Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Oğuz Atay üzerine okumalar

Oğuz Atay üzerine okumalar
 

Oğuz Atay


Oğuz Atay’da “Anlaşılmamak” Problemi

M.YÜCEL ÖZMEN

Yıllar önce üniversiteye ilk adım attığım günlerde tanışmıştım Oğuz Atay’la. Oğuz Atay’a beni çeken neydi bilmiyorum? Belki de 17 yaşında üniversiteyi kazanıp gittiğim İstanbul, büyüklüğüyle beni korkutmuştu ve beraberinde yalnızlık hissi doğurmuştu bende. Acaba bu yalnızlık zamanlarıma mı denk gelmişti bilemiyorum; ama tek bildiğim o günlerde büyük bir istekle Oğuz Atay kitaplarına sarılmamdı.

Şimdi çalışma masamda bu yazıyı hazırlarken ilk okuduğum Oğuz Atay kitabının “Günlük ve Eylembilim” olduğunu hatırlıyorum. Yazı dolayısıyla kitaplığımdan çıkardığım Oğuz Atay külliyatını tekrar gözden geçirirken, Oğuz Atay’da anlaşılmamak ve yalnızlık temalarının hemen hemen tüm eserlerine sindiği bir kez daha dikkatimi çekiyor.

Bu konuda yazarın “Günlük ve Eylembilim” adlı kitabında çoğumuzun bildiği ve okuyucu duyarsızlığı hususunda kendimizle yüzleşmemizi sağlayan o meşhur çığlığının, aynı zamanda niçin günlük tuttuğuna dair sorulara da yanıt olduğunu fark ediyorum. “Kimseye söylemeden, içimde kaldı, kayboldu dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa –günlük tutmaktan başka çarem kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.” Bu kitabı okuduğum günlerde bu cümle beni öylesine sarsmıştı ki tüm defterlerimin ilk sayfasını bu cümle ile doldurmuştum.

Yazarın en bilindik eseri Tutunamayanlar’ın Selim Işık’ı da dâhil olmak üzere tüm eserlerinde dile getirdiği “anlaşılmamak” sorunu “Günlük ve Eylembilim”in de en önemli öğesini oluşturuyordu.

“İnsanlarımızın ilgisizliği, uzaklığı canımı sıkıyor. Neden yazdıklarımı anlamıyorlar, neden çevrede kimse yok? Belki de anlaşılacak, önemsenecek bir şey yazmadım, yapmadım.”

Oğuz Atay diğer bir kitabı “Korkuyu Beklerken” de yer alan 8 öyküden ilki “Beyaz Mantolu Adam” öyküsüne şu cümle ile başlar: “Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu.”

Kitaba adını veren “Korkuyu Beklerken” öyküsünde “Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Zaten beni, daha kimler anlamadı” diyerek anlaşılmamak sorununu tekrar ele alır. Şimdi düşünüyorum da o yıllarda hep yanımda taşıdığım utangaçlık, içe kapanıklık ve taşralığımı birleştirerek beni de kimselerin anlamadığı duygusu bir hayli meşgul etmişti zihnimi.

Bu kitabın “Demiryolu Hikâyeciler-Bir Rüya” başlığını taşıyan sonuncu öyküsünde yazar küçük bir tren istasyonunda üç öykücünün gelip geçen trenlerdeki yolculara yazdıkları hikâyelerini satmasını anlatır. Bu öyküde de tahmin edileceği gibi hâkim tema yine “anlaşılmamaktır. Öyküde yalnızlık, parasızlık ve okuyucu duyarsızlığı ele alınıp öykünün sonunda da biz okuyuculara şöyle seslenir Oğuz Atay. “Ben buradayım sevgili okuyucum. Sen neredesin acaba?”

Yazar, Bir Bilim Adamının Romanı adlı İTÜ İnşaat Fakültesi’nden hocası Prof. Mustafa İNAN’ı anlattığı biyografik roman türünde kaleme aldığı eserinde, Adanalı Mustafa’nın yokluklar içerisinde bulunan yaşamına karşın büyük bir azim ve sabırla Türkiye’nin sayılı bilim adamı arasına girmesini anlatır. Kitabın girişinde yazar, iyi bir hayat hikâyesi yazmanın bir hayat yaşamak kadar zor olduğunu belirtmesine rağmen bu güçlüğün üstesinden gelir ve karşımıza çok iyi bir biyografik roman örneği çıkarır. Bu kitabı önemli kılan diğer bir hususta diğer eserlerinde ele aldığımız “anlaşılmamak” probleminin bu romanda da karşımıza çıkmasıdır. Prof Mustafa İnan’da yaşarken değeri pek anlaşılmamış bir aydındır, tıpkı yazarın da yaşadığı zaman zarfında bir türlü değerinin anlaşılamaması gibi. Türkiye gibi bilimin yeni yeni kök salmaya çalıştığı bir ülkede 1954’den 1963’e kadar İstanbul Teknik Üniversitesi’nde profesör, dekan ve rektör olarak görevler alan bilim aşığı bir insandır Mustafa İnan.

Oğuz Atay, Mustafa İnan’ın yaşamını bir hoca ile ona yardım eden bir gencin İnan hakkında konuşmaları ve araştırmaları şeklinde kurgular. Bu kitabında da kendi yaşamında peşini hiç bırakmayan “parasızlık” karşımıza çıkar. Koskoca Mustafa İnan’ın cenazesi hastane masrafları dolayısıyla günlerce alıkonulur. Sonrasında Türkiye’ye getirilen cenazesine katılanlar onun ne kadar büyük bir bilim adamı olduğu konusunda birbirleriyle yarışırcasına methiyeler düzerler.

Oğuz Atay, ”Bu toplum aydınını, yazarını sevmez. Fakat cahil olduğu için korkuyla karışık bir saygı beslerdi” der. Bir Bilim Adamının Romanı’nda Mustafa İnan’da bir futbolcuya, sanatçıya gösterilen ilginin küçük bir kırıntısının bile bilim adamından esirgendiği serzenişinde bulunur.

Yazarlarımızın, bilim adamlarımızın kendilerini anlatmak için çırpındığı ülkemizde çoğunlukla seslerini duyacak kimseler olmuyor. Bu yüzden de onların paylarına hep yalnızlık ve toplum tarafından anlaşılmamak yazgısı düşüyor. Yazarlarımızda bu yazgılarının peşinde hep tutunamayanları oynuyor; tıpkı Oğuz Atay’ın eserlerinde olduğu gibi…

Oğuz Atay (12 Ekim 1934 - 13 Aralık 1977)

İnebolu'da doğdu. 5 yaşındayken ailesinin Ankara’ya yerleşmesiyle ilköğrenimine orada başladı. Ortaöğrenimini Maarif Kolejinde tamamladı. 1957 yılında İTÜ İnşaat Fakültesini bitirdi.

Daha sonra İDMMA’da (İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi) öğretim üyeliği yaptı. Bu dönemde topografya ve yol inşaatı dersleri verdi. 1975’te doçent oldu. Aynı dönemde mesleğine ilişkin »Topografya« adlı bir kitap yayımladı.

Üniversite yıllarında edebiyat alanında yazmaya başlayan Atay’ın çeşitli gazete ve dergilerde söyleşi ve makaleleri yayımlandı. 1970 yılında TRT’nin açtığı bir yarışmada başarı ödülü alan Atay’ın, »Tutunamayanlar« adlı romanı 2 cilt olarak yayımlandı. Sonraki yıllarda ise bu romanın devamı niteliğindeki »Tehlikeli Oyunlar« adlı romanı yayımlandı. Bu iki romanın Türkçe edebiyatın önemli eserlerine dönüşmesini ise Oğuz Atay göremedi.Beyninde çıkan bir ur nedeniyle öldü.

Eserleri: »Tutunamayanlar« (1971), »Tehlikeli Oyunlar« (1973), »Bir Bilim Adamının Romanı« (1975), »Eylembilim« (1998) adlı romanları, öykülerini topladığı »Korkuyu Beklerken« (1975), »Oyunlarla Yaşayanlar« (1979) adlı oyun kitabı ile anıları ve bazı düşüncelerinin yeraldığı »Günlük« (1988) adlı kitapları yayımlandı.

NOT: Son zamanlarda bazı kentlerde yaşanan kültür-sanat hamlelerine Adıyaman’da katıldı. İki ayda bir yayınlanması planlanan edebiyat-kültür-sanat dergisi Nehir, ilk sayısıyla okuyucularına "merhaba" dedi. Adıyaman tarihinde ilk kez bir edebiyat dergisinin yayına başlamış olması bir ilk olması açısından da önemli. Başlangıçta, temsilcilikler vasıtası ile dağıtılacak olan dergi, sonraki dönemde genel dağıtım ağıyla okuyucuya ulaşmayı hedefliyor. Yayın kurulunu Doğan Durgun, Necati Atar ve Suat Tekin’in oluşturduğu dergi, alanı ile ilgili bütün üretimlere açık olacak. Bu dergide aynı zamanda benimde yazılarım yer alacak.
Merhaba Nehir... Yolun, yolumuz açık olsun... Okyanuslarda buluşmak dileğiyle....

 
Toplam blog
: 46
: 2044
Kayıt tarihi
: 01.07.07
 
 

Edebiyat ilgi alanım... Şiir, kitaplar, denemeler ve lezzet durakları hakkında benim de bir çift ..