Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '10

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Oktay Ekşi "vurucu ifade şehveti"nin kurbanı olmuş!

Oktay Ekşi "vurucu ifade şehveti"nin kurbanı olmuş!
 

Oktay Ekşi, Basın Konseyi'nin Kurucu Başkanı'dır ve 22 yıldır da bu görevi devam ettirmektedir...

Basın Konseyi nedir? Türkiye'deki basın ilkelerini denetlemek için 1988 yılında kurulmuş olan, yayınlarla ve gazetecilerle ilgili şikayetleri değerlendirip gereğinde uyarı ve kınama kararları alarak bunu kamuoyuna duyuran, basında özdenetimi sağlayan bir kurum.

Oktay Ekşi aynı zamanda Hürriyet Gazetesi'nin Başyazarı'dır...

Hürriyet Gazetesi nedir? Tartışmasız herkes tarafından ittifakla kabul edilen Türk medyasının "Amiral Gemisi".

Oktay Ekşi gazeteciliğe 1952 yılında başlamıştır (Ben daha doğmadan)... 58 yıllık bir gazeteci... Bundan kastım o ki; Oktay Ekşi Basın Konseyi Başkanı ve Hürriyet Gazetesi Başyazarı olmasa da, tecrübeli bir duayen ve üstad gazeteci olarak genç gazetecilere örnek olması gerekirdi. Bu haliyle de bizzat kendisinin basın-yayın ilkelerine özen göstermesi beklenirdi.

Oktay Ekşi, 28 Ekim 2010 günü "Az söylemişiz" başlığıyla bir "başyazı (!) " kaleme aldı. Bu yazısında, İkizdere'nin sit alanı ilan edilmesi ile ilgili Çevre Bakanı Veysel Eroğlu'nun açıklamalarını eleştiriyor. Hızını alamıyor, yazısının sonunda tüm hükümet üyelerini de işin içine katarak, "Şimdi, anasını bile satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyorsunuz" ifadesini kullanıyor!

Bu, açık bir hakaret ifadesiydi. Unuttuk söylemeyi; Oktay Ekşi aynı zamanda Ankara Hukuk Fakültesi mezünüdür. O, basın - yayın ilkelerini bildiği gibi, neyin hakaret olup olmadığını da çok iyi bilecek durumdadır.

Yani bilinçli ve taammüden bir hakarettir söz konusu olan!

Politize olması ve açıkça bir ideolojinin avukatlığını yapması, en azından benim böyle bir kanaate sahip olmam sebebiyle, ben Oktay Ekşi'nin yazılarını okumuyordum. Konuyla ilgili Başbakan'ın açıklamalarını içeren haberi internetten okuyunca, aynı haberin yanındaki "Oktay Ekşi" butonuna bastım ve ilgili yazıyı okudum. "Anasını bile satan" ifadesi yoktu. Taşra baskısında bu ifadelerin bulunduğu yine bu haberde belirtilmekteydi. Demek ki gazete yönetimi durumun vehameti konusunda sonradan uyanmış ve sonraki baskılarda bu ifadeleri kaldırmıştı.

Ne yalan söyleyeyim: Çok yadırgadım. Bu kadarını da beklemiyordum Oktay Ekşi'den. Bu duygular içerisinde yazımı yazacaktım ki, bugünkü yazısını merak ettim ve okudum. Bugünkü yazısının başlığı "Ayarı kaçırmışız"dı. Bahsettiğim yazıyla ilgili olduğu başlıktan anlaşılıyordu. Başbakan'ın "hesap soracağız" şeklindeki çok sert açıklamalarından mı yoksa kendi ifadeleriyle, yoğun bir şekilde gelen tepki mesajlarından mı etkilenmişti, bilemiyoruz (Ben gazete yönetiminin baskısının etkili olduğunu tahmin ediyorum). Yazısında hata ettiğini kabul ediyor ve incittiği kişilerden açıkça özür diliyordu.

Tabii ki testiler ve bardaklar kırılmış, paramparça edilmişti. Bir özürle kırılan parçaların yerli yerine oturtulması ve eski haline getirilmesi imkansızdı.

Sadece kalplerin incinmesi de söz konusu değildi; onurlar ve şerefler de yerle bir edilmişti. Üstelik, koca bir ülkenin başbakanının ve bakanlarının onurları ve şerefleriydi yerlerde süründürülen!

Oktay Ekşi hakaretinin mazeretini açıklarken de, yazın mesleğine dikkat çekiyor, yazının sonunda "vurucu ifade"nin çok önemli olduğunu, kendisinin de vurucu ifade şehvetine kapıldığını söylüyordu. Sözümona bu şekilde yazın mesleğinin masumiyetine sığınıyordu! Yani "Anasını bile satan" hakareti "vurucu ifade"nin ifadesiymiş!

Özrü kabahatinden de büyük!!! Doğrudur, yazının sonunda vurucu ifade etkileyicidir ama; hangi vurucu ifade hakareti meşrulaştırabilir?

Ayrıca, tecrübeli bir gazeteci, hukukçu ve basın ilkelerini denetlemekle ve gözetlemekle görevli Basın Konseyi'nin Başkanı olarak siz "ayarı" kaçırırsanız, arkadan gelmekte olan genç ve tecrübesiz gazetecilerin heyecanlarını, taşkınlıklarını kim ayarlayacak?

İmam cemaat ilişkisini kim engelleyecektir?

Kaldı ki bu, Oktay Ekşi'nin ilk ayarı kaçırması ve ilk özür dilemesi de değildir. Oktay Ekşi, 28 Şubat sürecinde merkez medyanın Post Modern Darbe uygulamasının emrine girmesine sesini çıkarmamış, bu minvalde Hürriyet Gazetesi'ne servis edilen ve Hürriyet Gazetesi'nce de manşete taşınan, Şemdin Sakık'a atfen PKK ile işbirliği yapan hain gazeteciler listesiyle ilgili "asparagas" bir haberi kaynak göstererek, başyazısına "Alçakları tanıyalım" başlığını atabilmiştir.

"Alçak" dedikleri onun meslektaşları ve Türkiye'nin en saygın gazetecileridir!

Aslında sorun bir "ayar kaçırma" sorunu da değildir. Sorun, 12 Eylül Referandumu ile yerle bir edilen eski düzen sebebiyle, eski düzen savunucularının hırçınlaşmalarıdır.

Benim 20 Eylül 2010 günlü, "Evet'le bürokratik vesayetin medya ayağı da çökmeli: 3. sayfalar 1. sayfaları yalanlayamamalı" başlıklı yazım her şeyi çok iyi özetlemektedir.

Medya, demokrasilerde 4. kuvvettir. Türk milletinin oylarıyla 12 Eylül'de bürokratik vesayet sona erdi. Bürokratik vesayeti savunan ve onun bugüne kadar ayakta durmasında psikolojik ortam ve lojistik destek sağlayan medya da değişip yeni düzene uyum sağlamak zorundadır.

Bunun kaçınılmaz ve engellenemez bir süreç olduğunu düşünüyorum...

Oktay Ekşi olayına bu açıdan bakmak gerekir.

Not: Bu yazı Oktay Ekşi istifa etmeden önce yazılmıştır.

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..