Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ekim '16

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Öğretmene Fren Yaptıran Nedir?

Öğretmene Fren Yaptıran Nedir?
 

Öğretmenlik mesleği halen en kutsal mesleklerden biri olmasına, toplumda halen değer gören bir meslek dalı olmasına rağmen uygulamada karşılaşılan birtakım sorunlar, öğretmeni meslekten soğutuyor.

Öncelikle öğretmen kendini iyi yetiştirmekten çok sınav stresi ile boğuşarak öğretmen olabiliyor. Bunun ne yazık ki doğru dürüst bir çözümü de yok. Yıllardan beri karşılaşılan adalet sorunları ne yazık ki çözüme kavuşmuş değil. 28 Şubat öncesi bir grup mağdur olurken, şimdi başka bir grup mağdur edildiğini haykırıyor.  Toplumun bir kesimi sürekli olarak diğer kesimine karşı doluyor, doluyor. Bunun sonu nereye varır bilinmez ancak gerginliklerin topluma hiçbir şey kazandırmadığını bilakis kaybettirdiğini eski tarihte de görüldü, yakın tarihte de görüldü, görülüyor ve de görülecek. Hâlbuki bir öğretmen aslında nedir? Öğretmen, yetiştiği alanda ve devletin özünde en alt ve gerçek üretici sınıflarının sağladığı artı değerlerden üretilen vergiyle maaş alan insandır. Dolaylı olarak öğretmen, bir pamuk tarlasında sigortasız çalışan mevsimlik işçinin, sanayide çalışan bir çırağın, kalfanın veya ustanın emeği ile üretilen vergi sayesinde maaş alan bir çalışandır. Teknik olarak bir öğretmen, şu grubun ödediği vergilerle maaş alacağım iddiasında bulunamayacağından, özellikle son yıllarda gerçek üreten statüsüne Suriyeli göçmenler dahi geçtiğinden onların da ürettiği artı değerden sağlanan vergi havuzundan faydalanır. O halde toplumun hemen her kesimine özellikle borçludur. Diğer kamu görevlileri de esasında aynıdır.

Vergi hemen hemen tüm dünyada aynı şekilde üretilir. Çiftçi tarlasında buğday üretir. Buğdayı işleme ve diğer katma değeri yüksek ürünlere kendi başına çevirebilme yeteneği olmadığından, bisküvi üreten de makarna üreten de, pasta, simit börek aklımıza unlu mamullerle ilgili ne gelirse tamamının kullandığı yegâne ana tedarikçidir. Aynı şekilde hayvancılıkla uğraşan kişiler de deri ve et, süt ürünleriyle ilgili tüm kalemlerin ana tedarikçisidir. Bizde servete vergi olmadığından hatta servetle, tasarrufla ilgili sıkıntı olduğundan (Bu durum Atatürk zamanında da vardı, halen var)servet sahiplerinden sırf nakit parası var diye vergi alınmaz. Parası olanlar, emlak vergisi, kira gelirleri varsa kira stopaj vergisi gibi vergiler öderler. Buna rağmen, dipsiz zenginler paralarını saklamak için daha güvenilir liman olarak gördükleri İsviçre’ye transfer ederler. Zengin gerçek üretime katılmadığı takdirde sıradan insan alışverişlerinde ne kadar KDV ödüyorsa aynı KDV oranında vergi öder. Eğer zengin ülkesinde fabrika yapmaya üretim yapmaya karar verirse, ona kapılar sonuna kadar açılır. Küçük üreticiye sağlanmayacak bir sürü fırsat ona sunulur. Yeter ki, iş ve istihdam sağlasın (Ford’a yanlış hatırlamıyorsam Mesut Yılmaz zamanında Adapazarı’nda ciddi bir arazi tahsis edilmişti. Hâlbuki Adapazarı 1. Sınıf değilse de 1. Sınıfa yakın bir tarım arazisidir) Fabrika kurmak kolay değil hele ki günümüzde pazarlama ağı kurulacak ve bu ağ süreklilik sağlayacak. Uluslar arası sisteme entegre firmalar Pazar konusunda ciddi bir Pazar sorunu yaşamayabilirken, bizim firmalarımız ancak ülkemiz kadar güçlü olabiliyor. Uçak krizi sırasında Rusya’da bulunan inşaat firmalarının durumu, Antalya’daki domates üreticisi, otel sahiplerinin ekonomik darboğaza girmeleri bunun bariz örneği olabilir. Dolayısıyla nakit parası olup da işe girmek ülkenin riski kadar risk yüklenmek demek.  Kızmamakla birlikte bazı işletmelerimizin devlet üstü bir yapıya girip uluslar arası gruplarla el ele tutuşmaları da dış pazarlarda var olma mücadelesini belki de zorunlu olarak bu şekilde yürütebiliyorlar. Tabi ki doğal olarak Türk firması ile ortaklığa giden yabancı firma da bu şekilde hem yerli firmaya uluslar arası arenada bir koruma sağlarken bunun bedelini de diğer şekillerde tahsil ediyor. Tahsilâtı ise genellikle 79 milyon üzerinde bazen dolaylı bazen de direk yapıyor. Aslında büyük firmalar sürekli yatırım yaptıklarından karlarını vergiden düşüyor hatta teşviklerden faydalanıyor. O halde büyük firmalar teknik olarak vergi vermiyorsa bu teşvikleri kim ödüyor? Tabi ki emeği ile çalışanlar ödüyor, sistem ne yazık ki bu şekilde çalışıyor. Yoksa Acun gibi bir TV sunucusu veya Cem Yılmaz gibi bir şovmen nasıl vergi rekortmeni olsun ki değil mi? Ama işin kuralı bu.

Böyle bir ülkede öğretmenlerin görevi halkın en alt düzeydeki çocuklarını birinci sınıf üretici yaparak, üretilen ürün ve hizmet kalitesini dünya liginde üst sıralara taşımaktır. Ancak bu şekilde çoğu öğretmen böyle bir gerçeğin farkında mıdır bilemiyorum.

Normal şartlarda öğretmenlerin zevk ve hobi sahibi olmaları olağan kabul edilmelidir. Bu zevk ve hobilerin maddi yeterlilikle alakalı olacağı ise akılda tutulabilir. Gerçi kitap okumak ile ilgili bir hobi insanları maddi olarak çok da fazla yoracak ölçüde değildir. Bir öğretmenin başlangıç seviyesi bir ise, zamanla somut hedeflerle bu seviyelerin sırayla birden, ikiye, üçe veya dörde çıkması beklenebilir. Bu nasıl olacak? Matematik öğreten bir öğretmen her yıl bir konuyu hedeflemiş olsa yirminci yılın sonunda en az yirmi konuda tam uzmanlaşmış bilim insanı gibi aşama aşama kendisini geliştirebilmiş aşamasını yükseltmiş olabilecekken, öğretmenlerin birçoğu zamanla köreldiklerinden şikayet etmekteler ki, son derece haklıdırlar. Eşyanın tabiatına aykırı gibi görünen bu durum herkes için olmasa da maalesef birçok meslektaşımız için gerçektir. Bir yolda ileri doğru yürüyen bir yolcunun geriye doğru gitmesi, başladığı noktadan daha geride olması anlaşılabilecek bir konu olmasa da gerçekleşebiliyor.

Değerlendirme kriterleri mi dersiniz, ne dersiniz bilemem ama bir şekilde öğretmen başladığı noktadan geriye doğru düşebiliyor. Hâlbuki bir meslekte uzmanlaşmanın kesinkes kuralının bir meslekte ortalama on yıl çalışmak (severek çalışmak) olduğu söylenir. Buna rağmen meslekte yirmi yıl çalışan birinin başladığı noktadan çok daha geride olması, öğretmenlerin akademik olarak somut hedeflerle güdülenmediklerini gösterebilir. Başka nasıl açıklanabilir ki? Yapılan bir araştırmaya göre; ileri zekâlılardan bir kişi normal zekâlılarla bir sınıfa konulduğunda zekâsının zamanla düştüğü, belli bir sürenin sonunda zeka seviyesi yüksek birinin kendisinden daha düşük aslında normal düzey kabul edilen çevrede uzun süre bulunmasıyla bir suyun girdiği kabın şeklini alması misali çevreye uyum sağlıyor ve çevre ile aynı duruma gelerek gelişimi durduruyor. Hâlbuki zeki olanın bir adım öne çıkması gerekirken Martı adlı kitapta olduğu gibi çevreye uyum sağlama mücadelesiyle çok önemli şeylerden vazgeçiyor

Acaba merak ediyorum, başlangıçta azimli, hırslı çalışkan ve öğretmen olma arzusu ile yanıp tutuşan bir camia nasıl ve hangi şartlara uyum sağlama çabasından dolayı, kendilerini frenliyor hatta geriye doğru dönüyorlar ve buna sebep olan en önemli “şey” nedir?

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..