Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Öğretmenlerim...

 

 

 

 

Tahta döşemeli, tahta merdivenli, iki katlı ahşap bir ilkokul… Birkaç yaşlı ağacın süslediği, duvarlarla çevrili toprak bir bahçe… Adana / 23 Nisan İlkokulu…  

O yaşta onca yolu tek başıma nasıl yürür, şehrin sokaklarında kaybolmadan bu okula nasıl gider gelirdim? 

İlk okulum… 

İlk sınıfım… 

İlk arkadaşlarım… 

Ve ilk öğretmenim… Mualla Uçak… 

O günkü haliyle görsem bile tanıyamayacağım ama adı belleğimde yer eden öğretmenim… 

 

Güneydoğunun küçük bir sınır ilçesi… Doğduğum yer… Yokluk ve yoksulluk içinde geçen çocukluğumu yaşadığım topraklar… Tek katlı, bahçesi Harran Ovası’na açılan okulum… Akçakale / Süleymanşah İlkokulu… 

İkinci ve üçüncü sınıftaki öğretmenim… İslam Acar… 

Adı ile dünya görüşü arasında hiçbir ilgi kuramadığım, çağdaş, en uzun boylu, en hızlı konuşan, en sempatik öğretmenim… 

Öğrenciler arasındaki adı İslam Çupi… 

 

Dördüncü sınıfta bizi bir yıl okutan Hasan Duman öğretmenim… Hep gülümseyen, hep sıcak, hep dost yüzlü… 

 

Öğretmen deyince belleğimde ön plana çıkan ilk ad… Zafer Yücel… 

Sadece benim için değil, bizim kuşağın en karizmatik, en öğretmen gibi öğretmeni… 

Hem çok korkar, hem çok severdik. 

Neden beşinci sınıfları hep o okuturdu, bilmiyorum. 

Fransız Devrimini, Jan Jak Ruso’yu, Yaşar Kemal’i ve ünlü romanı İnce Memed’i ilk onun ağzından öğrenmiştim. 

Yıllar sonra müdürlük yaptığı bir okulda bir süre öğretmen olarak da çalıştım. Öğrenciyken ne kadar korkup sevmişsem, yanında öğretmen olarak çalışırken de hep çekindim; ama gözümde hep bir numara olarak kaldı. En sevilesi, en saygı duyulası… 

 

Yaşar Duru… 

Akçakale Ortaokulu’nda yıllarca fırtına gibi esen efsane Türkçe öğretmenim… 

Çıkardığı okul gazetesi ile, o gazeteye yazdığı Akçakale öyküleri ile, bize verdiği lise düzeyindeki edebiyat bilgileri ile içimdeki edebiyat ateşini ilk tutuşturan öğretmen… 

 

“Nesimi’ye demişler ki sen yârinle hoş musun? 

Hoş olayım olmayayım o yâr benim kime ne? 

Sofular haram demiş aşkının şarabına 

Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne?” 

 

Sözlüde Nesimi’yi sorduğunda bu şiiri de ezbere söylememizi isterdi. 

Bize ortaokul sıralarında Nesimi’yi, Nabi’yi, Cahit Sıtkı’yı ve daha nice sanatçıyı tanıtıp sevdiren, onlardan yazdırdığı örneklerle küçücük dünyamızı zenginleştiren… 

İlçenin yazlık sinemasında izlediğimiz ilk tiyatro oyunu Buzlar Çözülmeden’i sahneleyip Deli Kaymakam’ı canlandıran öğretmen… 

Avuçlarımda kırdığı o kalın 19 Mayıs sopasının acısını yıllar boyunca yüreğimden silemediğim, ama buna rağmen sevgimin zerre kadar eksilmediği öğretmenim… 

 

Dersinde nefes almaktan bile korktuğumuz matematik öğretmenimiz Adnan Fidan… 

Göz göze gelmekten çekindiğimiz en sert öğretmenimiz, beden eğitimi öğretmeni İsmet Gürbüz…  

Karayağız Adana delikanlısı Veli Özer… 

İlçemizin ilk minaresi yapılırken “Bu minareleri neden çift şerefeli yaparlar ki? Nasılsa ses yükselticisi takılacak. İkinci şerefe için harcadıkları parayı yoksullara dağıtsalar ya…” cümleleriyle biz küçük koyunların gözlerini ilk kez açan Fen Bilgisi öğretmenim… (Ah, sevgili öğretmenim, adını hatırlayamadım şu an! Bağışla beni…) 

 

Adana / Karşıyaka Lisesi… 

Dayımların tek göz kiralık odasında yer yataklarında yatıp Yılmaz Güney filmlerine koşturduğum ilk gençlik yıllarım… 

İlk aşklarım… İlk kavgalarım… İlk yenilgilerim… 

Şehrin zengin semtlerini gezip kendi oturduğumuz dört aile / tek avlu yoksul kira evleriyle karşılaştırarak “Neden onlar semada, biz neden çukurdayız?” dizelerini sık sık tekrarlayıp isyanları oynadığım günler… 

 

Ve liseden adı aklımda kalan tek öğretmen… 

Edebiyat öğretmenimiz Mustafa Hasanoğlu… 

Sıkı ülkücü… Balkan göçmeni… 

Sınıfta Emine Işınsu’nun Azap Toprakları’nı okur, kendi yaşadıklarıyla harmanlayıp anlatırdı. 

Solun sağın ne olduğunu daha bilmeyen bizleri sınıfça ülkücü yapan, geceleri şehirde afişlemeye götüren en militan öğretmenim… 

 

Benim sevgili öğretmenlerim… 

Şimdi nerelerdesiniz kim bilir… 

Ve kim bilir bu yurdun hangi köşesini mekân tutup hangi hayatları yaşadınız benden sonra… 

Yıllar geçti aradan… Evet. 

Bu arada benim de elim ekmek tuttu, öğretmen oldum, çoluğa çocuğa karıştım… Emekli bile oldum! 

Ama sizi düşündükçe hep o yaşlardaki öğrenciyim ben. 

Sizleri düşündükçe içimdeki çocuk hep aynı yaşta… 

 

Şu kısacık yazıyla sizleri anmak, yüreğimdeki yerinizi sımsıcak göstermek istedim. 

 

Yaşıyorsanız, selamlarımı, saygılarımı ve en sıcak sevgilerimi yolluyorum size. 

Yaşamayan öğretmenlerime gelince… 

Yattığınız yere ışıklar yağsın, yıldızlar yağsın her gece. 

 

Şunu bilin ki ben ölmeden siz ölmüş sayılmazsınız. 

 

Ellerinizden… Ellerinizden öperim. 

 

 

 
Toplam blog
: 17
: 707
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

Emekli öğretmen... Yayımlanmış yedi kitabı var. Orhan Pamuk'la birlikte Nobel alma umudu kalmadığı i..