuğum gibi Kırgız Türkü ile Türkçe konuşmuyorsun?” dedim.

Azeri:


“Ben Kırgız Türkçesini bilmem, Kırgız’da Azeri Türkçesini bilmez. Onun için Rusça konuşup, anlaşıyoruz ” dedi.


Dayanamadım “Sen, Ben, Kırgız hepimiz Türk değil miyiz? Anadilimiz Türkçe değil mi? Her birimiz Ulu Türk çınarının ayrı, ayrı kollarından biri değil miyiz? Niçin Rusça konuşuyorsunuz? Seninle ben Türkçe konuşuyoruz, anlaşıyoruz. Niçin Kırgız kardeşimizle Türkçe konuşup anlaşmayalım” dedim.


Azeri güldü. Konuşmamızı Rusça olarak Kırgız Türküne açıkladı. Kırgız daha dikkatlice gözlerimin içine baktı. Elimi sıktı. Haklısın der gibi başını salladı.

Azeri bana dönerek:

“Aynı dili konuşmamıza rağmen bizler coğrafi uzaklık ve siyasi sınırlarla sınırlandırılmış, birbirimizde uzaklaştırılmış bir milletin evlatlarıyız. Onun içindir ki her birimizin konuştuğu Türkçedeki lehçe farklılıkları, her bir lehçenin ürettiği kelime ve sözcükler veya kelimelere yüklediğimiz anlam farklılığı ya da aynı anlama gelen kelimenin söyleniş farklılığı hatta bazen yöresel ağız farklılıkları dahi anlaşmamızı zorlaştırıyor.”dedi.

Biran düşündüm. Yanıtım hazırdı: “Bu divana oturanlar hepimiz Türk’ üz. Her ne kadar insanlarımız ve konuştuğumuz dil, coğrafi uzaklık ve siyasi sınırlarla sınırlandırılmış olsa ve birbirimizde uzaklaştırılmış olsak, yani anlaşılır bir şekilde konuşamasak bile bazı müşterek tanıdık kelimelerden yola çıkarak en azında konuşulanları anlayabilmeliyiz. Kaldı ki İngilizce, İngiliz dili hiçbir coğrafi ve siyasi sınır tanımıyor. İngiliz dili, Dünyanın her tarafında konuşuluyor. Yetmiş iki buçuk millet konuşuyor. Hiç olmazsa bizler pat, küt de olsa kendi dilimizde meramımızı birbirimize anlatabilmeliyiz.” dedim.

Azeri: “Pat, küt ne anlama geliyor?” dedi.


“Yıllarca birbirinden ayrı kalsalar bile aynı dili konuşan insanlar zor dahi olsa bir şekilde karşısındaki insanın konuşmasını anlamalı ve kendi düşüncesini, meramını da anlatmalıdır anlamında söylediğimi ” belirttim.


Azeri Türkü “Tamam, anladım.” dedi.

Azeri Türkü konuşmamı Kırgız Türküne Rusça, onunun Rusça konuşmasını da Türkçeye çevirerek bana açıklıyordu.

Kırgız Türkü bana dönerek Rusça: “Haklısın. Dillerimiz gibi biz de bizlerde birbirimizde yıllarca ayrı düştük. Bu gün bunun zorluluğunu çekiyoruz.” dedi.

Azeri Türküne dönerek: “Biliyorum İngiliz dilinin arka planında dünya ekonomisine, siyasetine de yön veren İngiliz, Amerikan Ekonomileri gibi çok güçlü ekonomiler ve bu ülkelerde güçlü ekonomileri arkasına alan çok güçlü bir siyaset ve siyasi kadroları var. Bu ekonomilerin dünya ile yaptığı bir ticaret var. Bu ülkelerin Dünyaya dikta ettirmeye çalıştığı küresel (global) bir siyaseti var. Bu ticaretin ve küresel siyasetin yazılı ve konuşma dili İngilizcedir. Onun içindir ki, İngilizce bu gün Dünya dilidir. Ancak bu günkü araç ve gereçler ve teknolojik donatım, sınırları kaldırarak uzakları yakın ettiği de hepimizin bir gerçeğidir. Dünya küçülmüştür. Uzakgörü (televizyon), uzakduyu (telefon) ve bilgisayar ağı bizleri birbirimize daha yakınlaştırmıştır. Gelecek nesillerin birbirlerini anlamaları için; şimdiden ortak alfabe kullanmamız, ortak kelimeleri ön plana çıkarmamız ve ortak dilin daha da geliştirilmesi için birbirimizin kelime zenginliklerinden faydalanmamız gerekir. Müşterek dilimizi, içinde yaşadığımız geniş bir coğrafyada kullanmamız gerekir. ” Ben bu şekilde düşünüyorum, dedim.

Ancak bir an duraksadım. Daha yeni tanıştığım, pek tanımadığım konuklarımızla ciddi konulara girmek pek akıllıca bir iş değildi. Konuşmayı başka bir mezraya çekmem gerekir diye düşündüm. Azeri’nin omzuna hafiften dokunarak : “ Yahu istemeyerek olsa çok ciddi konulara girdik. Ortak dil konusunda çok kısa vadede, bu günden yarına yapılacak pek çok şey yok gibi… Sonra bizler, ülkelerimizin ve milletlerimizin kaderinde söz sahibi insanlar değiliz ki... Bırakalım bu konuları bu gün bizi yönetenler, yönetimde olanlar ve ileride de gelecek nesiller düşünsünler. Konuyu biraz ılımanlaştıralım, yumuşatalım, değiştirelim. Sizlerin ve benim uzmanlık alanımız maliyedir. Ülkelerin kalkınmalarında kaynakların etkin ve ekonomik kullanımında maliye ve vergi politikalarını, hesap verebilirlik ve saydamlık içinde kullanımı konularında birbirimizin görüşlerinden faydalanabilirsek konuşmamız daha zevkli olur. Ya da daha başka konularda da konuşabiliriz. ” dedim ve Azeri’ den - mademki Kırgız’ la Rusça anlaşıyoruz öyleyse – anlattıklarımı aynen toparlayıp Kırgız Türkü kardeşimize Rusça anlatabilir misin? Diye ricada bulundum.


Azeri Türkü gülümseyerek bu uzun konuşmamızı Rusça olarak Kırgız Türküne açıkladı. O da güldü.


Kırgız Türkü bana dönerek Rusça bir şeyler söyledi. Azeri Türkü hemen çevrisini yaptı: “ Kızılay’ ı gezdim. Çok güzel Türk kızları var ama hiç pas vermiyorlar. Yoksa beni yakışıklı bulmuyorlar mı? ” diyor dedi ve hep beraber kahkaha atarak güldük. Konuyu böylece değiştirmiş olduk.

Azeri’ ye döndüm ve gülerek: “ Her yolda geçene selam verilir mi? Kızlarımız pas vermemekle doğru olanı yapıyorlar. Kızlarımız çok güzel, iyi giyinirler, çok alımlıdırlar. Çok yürek hoplatırlar. Ancak çok da gururludurlar. Cadde ve sokakta çok dik yürürler. Kendilerine laf, söz attırmazlar. Kırgız kardeşimizin saç, baş, kaş göz, boy, bos yerinde kendisi çok yakışlıdır. Ancak yakışıklığına güvenip de kızlarımıza laf, söz atmasın. Yoksa kafasına çantayı yer. Kızlarımız gönül eğlendirmek için değil, evlenmek için varlar…” dedim.


Azeri anlattıklarımı Kırgız’a Rusça açıkladı.


Kırgız anlattıklarımı biraz şakayla karışık biraz da hayretle karşıladı. : “Ya öyle mi? İyi ki laf, söz atmamışım. Bundan sonra daha dikkatli olmalıyım. Gerçekten duruşlarında laf atmaya korktum.” dedi.


Azerilerle karşılıklı bir kahkaha daha attık ve ben devamla:


“Kızlarımız bir erkeği sevdi mi tam sever. Sevdiği eşi için gözünü daldan budaktan esirgemez her şeyi göze alır. Çok da kıskançtır. Kocasını kimseyle paylaşmak istemez. Hatta bu kocasının annesi, babası olsa bile… Evlenmek isterse uygun bir kız buluruz. Yakışıklı Kırgız damadımızın olmasından memnunluk duyarız. ” dedim.


Kırgız: “Ben evliyim” dedi.


“ O zaman Kırgız’ kardeşimizin işi bitmiş, söyle kızlarımızı uzaktan seyretsin “ dedim,


Bir daha kahkaha atarak güldük.


Bizler sudan, havadan konuşmalarla bir konudan diğer bir başka konuya geçerken çay bardaklarının boşu gidip, dolusu geliyordu. Her birimizin Türk olmasına rağmen bütün gece konuşmalarımıza Türkçenin yanında Rusça’ da hâkim olmuştu.


Zaman ilerlemiş saat gece 12’ ye yaklaşmıştı. Ben kalkmak istiyordum. Ben kendilerinden izin istedim. Yanlarından ayrılmadan önce:


Sizler için yardımcı olacağım bir konu olursa bundan memnuniyet duyarım. Lütfen çekinmeyin söyleyin. Ankara içinde görmek istediğiniz yerler varsa veya düşündüğünüz bir alış veriş varsa sizlere yardımcı olur, rehberlik yaparım.” dedim.


Alaka göstermeme teşekkür ettiler. Ben kalktım. İyi geceler diyeceğim sırada Kırgız kardeşimiz Rusça bir şeyler söyledi.


Azeri:


“Söyledi ki; kendisi bizim misafirimiz olsun yarın akşam hep beraber bir votka içelim. Votka nerde nasıl alınır, bize yardımcı olsun diyor.” dedi.


“Ne güzel bir teklif….” diyebildim.


Ancak bir an bu kardeşlerime içki kullanmadığımı nasıl söyleyebilirim diye düşündüm… “Teklifinize teşekkür ederim. Bu akşam sizinle bir arada bulunmaktan ve konuşmaktan onur duydum ve büyük bir keyif aldım. Yine sizlerle bir arada bulunmak, karşılıklı kadeh kaldırmak benim için bir mutluluk olacaktır. Umarım içki konusunda beni anlayışla karşılarsınız. Rus Votkası bir tarafa bir Türk olarak bir kadeh Türk Rakısı içmediğimi, rakının tadını dahi bilmediğimi size söylersem bu nasıl Türk diye beni ayıplamayacağınızı umarım. Ancak içki satılan yerlerde votka var mı, satılır mı bilmem. Size bizim içkimiz olan ve Anadolu Türklerinin zevkle içtikleri rakımızı tatmanızı, içmenizi tavsiye edebilirim. Rakı almanız ve satılan yer konusunda da sizlere yardımcı olabilirim. “ diyebildim.


Azeriler ve Kırgız: “Niçin içmiyorsun. Neden?” dediler.


“Sağlık nedeniyle içemediğimi, içemediğimi ” belirttim.


Evet, sağlık nedeni ile içmediğim doğrudur. İçki ve sigaranın sağlıktan çok şeyler alıp götürdüğünü, yanı başımızdaki içki ve sigaranın kölesi olmuş talihsiz insanlardan görüyoruz, gözlemliyoruz. Ancak; içkiyi o güne kadar hiç tatmamış olmam, aslında inancımın gereği gibi yaşamak kaygısından başka bir şey değildi. Bu durumumu onlara açıklamamın zor olacağını düşündüm.


Azeriler ve Kırgız : “Uzun boylu ve çok sağlıklı görünüyorsun. Nasıl bir sağlık sorunun olabilir ki? ” dediler.


“Her şey göründüğü gibi değildir.” diyerek geçiştirdim.


“Tamam” dediler.


İyi akşamlar diyerek asansöre binip yattığım kata çıktım.


O akşamdan sonra Azeriler ve Kırgız kardeşlerimle zaman, zaman yemekhanede asansör başlarında karşılaşmalarımız, samimi selam alıp verişlerimiz oldu. Fakat bir türlü bir araya gelip yeniden oturup havadan sudan konuşamadık.


“Almanlar ne kadar biracı ise Ruslarda o kadar votkacıdır.” diye Rusların votkacı olduğuna dair bir söz vardır. Bu sözü doğrular şekilde sarışınlığından ve konuşmalarından Rus ya da Ukraynalılardan olduğunu tahmin ettiğim bir kısım insanlar, çoğu akşam ellerinde içki şişeleri olduğu halde yatakhanelerine çıkıyorlardı. Bizim yakışıklı kardeşimiz olan Kırgız’ da zaman, zaman onlara takılıyordu.


Ellerinde içki şişeleri ile bu insanların halini gördükçe Rusların, Ukraynalıların ve Kırgızların hanımlarına üzülmemek elden değil... Kocaları her akşam içip içip daha ilk akşamdan sızıyorlarsa vay ki vay o güzel hanımların haline…


Üzerinde, ağzında içki kokan bir koca…


Bir koca ki; elinde yok, dilinde yok, belinde yok…


Ortalıkta sızmış ceset gibi yatan bir erkek…


Rusya ve Ukrayna’ da çok olduğunu tahmin ettiğim alkolik derecesindeki erkekler, içki alışkanlıkları yüzünden kuzeyin o sıcak, güzel, kibar sarışın hanımlarına çok çektiriyorlardır diye düşünüyorum. Acaba haksızlık mı yapıyorum? Ben alkolik kocaları; poyraz rüzgârının estiği yağmurlu bir havada, akşamdan bal alacağı çiçeğin dalları arasına sığınmış, ancak sabah soğunda yanı başındaki güzel çiçeğe ulaşıp bal alamayan uyuşuk arılara benzetirim…


Hepimiz biliyoruz ki; içkinin sızdırdığı insanlar, hem kendilerine, hem de hanımlarına yazık ediyorlar…

Mehmet TURAN

 
Toplam blog
: 47
: 2386
Kayıt tarihi
: 28.10.08
 
 

Mucur / Kırşehir doğumluyum. Uzun süre Maliye Bakanlığı'nda çalıştım. Kabul etmek gerekir ki, Mal..