Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '12

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Öğretmen, öğrenciden özür diler mi ?

dünya kadar ip versen ne yazar

örmek istemeyene

teleskop versen ne yazar

görmek istemeyene.

(H. E.)                

Birisi, yanlış yaptığı halde yanlışını kabul etmeyip özür dilemiyorsa; “Özür dilemek, tükürdü-ğünü yalamak demek değildir. Hatasını kabul edip yanlıştan dönmek fazilettir.” falan diyerek eleştiririz onu ama…

“Ama”sı şu ki, iş kendimize geldi miydi, ondan farklı davranamayız.

Başkalarını eleştirmeyi ve onlara öğüt verip yol göstermeyi çok iyi biliriz de, biri bizi eleştir-meye, bize öğüt vermeye kalktı mıydı, cinler tepemize çıkar da:

“-Sen kimsin ki, beni eleştirme hakkını kendinde buluyorsun?  Bu cür’eti, bu cesareti kimden aldın? Hele bir boyuna posuna, hele bir yaşına başına bak! Gel, tartılalım bakalım terazide, hangimiz hafif kalır, hangimiz ağır çeker? Şöhretin ne,  makamın ne,  rütben ne?..”deyiveririz hemen.

Öyle ya canım, herkes haddini hududunu bilmeli; çizmeden yukarı çıkmamalı. Değil mi ya!..

“-Kim kimden özür dilemeli?”diye sorsam, ne cevap verirsiniz.

“-Yanlış yapanlar, yaptıkları yanlıştan dolayı üzdükleri, kalbini kırdıkları, zarar uğrattıkları kişi ya da kişilerden…”  diyerek dört dörtlük bir cevap verirsiniz.

Diyelim ki, bir ilköğretim okulunda öğretmensiniz. Duyum üzerine, önemli bir yanlış yaptığını öğrendiğiniz bir öğrenciyi azarladınız. Sonradan, bu duyumun doğru olmadığını öğrendiniz. Öğrencinizden özür diler misiniz?

Patronsunuz diyelim; haksız yere üzdüğünüz işçinizden özür diler misiniz?

Bir askeri birliğin komutanısınız. Yanlış bilgi sonucu, Orhan Teğmen’e değil de rütbesiz bir askere ceza verdiniz. Gerçeği öğrenince, o askerden özür diler misiniz?

“-Yok canım, o kadar da uzun boylu değil!.. Bir öğretmenin öğrencisinden, bir müdürün memurundan, bir patronun işçisinden,  bir komutanın astından özür dilediği nerde görülmüş?”  diyorsunuz; öyle mi?

Böyle söylemekle bir gerçeği dile getiriyorsunuz ama doğru mu acaba?

İlle de ast üstten mi özür dilemeli?

İlle de öğrenci öğretmenden, memur müdürden, işçi patrondan özür diler; diye öğretmişler bize ama doğru mu bu?

Öğrencisinden özür dileyen bir öğretmenin nesi eksilir?

Memurundan özür dileyen bir müdürün, müdürlüğüne mi bir halel gelir?

İşçisinden özür dileyen bir patronun, patronluğu elden gider mi?

Olmayacak şey ama astından özür dileyen bir komutan görseniz, ona karşı olan sevginiz ve saygınız azalır mı?

Bana sorarsanız; rütbesi, makamı, şânı şöhreti, yaşı başı ne olursa olsun, yanlış yapan özür dilemeli.

Anne-baba da olabiliriz, teyze, hala, dayı, amca, dahası dede de… Hatalıysak eğer, farkına varır varmaz,  on beş yaşındaki bir gençten de, dahası beş yaşındaki bir çocuktan da özür dilemeliyiz hemen. 

Özür dilemenin utanılacak bir yanı yok…

İnsan olduğumuza göre, her an hata yapabiliriz.

Özür dilemek alçaltmaz, hiçbir insanı. Hatalı olduğunu bile bile, özür dilememek alçaltır insanları.

“Ben âile reisiyim”demeden çocuklarından da özür dileyebilmeli bir baba, karısından da…

Neden hep biz haklı oluyormuşuz ki?

Niçin hep kendi penceremizden bakıyoruz dünyaya?

Niçin karşımızdakinin yerine koymuyoruz hiç kendimizi?

Niçin herkes bizim gibi düşünsün?

Bizim ne üstünlüğümüz var ki, başkalarından?

Niçin, herkes kendisinin zararına ama bizim yararımıza olacak şekilde davransın?

Başkalarını bencillikle suçlayanların, çoğu kez kendilerinin daha bencil olduklarına tanık oldum ben.

Bu konuyu fazla deşmeden, asıl konumuza dönelim biz yine. Evet, özür dileme konusuna…

1940’lı yıllarda, Ortaklar Köy Enstitüsü’nde Halil İbrahim Durgut, tarım nöbetinde koyun gütmektedir. Aynı sınıftan Mehmet Tural da kuzu güdüyor. Koyunlarla kuzular ayrı ayrı güdülüyor ki, kuzular annelerini emip koyunların memelerindeki süt bitmesin. Koyun sütü, enstitü revirindeki hasta öğrencilere içirilmektedir çünkü.

Bir Pazar günü, yatakhanede tahtakurusu temizliği vardır. H. İbrahim, kuzuları güden arkadaşına: “Ben gideyim; temizliğimi yapıp geleyim; sonra sen gidersin.” der. Anlaşırlar. Ancak, H. İbrahim, yatakhanede temizlik yaparken bir de bakar ki, arkadaşı da gelmiş. Endişeyle, “Kuzuları ne yaptın?” diye sorar. “Çay kenarında muhafazalı bir tarlaya bıraktım…” cevabıyla rahatlar.

Biraz sonra, tarım kolu başkanı gelip, “Müdür Bey seni çağırıyor Halil İbrahim” der.

Meğer müdür Hayri Çakaloz, yardımcısı Kemal Soydan’la enstitü arazisini denetlerken, koyunlarla kuzuların buluştuğunu görmüş…

Halil İbrahimvarınca öfkeli müdürün yanına; “Ben sana okul mu teslim ederim! Kemal Bey, hemen disipline ver bunu” der; Hayri Çakaloz.

Disiplin kurulu, H. İbrahim’e 15 gün tart (okuldan uzaklaştırma) cezası verir.

Bu olaydan kısa bir süre sonra, müdürün tayini çıkar. Enstitüden ayrılacağı gün, bütün öğrenciler toplanır. Eşyaları kamyona yüklenince, öğrencilere hitaben bir konuşma yapar; sonra da öğretmenler ve çalışanlarla vedalaşır. Kamyona bindiği sırada, Halil İbrahim’i görür. Kamyondan inip yanına gelerek yanaklarından öper; sonra da kulağına eğilerek, “Beni affet!” der.

Müdürü uğurladıktan sonra, Müdür yardımcısı Kemal Bey, H. İbrahim’e, Ben gerçeği öğrendim, der; Senin için disiplin kurulunu toplayıp cezanın kaldırılmasını isteyeceğim.”

Gerçekten de, birkaç gün sonra Kemal Bey, “Geçmiş olsun, cezan kalktı.” diyerek müjdeyi verir.

Siz söyleyin şimdi, müdür Hayri Çakaloz, hem de giderayak, haksız olarak ceza verdiğini öğrendiği öğrencisine, “Beni affet!” demekle küçülmüş mü oldu?

Böyle yapmasaydı; gururuna yenilip af dilemeseydi öğrencisinden, yaklaşık 65 yıl sonra sevgi ve saygıyla anar mıydı O’nu, bugün 80 yaşındaki emekli öğretmen Halil İbrahim Durgut?

  

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..