Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Eylül '11

 
Kategori
Deneme
 

Öğrencilerimden denemeler (6) / -Mezarlık düşleri gibi -Atılım Kanat

Öğrencilerimden denemeler (6) / -Mezarlık düşleri gibi -Atılım Kanat
 

Uyandığımda gözlerimde duran çapak istilasını hissetmiştim. açmaya çalıştıkça kirpiklerimin koptuğunu hissediyordum. İşte buna -bahar- alerjisi diyorlar ya… Gözlerimi açtığımda karşımda duran güneş ışıklarının yüzüme vurduğunu hissettim. Gözlerim delicesine sızlıyordu. Yatağımın iki yanında -güneş- hüküm sürüyordu. Bir bakıma iyi birşeydi aslında; iyi bir sabah, iyi bir gün, iyi ve yeni umutları barındırıyordu. Böyle sabahlarda hep yaptığım gibi kendi kendime konuşuyordum. -’Evet Kanat insan, birşeyleri değiştirmek için iyi bir fırsat sanırsam’… 

Birden güneş ışıkları’mın kaybolduğunu hissettim. Kafamı yastığın öbür ucuna uzatıp, yataktan düşmemeye çabalarken bir yandan da pencereye bakıyordum; O da ne? Bugün hava yağmurluymuş, bulutlar yoğun, dertleri büyük, konuşacak kimseleri yok, sanki bana ‘biri bugün buraya gelmeli’ gibisinden konuşuyorlardı… Vücudumu kontrol altına aldım ve ayağa kalkmayı başardım. Fazla yorgundum, geceden bir kaç viski bardağının etkisi işte, bilindik duygu. Rüzgarın perdeyi savuruşunu, perdenin çiçek vazosunu devirdiğini, sağ ayak baş parmağımın üstüne düştüğünü ve sarımsı suyun her tarafa dağıldığını acıyla hissettim. Bütün halsizliğimi üzerimden atmıştı bu vazonun hareketleri… 

Yüzümü yıkadım, giyindim ve hemen çalıştığım pastahaneye koştum. Öylesine açtım ki 2 simitle doymayı başaramadım. Neden bilmiyorum ama pastahaneler küçüklüğümden beri hep ilgimi çeker… bir metropolün göbeğinde, elinden telefonların eksik olmadığı iş adamlarının, evraklarla boğuşan iş kadınlarının sizden günde yüzlerce kere sizden kahve beklemesi gibi bir işim olduğu içinde mutluydum aslında… Hemen arkamdaki duvarda kıçını terleten bir müfettiş vardı. 2 gün önce bir cinayet işlenmiş. Gece, birkaç bol paçalı, yüzü maskeli haydut tam arkamızda olan büfenin sahibini öldürmüş, sebepse; sigaraları, içkileri ve büfenin kasasındaki bir kaç yüz doları çantaya doldurmaması… Ne kötü. Açıkçası pek umrumda da değildi; banane!ı 

Pastahaneye girmemin bir sebebi de insana herşeyi yaptıran ‘aşk’tı. Kumral, yeşil gözlü, yaklaşık 1.87 boylarında, güzel vücutlu bir kızdı. Neyse artık, devam edelim… O da benim gibi okulundan kalan boş zamanlarında pastahanenin kafe bölümünde çalışıyordu. Arada bir tek cam vardı. Öğlen tatilinde kafeye oturmak için can atıyordum ama pastahane sonuçta, müşterilere yer vermek lazım, kural… 

Hatırlıyorum da; okul, ulusal bayram nedeniyle tatildi ve gün boyu çalışmamız gerekiyordu. Yine her zamanki gibi bir gündü ama akşamında o kızla tanışacağımı kim bilebilirdi? Olay şöyle gelişti; her zamanki gibi işten çıkmış eve gidiyordum, o da sarışın ev arkadaşıyla önümden yürüyordu… Aman Allah’ım bu sarışın -ilah- beni baştan çıkartıyordu, arzu, tutku, şehvet… Ne derseniz deyin. Sınıf arkadaşım, o yüzden onunla konuşabiliyordum, aşık olduğum kıza yapamadığım şeyi yani. Ah bir de okula gelirken o güzel elbiseleri giymese olmaz zaten, sarışın mahluk, baştan çıkartıp, baştan yaratabilicek, başını duvarlara vurdurabilicek bir kızdı. Ama bilirsiniz, böyle kızlar hep -tipik- olur, söylediğini anlamaz, eğlenceyi -saçmalığın- doruklarında ararlar. Benim aşık olduğum kız böyle olmamalı. Ve sanırım bu yüzden ona aşığım… Neyse, akıl başka yerlere gitmemeli… Ne diyorduk? Heh evet!. Kaldırım sakindi o gece, normalde elini başka birinin omzuna koymadan yürümek mümkün değildir, sakindi işte, şanslıydım… 

Bulutlara baktım, aynı yoğunluk ve doluluk yine bedenindeydi, tek tek yağmur atıyordu. Ay ışığla birleşen bulut sanki bana hayatımı değiştirmem gerektiğinin habercisiydi. Bir an beynimde birşeylerin daha hızlı gidip geldiğini hissettim. Kalbime sanki bir dizi yağ dökülmüş ve kaymasını sağlarcasına gelişen bir hareket hissediyordum, midem karıncalandı. ‘Aman Allah’ım hamile miyim?’ diyen bir kadının sinir hücreleri kadar aptal hareket ediyordum… Benliğimde birşeyleri değiştirmeye, cesur olmaya karar verdim, 300 Spartalı filmindeki gibi, kollarımı açıp okların gölgesinde, güneşimin kapanmasını bekler gibi bir cesaret geldi. ve biraz daha terlemeye karar verip, tempomu arttırdım, yanlarına vardığımda dilimi ceplerimde arar olmuştum, ağzım karadelikten farksızdı… Ve sonunda merhaba dedim. ‘Aman Allahım baştan çıktım işte! Sarışın üstüme atladı, karadeliğime alsamıydım kendisini! Saçmalama Kanat, aşıksın sen!. Ama bu elbiseyi giymeseydi keşke… Aa ama kızıyorum sana Kanat! ‘ diyen beynimin içinde boğuştum resmen kendimle… Yürümeye başladık, konuşuyorduk, hangi bölüm, neden bu okul, neden bu hayat, neden eve gidiyorsun aşk’ım demek isterdim ama aşkım kelimesini diyemedim, sonra baştan çıkartan’la kaldık, neden bu yol, neden bu ev, neden bu gece, neden bu sevgili, neden bu yatak! … 

Sabah yine aynı -çapağa, sabaha- günaydın dedim… Ama farklı birşey vardı. Yatak 2 kişilikti ve stoklarını doldurmuştu… Sarı saçı ve yerde duran elbiseyi gördüm. Tavana baktım… Neden bu sabah?

Bu karmaşada olmak bazen güzeldir, hayatının bu olduğunu, bir nevi iyi olduğunu gösterir belkide ama böyle değildir, böyle olmak güzel olsada böyle değildi, değişiverdi… 

11 yaşındaydım, o gece yağmurdan bayağı bir korkmuş ve annemle babamın yağatında yatmıştım, tabii küçük kardeşim uyuduktan sonra. böyle birşeye müsade etmez, hemen yırtıklığını simgelerdi, ağlar, sızlar ve benim korkumu kendi odamda yaşamama neden olurdu, olsun ama benden bi parça o, küçüklük duyguları, olur arada… 

Sabah 6 suralarında çalan telefona uyandım, iyi ve sıcak bir Haziran gecesi geçirmiştik, Ve baharı atlatmanın etkisiyle, gözlerimde bol bir -çapak-… Yüzümü yıkadım, babamın 2. telefon konuşmasına yetişebilmiştim… Koşturarak koridordan geçtim, soldaki oturma odasındaydı annem ve babam, annem hıçkıra hıçkıra -sessizce- ağlıyordu, babam telefonla konuşurken girmediği şekil kalmamıştı, evet, tam tahmin ettiğim gibi, o gün adanaya gidiyorduk. Sordum, ‘Annanen saat 4 civarında ölmüş Atılım’ cevabını aldım, hemen sağımda duran üç minderli koltuğa yattım hava güneşliydi, ama bulutlar onun dünyayı görmesini engelliyordu. bir gidip bir gelen ışıklar beni çok ürkütüyordu… Çok sevdiğim pembe bi yastık vardı başımın altında onu aldım ellerime ve yüzüme bastırdım, düşündüm, ölüm; onu bir daha görememek, bir daha yaşayamayacak olması, iyi tarafı; bir daha ölmeyecek olmasıydı. Kavramaya çalıştım. Ve işte o an göz yaşlarımın pembe renge büründüğünü fark ettim. Ağlıyordum. O yoktu… 

Ertesi gün Ceyhan’a gittiğimizde ağlayan akrabalar, ağlayan bir dede, ağlayan insanlar, ağlayan toplum… Kötü… Bense öylece bakıyordum. Hepsine sadece bakıyordum… Altımda en sevdiğim gri kaprim ve üzerimde güzel beyaz bir altlet ve siyah bir yelek… Onlar bile izler oldu etrafı, duyguları, kararan göz yaşlarını… O günün öğleden sonrası amcam bizi köydeki mezarlığa götürdü, yeni bir mezar taşı en uçta duruyordu, göze çarpan cinsten… Ağlayan, sızlayan, yalvaran gözler… Yine bakıyordum… Annem beni çağırıp saçımı yana taradı, ve ellerimi gökyüzüne doğru tutmamı istedi, evet dua ediyordum… Annem söylüyor, ben tekrar ediyordum. O an ‘bu niye?’ demek geldi içimden ama yapamadım. Mahrem, suç, yasak, ceza… 

Çok tenha bir yerdi. Mezarlığın etrafında bir sütü ayçiçeği. tam arkamda ise yeşermiş, sararmış, kızarmış otlarla dolu bir tarla. Tam ortasında kara bir kedi durmuş bana bakıyor… Çam ağaçları yüksey, her yerde, yüksek, insan yok bizden başka, mezarın dışında; benden başka… kargalar geçiyor sürekli, bazısı tarlara, bazısı ağaçlara, canım sıkılıyor, orada eller hala bulutlara bakıyor, hava sıcak, çok sıcak… Bir kaç tane yolun kenarından aldığım çakıl taşlarıyla kargaları vurmaya çalışıyorum… Bir ot sesi geliyor, sonra yürüyen bir ayakkabı, Aman Allah’ım mezardan korkmamın sebebi mi yoksa, neden bu yer? neden bu ölüm? neden bu şehir, neden bu… ‘A baba!’ 

-Kargalara taş atma, onlar ölmüş insanların ruhları, çocukluğumda dedem böyle derdi hep.

O yaş için -ruh- ne demek bilmiyordum, her halde havaya açılmış bir el diye düşündüm… Ama ne demek diye sormadım çünkü umrumda değildi, çünkü o ölmüştü. Ve ben kargalardan nefret ediyordum… 

 
Toplam blog
: 700
: 694
Kayıt tarihi
: 24.03.11
 
 

Üniversite mezunu, eğitim alanında çalışıyor, yazı çalışmaları yapıyor, hayata ve insana dair cid..