Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '09

 
Kategori
Öykü
 

Oğlu doktor olsundu...

Oğlu doktor olsundu...
 

Oğlu Rıza’nın doktor olmasını istiyordu. Her fırsatta “ben karışmam, hangi mesleği seçersen seç kabulümdür” diyordu ama içindende “oğlum şöyle bir doktor olsaydı, kasıla kasıla gezseydim, iş yerinde, çarşıda, pazarda” diyordu.

“Ali usta senin oğlan ne okuyor?” dediklerinde “doktor olacak amcası” demek ne kadarda gurur verici olurdu. Gerçi Rıza’nın dersleri hiçte öyle doktor olacak kadar iyi değildi ama “varsın olsun, çalışırsa yapar benim oğlum, gerekirse özel derste aldırırım” diye içinden geçiriyordu.

Rıza, anadolu lisesine gidiyordu. Bu yıl ortalama denilecek bir puanla 120 kişilik kontenjana 83. sıradan girmişti. İlköğretimde başarılı bir öğrenciydi. Fakat anadolu lisesine başlayınca bir şeyler olmuştu. Rıza’nın birinci dönem karnesi iyi değildi. Üç tane iki, iki tanede bir vardı. Çok söylemişti “çocuğum dersini çalış, ödevlerini yap, bak komşumuz Ayşe teyzenin kızı nasılda ders çalışıyor, denemelerde hep ilk on içinde, senin ondan neyin eksik” diye. Ara sırada “ben okuyamadım, babam beni okutmadı, ilkokulda derslerimde iyiydi halbuki” diye eski günleri anlatır “ben okusaydım doktor olmak isterdim” diye de tamamlardı.

Babası ilkokul biter bitmez ortaokula göndermemiş, sanayide bir kaportacının yanına çırak olarak vermişti. 18 yaşına gelince ortaokulu dışardan bitirmiş diplomayı da öyle almıştı. Bu arada çıraklık eğitim merkezine devam etmiş önce çıraklık sonrada kalfalık belgesini almıştı. Askerlik dönüşünde de kendi kaportacı dükkânını açmıştı. Belli bir çevresi oluşmuş işleride yolunda gidiyordu.

İşleri ne kadarda iyi giderse gitsin, Rıza’nın okumasını, ilerde önemli mevkilere gelmesini istiyordu. Bu konuda kesin kararlıydı. Yarından tezi yok Rıza’nın okuluna gidecek, öğretmenleriyle görüşecekti.

Sabah erkenden kalktı, kahvaltısını yapıp evden çıktı.

Ali Usta saat dokuzda okuldaydı. Giriş kapısında nöbetçi öğrenci karşıladı. “Öğretmenlerle görüşeceğim” dedi. Nöbetçi öğrenci Ali Usta’nın kimliğini alıp ziyaretçi kartı verdikten sonra önüne düştü öğretmenler odasına götürdü.

Ders zili yeni çalmış öğretmenler derse gireli daha üç-beş dakika olmuştu.

“Teneffüs zili ne zaman çalar?” diye sordu nöbetçiye.

“Dokuz buçukta” dedi nöbetçi.

Kapıyı karşıdan görecek bir yere durdu öğretmenlerin gelmesini bekledi. Bir süre bekledikten sonra zil çaldı.İçeri giren öğretmenler hemen fark ediyorlardı içerdeki öğrenci velisini. “Hoş geldiniz” deyip geçiyorlardı. Sanki kötü şeyler duyacakmış gibi biraz çekingen birazda mahçup bir tavırla “Ben dokuzuncu sınıflardan Rıza Öztürk’ün babasıyım… acaba derslerine giriyor musunuz?” dedi .

“Evet” dedi Necati Bey “ben fizik dersine giriyorum.”

“Sizin derste Rıza’nın durumu nasıl hocam” dedi.

Necati bey not defterini çıkarttı, Rıza’nın notlarına şöyle bir baktı, “iyi değil” dedi “bu çocukta bir şeyler var… notlarının böyle düşük olmasının bir nedeni olmalı.”

“Her türlü imkânı tanıyoruz hocam.”

“Birinci dönem dersi zayıfmış zaten.”

“Evet bende, ne yapabiliriz diye geldim”

“Çok çalışması lazım!”

“Birazdan rehber öğretmenle de görüşeceğim”

“İyi olur” dedi Necati bey.

Birazdan Rıza’nın sınıf öğretmeni Ayşe hanım girdi içeri, tanımıştı Ali ustayı. Yaklaştı ve “hoş geldiniz” dedi.

“Rıza’nın durumunu öğrenmeye mi geldiniz?”

“Hoş bulduk hocam… evet Rıza’yı sormaya geldim”

“Bende durumu orta sayılır… daha da başarılı olabilir aslında ama nedense bir türlü istenen düzeye gelemedi”

“Bende üzülüyorum hocam!”

“Siz evden biz okuldan takip edelim, elimizden geleni yapar düzeltiriz inşallah”

“Çok sevinirim hocam”

Ali Usta, birkaç öğretmeniyle daha görüştü ve hemen hemen hepsinden Rıza’yla ilgili olumsuz görüş aldı.

Suratı asık bir şekilde Rehber Öğretmen Murat beyle görüşmek üzere üst kata çıktı. Ataların, “yüzü sirke satıyor” dedikleri böyle bir durum olsa gerekti. Kapıya birkaç kez vurdu. İçerden “buyurun” sesini duyunca kapıyı açtı içeri girdi, “merhaba hocam” dedi.

“Ben dokuzuncu sınıflardan Rıza Öztürk’ün babasıyım.” Bu sözüde bu gün ne kadar çok kullanmıştı. Murat bey ayağa kalktı, elini uzattı, bir yandan tokalaşırken diğer yandan da “hoş geldiniz, nasılsınız?” dedi.

“Hoş bulduk hocam sağol iyiyim, sen nasılsın” diye sordu.

“Bende iyiyim şükür”dedi Murat bey.

Ali Usta’ya oturması için yer gösterdi. Ali Usta oturdu ve lafı uzatmadan konuya girdi.

“Hocam Rıza’nın durumunu sordum öğretmenlerine, hiçte iyi şeyler söylemediler, ne yapacağım ben bu çocuğu”

Murat bey, bir taraftan Rıza’nın sınav sonuçlarına, devamsızlık durumuna ve daha önceki zamanlarda görüşmeye geldiğinde tutmuş olduğu notlara göz atarken diğer taraftanda, “durumu iç açıcı değil” dedi. “Öğretmenleriyle de görüştük durumunu, size söylediklerini banada söylediler.”

Ali usta hepten bozuldu. Suratı dahada asıldı. Geldiğine geleceğine bin pişman olmuştu. İçinden, “sen çalış çabala, yeme yedir, giyme giydir, cebinden parasını eksik etme, bilgisayar desin al, cep telefonu desin al, sonrada karşılaştığın şu duruma bak” diye geçirdi. Yok bir daha gelmezdi büyük ihtimal. Niye gelecekti ki iyi şeyler duymuyordu. “Rıza ders çalışmıyor, Rıza dersi kaynatıyor, Rıza okuldan kaçıyor” daha neler duyacaktı. Oysa ne ümitlerle gelmişti okula.

Murat bey, Rıza ile ilgili neler yaptığını genel olarak özetledikten sonra, evde ders çalışıp çalışmadığını sordu. Aldığı yanıt olumsuzdu. Anne-babası ne zaman, “Rıza ders çalış” dese, “tamam çalışırım” diyordu ama bir türlü çalışmaya başlamıyordu.

“Kaç çocuğunuz var” diye sordu Murat bey.

“İki”

“Allah bağışlasın.”

“Sağol”

“Aralarında kaç yaş var?”

“Üç yaş”

“Kardeşiyle arası nasıl?”

“Pek geçinemezler”

“Kardeşinin derslerine yardım eder mi?”

“Bazen yardımcı olur ama daha çok kavga ederler”

“Peki Rıza’nın sizlerle ilişkileri nasıl?”

“Benle pek iyi değil daha çok annesine anlatır bir şey olduğunda”

“Rıza bu yıl sonunda alan seçecek, siz hangi alanı seçsin istersiniz?”

“Valla hocam biz kendine bırakıyoruz, kendi hangisini derse ona gitsin”

Murat bey içinden güldü. Bu güne kadar aşağı yukarı bütün veliler; ”Biz kendine bıraktık” diyordu ama kazın ayağı öyle değildi. Çocuğa “dilediğin alanı seç” dedikten sonra “ama” ile başlayan cümleler sıralanıyordu. “Ama o seçeceğin alanda yeteri kadar meslek yok”, “ama o alana tembel öğrenciler gider”, “ama biz senin doktor olmanı isterdik”, “ama sen yinede istediğini seç” Bu yıllardan beridir böyleydi.

Murat bey, “doğru olanı yapmışsınız” dedi. “Bu okul eşit ağırlık puanıyla öğrenci aldı, dolayısıyla bize gelen öğrenci eşit ağırlıkçı, belki çok az bir kısmı sayısalı seçebilecek seviyede ama genel olarak eşit ağırlık olması daha iyi olur.”

Ali usta darbe üstüne darbe yiyordu bu gün. “Allahım, ne benim çektiğim, bu gün güzel bir laf duyamayacak mıyım?” diye içinden geçirdi.

“Ama hocam, Rıza’nın ilköğretimde feni , matematiği çok iyiydi.”

“Olabilir” dedi Murat bey, “ama biz kendi yaptığımız yazılı sınavlarıyla deneme sınav sonuçlarına göre fikir sahibi oluyoruz”

Ali Usta, oturduğu koltukta küçüldüde küçüldü, hiç sesi soluğu çıkamayacak hale geldi. “Hocam çalışsa yapar aslında, olmazsa özel derste aldırırız”

“Bakalım ikinci dönemde gerçektende çalışırsa yapabiliyor mu? Çalışsın ve yapsın, bizde iç huzuru içinde evet sen bu alanı yapabilirsin diyelim.”

Ali Usta oğlunun doktor olması yolunda bir ışık görmüştü sanki. Evet çalışacaktı ve yapacaktı. Aksi halde sert tedbirler alması gerekecekti. “Kolay değil” diye düşündü içinden “buraya kadar getirdim kendini buradan sonra ne kaldı ki doktorluğa”

“Yalnız” dedi Murat bey, “çok çalışması gerekecek, diyelim ki sayısalı seçti öğrenci, ikinci, üçüncü, dördüncü sınıflarda sayısal dersleri başarmak oldukça zor. Ayrıca biz her sene aynı macerayı yaşıyoruz. Sayısal sınıflar çalışırsam yaparım diyen ama bir türlü yapamayıp 3-5 zayıflı çocuklarla dolu. Kaldı ki bizden mezun olan eşit ağırlıkçıların yarısı ilk yıl yerleşirken sayısalcıların sadece yüzde sekizi dokuzu yerleşiyor.Yerleşen sayısalcılarında ikisi üçü tıp kazanıyor, diğerleri de fazla puan istemeyen, mezun olunduğunda iş bulmanın zor olduğu bölümleri kazanıyorlar. Kazanamayan diğer sayısalcılarda mezun olduktan sonra (eğer mezun olabilirlerse) senelerce dershaneye gidiyor tıp olmayacağını anlayınca daha düşük puanlı fen edebiyat bölümlerini kazanmak durumunda kalıyorlar”

“Yapar hocam yapar” dedi.

Şartlanmıştı bir kere. Ne deseler boştu. Her ne kadar ders öğretmenleri sayısal derslerde zorlandığını söylese de, rehber öğretmen bu şartlarda sayısal alanda başarılı olmasının zor olacağını söylese de Rıza’yla ilgili kendi kafasında karar vermişti bir kere. Oğlu doktor olacak, kendide kasıla kasıla gezecekti. İki üç kişi tıp kazanıyormuş okuldan bir tanesi neden benim oğlan olmasındı. “Ali usta senin oğlan ne okuyor?” dediklerinde “doktor olacak amcası” diyecek, gururlanacaktı. Varsın çocuğun yeteneği olmasındı. Ne vardı çalışırdı yapardı, gerekirse özel derste aldırırdı. Yeterki oğlu doktor olsundu.

16 Mart 2009-Osmaniye
 
Toplam blog
: 50
: 2429
Kayıt tarihi
: 31.08.06
 
 

Hatay'ın İskenderun ilçesinde dünyaya geldim. 1997 yılında Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültes..