Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '09

 
Kategori
Evcil Hayvanlar
 

Öksüz yavrunun annesi

Öksüz yavrunun annesi
 

İstanbul'dayız o tarihlerde. Aylardan nisan, öğleden sonra kapı öyle bir çalınıyor ki, koşup açıncaya kadar defalarca çaldı. Kızımdı gelen, hiç böyle yapmazdı. Bakkala ekmek almaya gitmişti ama elinde ekmek yoktu.

Liseye gidiyordu, duygularının, heyecanlarının doruğundaydı, anlamaya çalışıyordum durumu. Tek eliyle tuttuğu şeyi göğsüne hafifçe bastırıyordu. Minicik bir şey, tüylü tüylü tavşan yavrusu olabilirdi. Hiçbir şey söylemedi önce, elime tutuşturuverdi.

Bu minnacık bir kedi yavrusu idi. Toz-toprakla dolmuş gözlerini açamıyordu. Dört ayağı üzerinde de duramıyor, sağa-sola devriliyordu. Merakımı yenemedim, acıyan gözlerle yavru kediye, sorarcasına da kızıma bakıyordum.

Mahallenin yaramazları, annesini bulamayan, ayakta duramayan bu yavru kediyi "nasıl olsa ölüyor, daha kolay ölsün" diye apartmanın bahçesindeki çukur bir yere koyup, üzerini toprakla örtmekteyken kızım koşmuş, ellerinden almış.

-Anne n'olur kurtar bunu, bir şeyler yap.

Annelik işte. Evlâtların istekleri can ile baş üstüne.

Önce temiz, ıslak bezlerle gözlerini temizledim. Halâ gözlerini açamadığından onu, bir veya iki günlük olarak tahmin ettim. Tüm vücudu, iri bir yumurtadan daha ağır değildi. Karnının iki yanı, adeta yapışmış gibiydi, çok aç olmalıydı. Nasıl beslemeliyim, acele etmeliyim, ölmek üzere... Ilık haldeki sütü, ecza dolabında bulduğum küçük plastik damlalıkla, ağzına bir kaç defa adeta şırınga ettim. Titriyordu.Küçük mukavva kutuyu yün parçaları ile döşedim, boş plastik saç jölesi kutusunu yakmayan sıcaklıktaki su ile doldurdum, minik yavru ile beraber yeni yatağına yerleştirdim. Üzerini de, havasız kalmıyacak şekilde, uzak mesafeden örttüm. Bu işlemi 24 saat boyunca bir kaç kez tekrarladım. Onun jöle kutusuna sarılarak uyumasını, halâ unutabilmiş değilim.

Bir günün sonunda artık ayakta durabiliyordu. Gözlerini de açmış, bize, hepimize çok tatlı bakıyordu. Oğlum onun adını "VAHAP" koydu. O bizden biri olmuştu. Vahap aşağı, Vahap yukarı. Evimizin farklı bir neş'e kaynağı. Banyoya yayvan bir kutuya toprak koydum, onunla tanıştırdım. Tuvalet terbiyesi içgüdüsel olarak vardı sanırım. Çok temiz, tertemizdi. Toprağını hergün değiştiriyordum. Onunla ilgilenmek zevkti. Haftada bir banyo yapmaktan da hoşlanır olmuştu.

Tahminim, birbuçuk ay geçmişti. Bizim Vahap büyümüş, nereden edindiğini bilemediğimiz yeteneklerini sergiliyor, taklalar atıyor, bilhassa çocuklarla oynamaktan çok hoşlanıyordu. Sabahları uyanırken, onu, yorganımın içinde, patilerini ayak tabanlarıma çakıştırmış halde buluyordum, yine de kızamıyordum. Galiba beni annesi sanıyordu.

Oturduğumuz daire, dükkanın hemen üzerinde, birinci kattaydı. Sokak yakından seyredilirdi. Akşam üzeri, iş dönüşünde Vahap'ı pencere önündeki üçlü koltuğun yüksek kısmında, bizi beklerken görürdük. Kapıyı açarken de tam kapıda, karşılayan yine O.

Mutfağa girdiğimde arkada, klasik kedi duruşuyla, yarı oturur vaziyette beklemek isterdi. Belki beni özlediğinden, belki de pişmekte olan yemeğin kokusunu daha yakından koklamak için. Ben bu duruma itiraz ediyorum, Git diyorum, inanılması zor ama gerçekten anlıyor ve aheste adımlarla uzaklaşıyordu. Mamasını koyarken gel diyorum, geliyordu. Masal değil, hakikaten yaşadık bunları.

Birgün, buzluktan çıkardığım dondurulmuş kıymayla yemek yapacaktım. Kıyma buzunu çözdükçe, bizim Vahapta bir kıpırdanma başladı. Soyu etoburlardan ya, ayaklarıma sürtünerek, et istediğini belli ediyordu. Bir parça verdim, acele ve ani olarak yok etti. Biraz daha verdim, galiba epeyce doymuştu bizim Vahap, Vahap diyoruz ama onun gerçekte bir "bayan" olduğunu çok geç fark ettik.

Kıyma olayından sonra çok uyumaya başladı. Daha az oynuyor, adeta keyifsiz görünüyordu. İştahı da azalmıştı. Birgün, toprağında ondan düşen, kancalı tenya gördüm. Hepimiz endişeliyiz. Eşim:

-Hanım, git şunu ne yap et, iyileştir, sen becerirsin. Dedi.

Küçükyalı'da oturuyoruz. O tarihte arabamız yoktu, Göztepe'deki hayvan hastanesine taksi tutarak gittim kızımla.

Henüz iki aylıktı Vahap. Severek çiğ olarak yediği dondurulmuş kıyma barsaklarında parazit oluşturmuş. Üç aydan sonra yeseymiş, hastalanmazmış. Evimizde ilk defa evcil hayvan besliyorduk, bilmiyorduk ki. Muayene ettiler, gaeta tahlilinden sonra, büyük insanlar gibi, eczaneden bir poşet ilâç aldım, orada serum yaptılar büyük iğnelerle. "Bu yavru bizim için çok önemli ne olur iyileştirelim, kızım üniversite sınavlarına girecek, bunun sevgisiyle motive oluyor" diye de yalvardım oradaki veterinerlere.

Ama ne yazık ki iki gün dayanabildi o narin vücuduyla. Çocuklar gibi ağlama sesleri çıkararak, en son dakikalarında acı çığlıklar atarak bizi bıraktı. Izdırapları da bitmişti, bu dünyadaki kısmeti de.

Ah Vahap, bizde kalan tek bir poz fotoğrafın ve ailemizdeki bu yerini doldurmadığımız hatıran. Çocuklarımı ve eşimi teselli edemedim günlerce.

Yaratılmış olan her şeyi çok severiz ama aramızdan ayrılmalarına, yok olmalarına tahammül etmek zor, Eğer gerçekten sevmişsek.

Sevgi dolu, kayıpsız günler dilerim lütfedip de okuyan sizlere...

Ablanız
Gül Alkan

 
Toplam blog
: 344
: 1671
Kayıt tarihi
: 09.04.09
 
 

Özel bir finans kuruluşundan emekliyim. Hayatın her aşamasını acısıyla tatlısıyla yaşamış biri ol..