Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '07

 
Kategori
Okul Öncesi
 

Oğlum kreşe başlarken

Oğlum kreşe başlarken
 

Çocuğum olmadan önce, hatta evli olmadan önce dahi, toplumsal eğitim problemlerine kafa yoran birisi olarak okul öncesi eğitimi önemserdim. Türkiye'de 2 milyon 940 bin çocuktan sadece 440 bininin okul öncesi eğitim alıyor olmasının, yüksek gelirli ülkelerde okul öncesi eğitimde okullaşma oranı yüzde 90, düşük gelirli ülkelerde yüzde 24, Türkiye'de ise yüzde 16 olmasının, eğitimli bireyler yetiştirmek konusunda atılan ilk yanlış adımımız olduğuna hep inandım.

Bu nedenle kendi çocuğum için, okul öncesi eğitim konusunda hep erken dönemde adım atmak istedim. Türkiye’de okul öncesi eğitim dediğimiz olay, eğer çocuk 5 yaşın altında ise, eğitim faaliyetinden çok, mecbur kalan aileleri için günün belirli bir zaman dilimi için güvenli bakım faaliyeti olarak görülüyor. Yani eğer anne baba çalışıyor ve yakın aile çevresinde çocuğun bakımını yapacak kimse yok ise, evde bakıcı hizmeti almadan sonraki ikinci alternatif olarak değerlendiriliyor.

Benim aile yaşantımda eşim ve ben çalışıyor olsak da, oğlum 2 aylığından beridir zaman zaman anneannesi, zaman zamanda babaannesinin bakımı altında büyüdü. Bunun aile bireylerinin tümünü mutlu eden bir formül olduğunu söylemem lazım. Eşim ve ben arkamıza bakmadan işimize gitmenin huzurunu, aile büyükleri torunları ile yan yana olmanın mutluluğunu, oğlum ise her ne kadar daha çok anne ve babasını tercih etse de, ninelerinin yanında olmasının keyfini yaşadı.

Ancak oğlum büyüdükçe, bende beraberinde bir kaygı oluşmaya başladı. Çocuğun gelişimi için huzurun tek başına yeterli olmayacağı dönemin bir süredir yaklaştığını düşünüyordum. Sosyal yanının gelişmesi, paylaşma duygusunun artması, grup davranışlarının oluşması, el becerilerini keşfetmesi, kavramsallaştırma döneminde bilimsel yönlendirmelerle tanışması amacı ile kreş eğitiminin son derece anlamlı olduğunu düşünüyordum.

Eylül ayı başında, 2, 5 yaşını dolduran oğlumun, kendisini rahatça ifade konuşma becerisi ve son dört ayda oluşan tuvalet eğitimi ile kreş yaşına ve olgunluğuna eriştiği kanaatine vardım ve Eylül ayı ile birlikte bir deneme sürecine girdik. Gerçi itiraf etmem gerekir ki, ben bu kanaate ilk kez varmadım. Herhalde her çağında oğlumu biraz gözümü büyüttüğümdendir, geçen sene de bu vakitlerde aynı karara varmıştım. Ancak geçen sene 3-4 günlük deneme sonucunda, henüz kreşe uyum sağlayamayacağını fark edip –daha çok aile ve dost çevremiz bu tespitte bulunmuştu – denememizi sonlandırmıştık.

Bu seneki denememizin, şu ana kadar yine zihnimizde canlandırdığımız şekilde normal ve ideal gerçekleşmediği kesin. Beşinci gününe giren kreş denememizde, yarım günlük bir programa dâhil olduk. İlk iki gün oğlumun yanında birkaç saat bulunarak, ortama bizimle alışmasını ve güven duymasını istedik. Bu konuda şu ana kadar temas ettiğim iki kreşin yöneticileri de, radikal ve keskin yöntemleri önerdiler. Yani çocuğun ilk andan itibaren onlara terk edilmesini ve çocuk ağlasa bile kararlı davranılmasını isteyerek, bu şekilde bir süre sonra durumu kabulleneceği fikri ile yaklaştılar. Kullanılan ifadeler ise kopya çekip çoğaltılmış gibi birbirinin tıpatıp aynısı idi; “Bir on- on beş gün yüreğinize taş bağlayacaksınız”. Ancak ben her zaman için bu yönteme karşı çıktım.

Elbette çocuğun ikna yeteneklerinin çok gelişmediği, ne kadar mantıklı gerekçeler üretseniz de aklına yatanın değil yüreğinin dilediğinin gerçekleşmesini istediği bir gerçek. Ancak bu durumda gerçekleştirilmesi gerekenin çocuğun en kısa zamanda kreş ortamına ısınmasını sağlamaktır. Bu da onun orayı, annesi ile babasından ayrılmasına vesile olan bir mekân olarak görmesini değil, güvenebileceği başka büyükleri ve oyun oynayabileceği arkadaşları ile bir arada olabileceği bir ortam olmasını sağlamakla olabilir.

İlk iki gün süren ısındırma uğraşlarına rağmen oğlumun ortama çokta ısınamadı ve onu orada bırakıp ayrıldığımız – elbette bu ayrılıklar ilk başta sahte ayrılıklardı, onu bırakırmış gibi yapıp başka bir bölümden kamera aracılığı ile takip ediyorduk.- anlarda yoğun ağlama seanslarına girdi. Bu durum son üç gün içinde geçerli ama uyum sağlama yönünde bazı işaretler yavaş yavaş belirmeye başladı.

Fakat bu uyum sağlama, istemese de kabullenmiş olma halinden mi, yoksa bir beğeni oluşma halinden mi kaynaklı henüz emin değilim. Sabahları kreşe bıraktığım oğlumu, öğle vakitlerinde bir onbeş- yirmi dakika erken giderek izlemeye çalışıyor ve ortama uyumunu anlamaya çalışıyorum. Gözlemlerim, mutlu olduğu her an güleç olan oğlumun çok fazla neşe saçan bir ruh haline sahip olmadığı ama aşırı karamsar ve hüzünlü bir tepki vermediği yönünde. Zannedersem hala güven oluşturma sürecinde. Çünkü bir çocuk için kişiye, ortama ve mekâna bağlılık tamamen güven ilişkisi üzerinden sağlanıyor. Bu durum oğlumda fazlası ile gerçek. Örneğin bizimle birlikte iken bile eğer güvendiği bir ortamda ise kendine göre hareket etme özgürlüğünü sonuna kadar kullanırken, tanımadığı ve bilmediği bir ortamda kucağımda yapışık bir halde konumlanıyor.

Etrafımda çok fazla, herhangi bir zorunluluğum bulunmamasına karşın oğlumu kreşe vermemi eleştiren ve yaşının bu tip bir süreç için çok küçük olduğunu iddia eden insan var. Ve zaman zaman bu eleştiri ve yorumlardan etkilendiğim gerçek. Ancak ben yine de yanlış bir karar vermediğim kanaatindeyim.

Kreş ortamında da rahatça gözlediğim gibi, eğer ailenin zorunluluğu varsa, bir yaşından itibaren bile çocuklar kreşe verilebiliyor ve çocuklar rahatlıkla böylesi bir ortama alışabiliyorlar. Bu alışma sürecinde elbette çocuktan çocuğa çok büyük farklar oluşuyor. Yani bu ortamda kesin doğru ya da kesin yanlış denilebilecek bir uygulama olduğunu düşünmüyorum. Elbette her çocuğun, oluşan kişilik yapısı, davranış kalıpları, gelişme düzeyleri açısından kendilerine ait doğru uygulama şekilleri var ve anne babalar deneme yanılma yöntemleri ile bu doğruyu keşfetmeleri gerekiyor. Bizde şu an bu deneme yanılma süreçlerinden birisini yaşıyoruz.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..