Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '19

 
Kategori
Eğitim
 

Öğrenci, Öğretmen, Müdür

nedir sende dünden kalan

diye sorarsanız eğer

gerçek zannettiklerimin

gördüm ki çoğu yalan!

             H. E.

 

       1930’lu yılların ilk yarısında, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde bir yıl kadar müdürlük yapan Hasan-Âli Yücel, çok olumlu izler bırakır. MEB Ortaöğretim Genel Müdürü olarak ayrılınca, yerine gelen Halit Ziya Kalkancı da Yücel gibi, çok değerli bir eğitimci ve yöneticidir.

       Sık sık tüm öğrencileri toplar; onların her türlü görüş, düşünce, eleştiri ve önerilerini dinler. Dahası, kendisi tamamen aksi görüşte olsa bile, öğrenci çoğunluğunun benimseyip kabul ettiği her kararı uygular.

       Bu kararların en önemlilerinden biri, “Öğrenci Haysiyet Divanı”nın kurulmasıdır.

       Nedir bu divan ve neden önemlidir, bakalım:

       Suç, uygunsuz davranış ve durum ne olursa olsun, hiçbir öğrenci, “Öğrenci Haysiyet Divanı”nda yargılanmadan “Okul Disiplin Kurulu”na verilemeyecek.

       Nasıl, güzel bir karar, değil mi?

       İyi de, gerçekten uygulanmış mıdır bu karar?

       Ne anlatıyor bakalım, bu kurulun başkanı olan Hürrem Arman:

       Birkaç öğrenci, bir lokantada şarap içerken, Müdür Yardımcısı Rahmi Bey girer içeri. Öğrenciler hiçbir sakınca görmeden kadeh kaldırarak saygılarını sunar.

       Rahmi Bey, bu davranışı saygısızlık olarak yorumlar. Okula döner dönmez, durumu bir yazı ile müdüre bildirip öğrencilerin disiplin kuruluna verilerek cezalandırılmasını ister.

       Müdür Halit Ziya, “Öğrenci Haysiyet Divanına” diye yazıp şikâyet dilekçesini Hürrem  Arman’a verir.

       Bunu öğrenen Rahmi Bey, hemen H. Arman’ı çağırır. Çok sinirlidir:

       “Bu ne biçim okul?” diye verip veriştirir.

       “Sen bu kurulun başkanısın. Yetkisizlik kararı alıp hemen disiplin kuruluna gönder yazıyı.” der.

       Arman, bunun mümkün olmadığını, çünkü o Macar Lokantasında arkadaşlarının birçok öğretmeniyle birlikte şarap içtiğini, sohbet ettiğini, bunun çok normal olduğunu, arkadaşlarının kadeh kaldırmakla kendisine saygı göstermiş olduklarını, bu nedenle şikâyet yazısını geri almasının daha uygun olacağını anlatır.

       Bu açıklama üzerine oldukça yumuşar ama yazıyı geri almaz, Rahmi Bey.

       Müdür Ziya Bey, yardımcısı Rahmi Bey’i değil de Hürrem Arman’ı haklı görür.

       Arman, bir süre sonra, şikâyet edilen arkadaşlarını Rahmi Bey’e götürüp özür diletir. Öğretmen de yazıyı geri alır.

       Şu kesin olarak bilinmelidir ki, burada olduğu gibi aynen, öğretmen-öğrenci uyuşmazlığında ille de öğretmen, müdür-memur uyuşmazlığında ille de müdür haklı olmaz.

       Halit Ziya Kalkancı’nın gerçekten iyi bir eğitimci ve iyi bir yönetici olduğuna işte bir örnek daha:

       Hürrem Arman’ın bir arkadaşı, zararsız bir zührevi (cinsel yolla bulaşan) hastalığa yakalanır. Her gün ders bitiminde Ankara’ya inip tedavi olur. Her günkü bu acele gidişler, okul müdürü Halit Ziya’nın dikkatini çeker. Arman’I çağırıp sorar. Gerçeği öğrenen müdür:

       “Bir yüksekokul son sınıf öğrencisi, bu gibi hastalıklardan nasıl korunacağını niçin bilmez? Okul doktoruna söyle. Ben de söylerim. Gerekli âlet ve ilaç revirde yoksa alınsın. Arkadaşınız da her gün Ankara’ya ineceğine revire uğrayıp burada tedavi görsün. Yorgunluk bu hastalığa iyi gelmez.” der.

       Gerçekten de, o günden sonra, müdürün dediği gibi, revirde tedavi edilir bu öğrenci.

       “Verdiğin bu örnek, Halit Ziya’nın çok iyi bir müdür olduğunu kanıtlamaz!” diyorsanız; buyurun size bir örnek daha:

       Bir cumartesi gecesi, dört öğrenci, Ankara’da bulunan Tabarin Bar’dan telefon eder müdüre. O gece müdürün okulda kalacağını biliyorlar. Halit Ziya, haftanın bütün gecelerinde okuldaki özel odasında yatar, yalnız haftada bir gün evine gidermiş. Odasında yatağının başına paralel bir telefon bağlatmış. Telefon eden öğrenci, kendilerinin barda olduğunu, kapı kapanmadan saat 24.00’ten önce okulda bulunamayacaklarını, kapıcı Ahmet Efendi’ye emir vererek geldiklerinde kapının açılmasına izin verilmesini rica eder.

       Müdür Halit Ziya, “Ne zaman geleceksiniz? Paranız var mı? Oradan buraya kadar gece yarısı yaya gelinmez. Bara olan borcunuzu ödediniz mi? Taksi tutmaya paranız yetecek mi?” diye sorar.

       Sorularının hepsine olumlu cevap alınca, “Üzmeyin canınızı. Ne zaman isterseniz o zaman gelin.” der.

       Gerçekten de öğrenciler geç vakitte gelmelerine karşın, Ahmet Efendi’yi kapının önünde bulur.

       Bu olayı da anlattıktan sonra, aynen şöyle diyor Hürrem Arman:

       “Öğrencileri, Halit Ziya’yı çok severlerdi. Adana, Konya ve Çapa mezunlarından ününü çok duymuştuk. Gerçekten bir eğitimcide bulunması gereken bütün nitelikleri taşıyor ve en önemlisi her şeye dayanarak tam bir öğrenci yönetimi uyguluyordu.

       “Bakanlığa karşı da bir direnme içinde bulunduğunu seziyorduk. Bakanlığın bu kapsamda bir öğrenci yönetimini tutmadığını, istemediğini, bu konuda dedikodular yapıldığını duyuyorduk.

       “Köy gezilerimizi hiç ihmal etmeden sürdürüyorduk. Halit Ziya da İsmail Hakkı (Tonguç) bey gibi köy gezilerimizle yakından ilgileniyordu. Geziye çıkmadan önce ve döndükten sonra bizimle ilgileniyor, gözlemlerimiz üzerine konuşturuyordu.” (*)

       Ne şanslı gençlerimiz, 1930’lu yıllardaki Gazi Eğitim Enstitüsü’nün öğrencileri! 1959 – 1960 ve 1961 yıllarında İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’nde Müdür Mehmet Arslantürk’ün bir kez bile öğrencinin bir sorunu ile ilgilendiğini ne gördüm, ne duydum.

       Bir kez bile öğrencileri toplayıp, “Derslerden, öğretmenlerden, idareden memnun musunuz? Bir isteğiniz var mı? Ne yapar ya da ne yapmazsak daha iyi olur?” demedi.

       Sözde bir “öğrenci derneği” vardı. 1959 – 1960 ders yılında Fen Bölümünden Zihni Akman’ı, 1960 – 1961 ders yılında Edebiyat Bölümünden Aksu mezunu, sınıf arkadaşım Mustafa Enhoş’u “Öğrenci Derneği Başkanı” seçtik.

       Doğrusu ya, biz niçin seçtiğimizi bilmiyorduk, onlar da niçin seçildiklerini…

       Yetkileri yoktu ki, herhangi bir iş yapsınlar. Dolayısıyla “sözde başkan” olarak kaldılar. Böyle söyledim diye darılmasın dostlarım bana ama gerçek bu.

       Onların yerinde, ben de dâhil, kim olsa bir şey yapamazdı. Müdürümüz Hasan-Âli Yücel değil, müdürümüz Halit Ziya Kalkancı değildi çünkü.

       O yıllarda, Çapa Eğitim Enstitüsü’nde görev yapan müdür, müdür yardımcısı ve öğretmenlerin gözünde “öğrenci”  bir “hiç”ti.

       Gazi Eğitim’de Müdür Halit Ziya, özellikle son sınıf öğrencilerinin neredeyse tümünün adını bilirken, bizde müdürü bırakın, hiçbir öğretmen adımızı öğrenme tenezzülünde bulunmadı.

       Evet, ne Nihat Sami Banarlı, ne Niyazi Akşit, ne Kemal Kaya, ne Hürrem Arman’ın devre arkadaşı Haydar Ediskun, ne de coğrafya öğretmenimiz Rauf Miral

       Hiçbirimiz, adımızla seslenildiğini duymadık, Çapa’daki hiçbir öğretmenimizden.

       Varsa yanlışım söyleyin lütfen Zihni Akman, Mehmet Ali Özatay, Mustafa Enhoş, Necdet Sakaoğlu, Sevim ve Hasan Kaya dostlarım.

       Ne dersiniz İmren Aysan, Türkân Mersinlioğulları, Uğur Köse, İsmail Âşıkoğlu, Tevfik Türkmen, Yusuf Vatansever, Muhittin İşgöz ve Güngör Altay arkadaşlarım?

      

                                                                Hüseyin Erkan

                                                  huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

  • (*)Piramidin Tabanı-Köy Enstitüleri ve Tonguç: (Hürrem Arman, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları Sa. 97 – 98)

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..