Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '07

 
Kategori
Eğitim
 

Öğretmen Duyşen

EĞİTİMLE İLGİLİ ROMANLAR (39)

ÖĞRETMEN DUYŞEN

Yazarı: Cengiz Aytmatov

Kitap, Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov’un , yaşanmış bir hayat hikayesini kaleme almasıyla oluşmuş bir eserdir.. Eser, Kurkuru köyünde Altınay adında 14 yaşında bir kızın başından geçen olayların kaleme alınmasıyla oluşmuştur.

Yıllar sonra Öğretim Üyesi olarak köyüne dönen Altınay, başından geçenleri yazara anlatır. Yazar da yaşanılanları, Altınay’ın ağzından olduğu gibi kitaba aktarır.

Kurukuru Köyünde, okulun ne demek olduğunu, kimsenin dahi bilmediği, hiç kimsenin kafasında okul diye bir kavramın bile oluşmadığı bir dönemde köye Duyşen adında biri çıkıp gelir. Bunları anlatan Altınay ise annesiz, babasız, amca oğlunun evinde büyüyen bir kızdır.

Duyşen, köylülere okul kurmak için geldiğini, çocuklara okuma-yazma öğretmek için Komsomol tarafından gönderildiğini söyler. Köylüler, okulun ne demek olduğunu dahi bilmediklerinden, Duyşen’i ciddiye almazlar. Duyşen ciddiye alınmadığını anlayınca, çözümü, bütün köylüleri toplamakta bulur ve köylünün hepsini toplantıya çağırır. Altınay’ın amcası, önce gitmek istemez ise de, daha sonra o da toplantıya katılır. Altınay da, çocukları peşine katarak toplantının yolunu tutar. Duyşen, konuşmaya başlar başlamaz, köylülerden biri:

-Dinle oğlum! Eskiden çocuklarımıza her şeyi mollalar öğretirdi. Okula ne hacet, diyerek sözünü keser. Duyşen de:

-Ben molla değilim aksakal, diye cevap verir. Ben Komsomol üyesiyim. Mollaların yerini artık öğretmenler aldı. Askerde okuma-yazma öğrendim. Zaten daha önce okula gitmiştim. Benim mollalığım bu kadar, diye cevap verir.

Duyşen yine köylüye:

-Komsomol beni çocuklarınıza okuma-yazma öğreteyim, diye gönderdi. Bunun için de bir yere ihtiyacımız var. Tepedeki şu eski ahırı, sizin de yardımınızla okul yapmak istiyoruz. Ne dersiniz, der. Bunun üzerine köylülerden biri,

-Okulu ne yapacağız?, diye sorar. Duyşen de şaşkınlıkla,

-Okulu ne mi yapacaksınız?, diye tekrarlar.

Köylülerin hepsi de bir ağızdan aynı şeyi söylerler. Yine köylülerden biri,

-Dünya kuruldu kurulalı biz toprakla uğraşırız. Altımızdaki şilte, soframızdaki aştır. Çocuklarımız da bizim gibi yaşayacaklar. Okulu ne yapsınlar? Memurlar okuma yazma öğrensin. Biz basit insanlarız. Sen de kalkıp işleri karıştırma, der.

Duyşen, hayal kırıklığı ile ve üzülerek,

-Çocuklarınızın okul gitmesini istemiyor musunuz yani?, diye sorar. Bunun üzerine köylüler,

-İstemiyoruz, zor mu kullanacaksınız, canımız nasıl isterse onu yaparız, deyince, Duyşen’in yüzü bembeyaz kesilir ve eli ayağı titrer bir şekilde cebinden kağıdı çıkarır ve hiddetle:

-Demek çocukların okula gitmesini emreden devlete karşı çıkıyorsunuz. Bakın bu kağıdın altında mühür var. Size kim toprak verdi? Kim su verdi? Kim hürriyet verdi? Devletin yasalarına karşı mı çıkıyorsunuz?, diye öfkeyle ve bağırarak konuşur. Duyşen, o kadar sinirlenmiştir ki, kimse ağzını açıp bir kelime dahi konuşamaz. Biraz yatışınca sakin bir sesle köylülere;

-Biz yoksul köylüleriz. Hayatımız boyunca horlandık. Şimdi devlet bizi bu karanlıktan aydınlığa çıkarmak istiyor. Çocuklarımızı bunun için okula göndermeliyiz. Bunun için de bana yardım etmelisiniz. Tepedeki ahırı onarmalıyız. Dereye bir köprü kurmalıyız. Kış için de oduna ihtiyaç var, deyince, köylülerin hiç biri yanaşmaz. Ve O’nu, yapayalnız, çaresiz bir şekilde bırakıp giderler.

Bu konuşmaların hepsini duyan Altınay, söylenenlerden çok etkilenir. Ertesi sabah, kızlarla dereden su almaya gittiğinde Duyşen’i elinde kazma, kürek, balta ve kova taşırken görürler. Ondan sonra da her sabah köylüler, Duyşen’in tepeye tırmandığını ve terkedilmiş ahıra girip çıktığını, bazen sırtında ot, bazen de saman yığınları taşıdığını görürler. Duyşen köye, ancak akşam olunca iner. Köylülerden biri O’nu görünce,

-Zavallı, öğretmenlik de kolay anlaşılan,

Bir diğer köylü,

-Bir beyin hizmetçisi sanki, der. Duyşen, kimsenin kullanmadığı ahırdaki bütün otları söküp bir yana yığar, avluyu temizler. Sıvaları dökülmüş duvarları badana eder ve ahırın kapısını onarır. Bu işlerin hepsini, tek başına ve var gücünü kullanarak yapar.

Altınay, yine böyle bir günde kızlarla çuvallarını taşırken, Duyşen yüzü gözü boya içinde kalmış bir halde karşılarına çıkar. Duyşen, kızlara, “Geldiğinize çok sevindim. Ne de olsa burası sizin okulunuz. Ocağı yeni bitirdim. Bacasına bakın. Şimdi kış için yakacak bulmalıyım. Bu da zor olmayacak. Yere samanları koyarız. Üstüne oturursunuz. Yakında da derslere başlarız, ” diye heyecanlı heyecanlı konuşur. Bunları duyan Altınay çok sevinir ve kendi okuluna katkı olsun diye çuvallarını okula boşaltır. Arkadaşlarına da tembihler ama onlar, ailelerinin korkusundan çuvallarını bırakmadan giderler.

Altınay, eve eli boş döndüğünde zaten çok zalim olan teyzesi ona bağırıp çağırır ve çok kötü küfürler savurmaya başlar. Altınay ise hiçbirini duymamaya çalışır. İlk defa kendi başına faydalı bir şey yaptığı için sevinir ve okula gitme heyecanıyla çok mutlu olur. İki gün sonra da Duyşen, ev ev dolaşıp çocukları toplar. Altınay’ın evine gelince, teyzesi çok zorluk çıkarır ve Altınay’ı okula göndermeyeceğini söyler. Altınay gibi kimsesizlerle uğraşma, diyerek, hem Altınay’a hem de Duyşen’e hakaretler savurur. Bu durum karşısında Duyşen çok sinirlenir ve bütün kararlığıyla, “yasalara karşı çıkamayacağını” söyler. Teyzesi hala ikna olmaz ve hakaretler etmeye devam eder. Bunu gören amcası, teyzesinin çok konuştuğunu görünce dayanamaz ve teyzesini susturduktan sonra Duyşen’e, “Al kızı götür, okuma mı öğretiyorsun, kemiklerini mi kırıyorsun. Ne yaparsan yap, yeter ki def olun!” der.

İşte Altınay okula böyle olaylı başlar. Öğrencilerle sınıfa ilk girdiklerinde Duyşen, yere samanları koyup üstüne oturmalarını söyler. Sonra hepsine birer defter, birer kalem, bir tahta parçası verir. Çocuklara, “Tahtaları dizinizin üstüne koyun, onun üstüne de defterlerinizi koyun. Böylece daha kolay yazarsınız” der.

Duyşen de öğrencilere, “Size okuma-yazmayı, sayı saymayı öğreteceğim. Harflerin, rakamların nasıl yazıldığını öğreteceğim, bildiğim ne varsa hepsini öğreteceğim” der ve gerçekten de bildiği ne varsa hepsini öğretir. Duyşen, şaşılacak derecede sabırlıdır. Kalemin nasıl tutulacağını, tüm çocuklara teker teker gösterir. Ellerinde Alfabe olmamasına ve, gramer, öğretim yöntemleri bilmemesine rağmen, Duyşen öğrencilerine çok şey öğretir. Duyşen, çocuklara güdüleriyle davranarak, öğrenmeleri gereken şeyleri öğretebileceği kadar öğretir.

Altınay ve arkadaşları, birçok şeyi Duyşen sayesinde öğrenirler. Moskova’nın Taşkent’ten büyük olduğunu, çarşıdan satın alınan petrolün yer altından çıkarıldığını, orda öğrenirler. Duymadıkları, bilmedikleri birçok kelimeyi Duyşen öğretir. Duyşen her ayın sonunda Komsomol’a gider ve iki gün rapor verir gelir. Çocuklar, bu iki gün içinde dahi Duyşen’i çok özlerler. Özellikle Altınay, Duyşen gidip gelinceye kadar yollarını gözler. Duyşen’in verdiği defteri hazine gibi saklar. Altınay’a göre dünyada ondan bilgini yoktur.

Köylüler köprü yapmakta yardımcı olmadıklarından, Duyşen, kışın bile dereden çocukları kendisi geçirir. Birini sırtında, birini kollarında her defasında iki çocuk taşıyarak hepsini karşıya geçirir. Buna rağmen köylüler onunla alay eder. Ama O, köylülerin alaylı konuşmalarına hiç aldırmaz ve sadece öğrencileri ile ilgilenir. Köylüler, çocukların yanında onunla alay edince, çocuklara bunu unutturmak için komik şeyler anlatır. Çocukların hepsinin özel durumlarıyla ilgilenir. Bu davranışlarından dolayı da, öğrencileri tarafından çok sevilir.

Altınay’ı bir gün babası yaşında biri ister. Teyzesi, küçük yaşına rağmen, Altınay’ı zorla evlendirmeye çalışır. Duyşen bu durumda bile, Altınay’a sahip çıkar ve ölümü pahasına onlarla karşı karşıya gelmekten çekinmez. Bu olay üzerine, Altınay’ın teyzesi, babası yaşındaki isteyeni ve birkaç adamı Duyşen’in kapısına dayanırlar. Duyşen’i öldüresiye döverler. Altınay’ın da yüzünü gözünü kanlar içinde bırakarak kaçırırlar. Kuma olarak götürdükleri Altınay’a sahip olurlar. O gece, Altınay’ın bütün dünyası yıkılır.

Ertesi gün Duyşen, jandarmalarla Altınay’ı almaya gelir. Adamı jandarmalara teslim ederler. Altınay’a da çocuk gibi sahip çıkar ve atına bindirir. Duyşen, Altınaya’ın başına gelen bu kötü olaydan sonra, sürekli ona destek çıkar. Bütün imkanları kullanarak, Altınay’ı şehre okumaya gönderir. Ve onu şehre gönderirken, “Altınay senin için en iyisi bu. Günün birinde sahici öğretmen olursun belki. Okulumuzu hatırlar, belki de gülersin. Biliyorum, çok iyi yerlere geleceksin, ” diyerek, onu teşvik etmeye çalışırken, gözyaşları ile de uğurlar.

Yıllar sonra Altınay, Moskova’dan, Felsefe bölümünde bir Öğretim Üyesi olarak köyüne döndüğünde, herkesin “Duyşen’in Okulu” diye adlandırdığı tepeye bakar ve bütün hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi geçer. Hayatını Duyşen’e borçlu olduğunu düşünür ve O’na kendini minnettar hissedir. Bu yüzden de, böyle az bulunan değerli bir insanı, Duyşen’i herkes tanısın, bilsin, diye onun hayatını, fedakarlığını, kaleme aldırır. Böylece, O’na olan minnettarlığını, bu şekilde hafifletmeye çalışır.

Roman Kahramanının Değerlendirilmesi:

Romanda, Öğretmen Duyşen’in öğrencilerine yaptığı fedakarlıklar, öğrencileriyle olan diyalogu, hayata bakış açısı kaleme alınmıştır. Aldığı sınırlı eğitimine rağmen, öğrencileri için yapmak istediği fedakarlığı, onun örnek alınmasına, adına kitap yazılmasına az bile.

Günümüz öğretmenlerinin de, bu yokluklar içinde mücadele veren, ama her şeyin üstesinden gelen Duyşen’i örnek almaları gerekir. Duyşen’in, öğrencilerini kendi şahsi duygularının bile önüne geçirmesi, onun ne kadar idealist, ileri görüşlü ve aynı zamanda ne kadar değerli olduğunu bize göstermektedir.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..