Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Öğretim üyesi sorunu...

Başbakan’ın ağzından siz de işittiniz mi? Ülkemizde öğretim üyesi olmak isteyen pek çok kişi varmış. Evet var, peki ne olacak? Bunlar bugünden yarına hemen öğretim üyesi oluverecekler mi? İnanın, kanım donuyor... Ben artık bütün umudumu yitirmiş durumdayım.

Hadi, her şey olur da bir ülkede Cumhurbaşkanlığına istekli bir başbakan da bu kadar mı gerçekleri yakalayabilmekten uzak olur, hayret doğrusu.. Şimdi olayı baştan alalım, bakınız sergilenen olay nasıl bir komediye dönüşmüş durumda.

YÖK diyor ki, “Bu kadar Üniversiteye öğretim üyesi bulamıyorum.”

Başbakan diyor ki, “Ülkede Öğretim üyesi olmak isteyen pek çok kişi var.”

Konuya yabancı olan bir kişi bunu nasıl anlar?

Biri diyor ki, “domates bulamıyorum.”

Biri de diyor ki, “Her yer domatesten geçilmiyor.”

Ve fakat kardeşim, öğretim üyesi manavdan, bakkaldan alınıp getirilecek bir şey değil ki. En yetenekli, en değerli bir üniversite çıkışlı aslan yavrusunun öğretim üyesi haline gelebilmesi için en az beş on yıl gerekiyor. Eee, bu yıllar içinde senin açtığın üniversitede cinler mi öğretmenlik edecek? Bu konuda Türk halkının ağzı esasen yanık.

Ama, Türk halkı her şeyi hemen unuttuğu için yaşadığı o günleri asla hatırlamaz.

Bir zamanlar “bir müdür bir mühür” dönemi yaşandı. Halkımız istediği için her kasabada, hatta her köyde bir ortaokul açılmıştı. Ve bırakınız ortaokullara ilkokullara bile öğretmen bulunamayan yıllardı o yıllar. Şimdi buradan bir şey söyleyeceğim. Kimse inanmayacak.

Kim nasıl inansın ki, yaklaşık elli yıl öncesine baktığım zaman kendi yaşadığım olaya bugün ben kendim inanamıyorum. Ben başkent Ankara’nın burnunun dibinde, tam tamına ikiyüz elli çocuğu tek başına okuttum. Hem de Türkçe konuşulmayan bir köy azmanında, hem de birinci sınıfında yüz on çocuk olarak ve hem de kendim henüz on dokuz yirmi yaşında bir çocuk iken...

Bir de rakamlarla yazayım mı?

Üç derslikli bir okul binasında beş sınıfta 250 çocuk. Ve birinci sınıf 110 kişi. Tek öğretmen. (Bu satırların yazarı)

Geçmişte uygulanan bir müdür bir mühür yöntemi, günümüz okumuş cahiller topluluğuna bizi kazandırdı (!). Şimdi de benzer biçimde üniversiteler kurma hazırlığındalar. Üniversitede ikinci sınıfa giden Faruk Nafiz adını işitmemiş adam biliyorum.

Sonra da bunca yığılma, bunca okumuş işsizler kalabalığı... Neyi hedefledikleri bilinemiyor.

Her konuda yabancı ülkeleri örnek alıyorlar. Şu bizdeki dersane rezilliğinin yeryüzünde bir başka örneği var mı? Niye bu konuda uygar ülkelerin ne yaptığına bakmıyorlar?

.....

Bir başka noktada bağrım yanık. Bakınız az önce söylediklerimle şu sözlerim ilintili. Milletvekilimiz, bilim adamı... İşte size öğretim üyesi. Görevini bırakmış Milletvekili seçilmiş. Demek ki, bir sorun daha var. Biz öğretim üyesi yetiştirsek bile onları “tutabilme” sorunumuz var.

Nerede tutabilme? Önce üniversite çatısı altında. Sonra o üniversitenin bulunduğu kentte. Daha daha, ülkede tutabilme sorunu var. Bunu ne ile ve nasıl başaracaksınız? Oktay Sinanoğlu geldi, Türkiye’de görev kabul etti. Masasının üzerine bir telefon koyamamışız.

Ve sözü buraya kadar getirmişken Milletvekili bilim adamımıza rahmet diliyorum. Gaziantep yolunda kazaya uğrayıp hayatını yitirdi. Henüz hiç bir yerde göremedim, emniyet kemeri bağlı mıydı acaba? Trafik kazalarında yitirdiğimiz canlar için ben yanıyorum da, sadece kemerini bağlamadığı için ölenlere bir başka yanıyorum.

“Keşke üniversitede kalsaydın Hocam!”

 
Toplam blog
: 49
: 774
Kayıt tarihi
: 19.11.06
 
 

Ben uzun zamandır yazıyorum. Türkiye'den epey uzakta oturuyorum. Üç çocuğun babası ve pek çok çocuğu..