Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '13

 
Kategori
Kitap
 

Okuduklarımdan aklımda kalanlar

Okuduklarımdan aklımda kalanlar
 

Rusya'nın, muhtemelen Rusya'dan daha çok Türkiye'de sevilen lideri Stalin.


Pek tanınmayan yazarların az okunduğunu düşündüğüm kitaplarını tanıtabilmek ve daha çok okunmalarına bir parça da olsa katkı sağlayabilmek amacıyla yazdığım 'kitap eleştirisi' bloglarımın da az okunmasından dolayı, ''Kimsenin ne yerini ne de zamanını çalmayayım bari'' diyerek beş-on tanesini tek bir başlık altında toplamaya karar verdim.

Malumunuz,  'popülerlik' her kula kolay kolay nasip olmaz.  İyi bir konu, güzel bir yazım tekniği, güçlü bir bilgi birikimi falan, sizlerin de gayet iyi bildiğiniz gibi, tanınıp çok satanlar listesine kurulabilmek için,  ''Hani illaki de olacak, yoksa ı ıh mümkün değil'' özelliklerden sayılmaz. 

İnternetin ortaya çıkışının sonrasında basılan kitapların büyük çoğunluğu, bir şekilde sanal dünyaya izlerini kaydedebilseler de, bazılarının yazarları çoktan bu dünyadan göçmüş, yayınevleri kapanmış, konuları artık ilgi çekmeyen kitapları ile ilgili en ufacık bir bilgi kırıntısını bulabilmek ise, ne kadar da zordur.

Tanıtmaya çalışacağım ilk kitabın adı ''Orakla Çekiç Arasında''. Yazarı Mehmed Arif Demirer ama anlayın dünyanın ne hızla ve ne kadar değiştiğini ki yazarı bile Mehmed iken yıllar geçtikten sonra Mehmet olarak karşımıza çıkıyor, sanal dünyanın milyonlarca banal kaydının arasında.

http://www.orsam.org.tr/tr/SuKaynaklari/uzmangorusugoster.aspx?ID=711

Önsözünü; Mustafa Kemal'in Harb Akademisi'nden sınıf ve yakın arkadaşı olup aynı zamanda da Nazım Hikmet'in de dayısı olan asker ve siyaset adamı Ali Fuat Cebesoy'un yazdığı kitap, 1966 yılında Kişisel Kitaplar Seri'sinden Mahmut Sucuoğlu Matbaası'nda basılır.

Ali Fuat Cebesoy önsözü; bir Türk gencinin İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde okurken arkadaşlarını organize edip Sovyetler Birliği'ne yaptıkları maceralı 'ekspedisyon'u da dikkate alarak, ''Gençler komşu memleketlerin gençlerini, onların ülkelerine yapacakları seyahatlerle tanımalıdırlar'' diyerek takdir sözcükleri ile yazar.

1961 yılında okuldan mezun olan Demirer, uzun süren bir 'sponsor' arayışı ve hazırlık devresinin ardından Sovyetler Birliği'ne gider. O günün siyasi ortamı ve haberleşme olanakları dikkate alındığında bu gezi oldukça risklidir. Stalin iktidardan ve dolayısıyla da hayattan göçeli on yıla yakın olmuş ve yerine gelen Kruşçev de daha 'romantik' bir demokratik açılım sözü vermiş olsa da rejim hala dışarıya kapalı ve her şey büyük bir gizlilik altında yürütülmektedir.

Yabancılarla konuşmak bile bir izlenme ve belki de ardından ceza sebebi olmaktadır. Katı olduğunu ve at gözlükleri ile hayata baktıklarını iddia ettiği 'komsomol' yani Komünist Gençlik Örgütü üyeleri ile yakın ama mesafeli ilişkiler kurarlar. İnturist adlı Sovyet Devleti'nin Turizm Organizasyonu ise bu ziyaretten aslında pek de memnun değildir.

Sovyetler Birliği içinde şehirden şehire araçları ya da uçakla yaptıkları seyahatler sırasında başlarından geçenlerin anlatıldığı kitap, doğal olarak 'Kapitalist gözüyle yarım asır öncesi Sovyetler Birliği'ni görmek isteyenler için rahat okunabilecek ama 'yanlı' bir bakış açısını yansıtır.

Moskova, Leningrad, Tiflis, Bakü hep o günlere özgü resimlerle karşımıza çıkarlar. Siyasi amaçla yola çıkılmasından ve maddi destekçilerin muhtemel beklentilerinden de dolayı 'mecburen' bir propaganda kitabı olmak yerine, daha insana yönelik yazılar olsa, olabilse mutlaka bugünlerde kütüphanelerin vazgeçilmezleri arasında yerini alabilecek kitap, ne yazık ki bu şansını değerlendirememiş.

Önyargılı kişilerin tarih ya da seyahat yazıları benim için hiçbir zaman belirli bir değerin üzerinde olmamıştır. Hep aynı bakış açısı ile bakıp, 'bizden' ya da 'onlardan' denildiği zaman gezilen ülkeler de, tarihin çeşitli zamanları da aslında hep aynıymış gibi gelmeye başlar bir süre sonra. Objektif olmayan gözlemler gittikçe inandırıcılıktan uzaklaşır.

Bir çok 'yargı'yı uzun uzadıya düşünerek okumak ve her yazılanı da doğru kabul etmek yerine araştırarak değerlendirmek durumunda faydalı olabileceğine inandığım, belli bir emek sarfedilmiş bir kitap ''Orakla Çekiç Arasında''.

'50. Yılında Sovyet Rusya', Şevket Rado'nun Doğan Kardeş Matbaacılık tarafından 1968 yılında basılmış kitabının adı.

Anılar, Sovyetler Birliği Başbakanı Kosigin'in İstanbul ziyaretinde Tarabya Oteli'nde Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in Rado'yu Sovyet Başbakanına takdim etmesi ile başlar. Ardından da Rado'nun Rusya ziyareti gelir.

Rado, ''Rusya'ya gittiğimi bilen öğrenen herkes, büyük bir merakla bana oraları anlattırmak istiyordu. Ben de baktım anlatmakla başa çıkamayacağım bari yazayım'' diyerek kitabı yazmaya karar verdiğini söyler. O yıllar, Stalin'in ölümünün ardından kısmen de olsa Rusya'nın dünyaya pencerelerini bir parçacık araladığı yıllar. Moskova, Leningrad, Kiev, Taşkent, Semerkant, Bakü sanki her ziyaretçi için sabit yol güzergahı gibidir. Önlerde belirli ve yabancılara gösterilmeye layık bulunan sokaklar, yaşamlar, arka sokaklar ise 'demirden bir perde'nin gerisinde gizemlerle örtülmüştür.

Rado'nun, Sovyetlerde bir süre geçirdikten sonra vardığı sonuç insanı gülümsetir. ''Sanırım Avrupa'da, hürriyetli demokrasilerde komünist olmak, Rusya'da komünist olmaktan çok daha kolaydır.''

Bunun nedenini de kendince şöyle açıklar. ''Çünkü Avrupa'da komünizm bir uygulama değil, edebiyattır. Her türlü rahatlık içinde fakir fukara edebiyatı yapanlar, iyi kalpli insanlardan alkış toplarlar. Komünizmin de son derece cazip bir edebiyatı vardır.Bütün insanların eşit olmaları ne güzel bir şeydir.''

Yalnız Rado'nun referans aldığı şeyler o kadar hakikatten uzak ve yanıltıcı şeylerdir ki, insanın bundan dolayı gözlemlere ve yazılanlara inanası gelmez.

Rado, Almanya'da Yuri Annenkov isimli bir Rus'un sözde yazısını okumuştur. Orada bu şahıs Lenin ile yaptığı bir konuşmasından sözeder. 

'' 1921 de Vladimir Lenin'in bir portresini yapmakla görevlendirildim. O bana Kremlin'de iki gün poz verdi, elbet ben de bunu bilerek sanat konusunu ortaya attım. Lenin şöyle cevap verdi, Biliyorsunuz ben sanattan pek de anlamam. Benim için sanat bir nevi entellektüel kör bağırsaktır. Bize ve partimize gerekli propaganda rolü sona erdikten sonra, onu lüzumsuz bir şey gibi kesip atacağız.''

Lenin'in hayatını üstünkörü okuyan birisi bile bilir ki, babası Milli Eğitim müfettişidir ve Ulyanovsk(O zamanki Simbirsk) bölgesinde nelere gereksinimi olduklarını tespit ve ihtiyaçlarını da tedarik edebilmek için okulları sürekli gezmekten neredeyse evine uğrayamayan bir kişidir. Lenin'in annesi de, çocuklarını büyütüyor olmasına karşın okullarını dışarıdan bitirerek öğretmen olmuş, her akşam okullarından sonra masa başına topladığı çocuklarına kitaplar okutan ve piyano dersleri veren yüce gönüllü bir annedir. Lenin'in daha sonraları Kremlin'deki çalışma odasındaki kütüphanesi ise dillere destandır. Edebiyata, sanata, müziğe bu derece ilgili bir kişi için atılan iftirayı referans alan birisinin kitabını okumak ondan sonra aslında zulüm olsa da, başlanılan bir şeyi yarım bırakmamak prensibi ile devam edilir.

''19. asrın sömürücü kapitalizmi Avrupa ve Amerika'dan tasfiye edilmiş olmasına karşın Sovyetler Birliği'nde hala devam etmektedir'' yorumu da kitabın 'bardağı taşıran son damlası'dır. ''Uzaya, aya gideceğine Ruslar halka iki ekmek fazladan dağıtsınlar '' şeklindeki yaklaşımı ise kitabın ne kadar da bilimsel olduğunu göstermektedir.  Boşuna çıkmamış ''Eller aya biz yaya'' lafı. Muharriri böyle olan ülkenin halkından doğal olarak fazla bir şey de beklememek gerekir sonucuna varabilir okuyucu...

''Nasreddin Hoca ile Çocuklar'', Mustafa Balbay'ın çocuk masallarını nazım hale getirmesidir.  Hoca'nın birinin bir gün çamur attığı ve üstünden izinin çıkmadığı Mustafa Balbay'ın, 'Göle Maya Çalan Hoca' için uygun dizeler peşinde koşması gerçekten de takdire şayan bir çabadır.

Kitabın bütününü değerlendirdiğimiz zaman hem küçüklere hem de büyüklere masallar tadında bir eser olmuştur. Malum artık masallar dinleyip artık sadece küçükler uyumuyorlar, büyükler de nice hikayelerin peşine gat gözlükleriyle takılıp karanlıklara sürüklenebiliyorlar. 

İşte Balbay, küçükleri daha zaman erkenken, hayata hazırlıyor dizeleriyle...

Hoca'nın oğlu kıymetlidir.

Hoca ona merhametlidir. diye başlar kitap'çık'.

Sonra söz döner dolaşır, meşhur 'düdük' masalına gelir.

Parayı veren düdüğü çalar,

Bedava isteyen avucunu yalar.

Bir başka masalda, samanlıkta kaybettiği anahtarını sokakta arar. ''Hocam sen anahtarını samanlıkta kaybetmedin mi, sokakta ne arıyorsun?' diye soranlara da,

Biraz loş samanlık

Burası daha aydınlık

diyerek.

Masal dinlemeye doymayan bir toplum için, nazım şeklinde biçilmiş kaftan olan bu kitap, çocukların başucunda yeralmalı diye düşünüyorum.

Yusuf Ziya Ortaç, İsmet İnönü'yü anlatıyor 1962 yılında dördüncü baskısı yapılmış olan elimdeki ''İsmet İnönü'' kitabında. 

Hep küçümsenen, ''O aslında asker bile değilmiş'' denilen, ''Ege Adaları'nı Yunan'a kaptırmış'' diyerek olur olmaz, bilir bilmez iftiralar atılan bir ulusal kahramanın İzmir'de başlayan hayat hikayesini anlatır Ortaç.

Sahaflarda kitaba erişip de okumak isteyen gençler için belki bir tek 'kitabın eski dili' bir zorluk yaratabilir ama onun dışında bu büyük kahramanı kısaca ancak vurucu cümlelerle tanıtan harika bir kitap.

Şimdi zurna çalanları bile televizyona çıkartıp saatlerce ropörtaj yapan basın onların ağzından ''Ben çocukken ayna karşısına geçer dedemin bastonunu da kaval yapıp çalarmışım'' hikayelerine saatler ayırırken, İnönü Zaferleri'nin Komutanı'nın liderlik ettiği ekibin, çocukken mahallesinde savaş oyunları sırasında hiç yenilmediğini bilirler mi acaba? Başarı süreye ihtiyaç duyar, yatırım gerektirir, çaba, ısrar...

Atatürk ile askeri okulda tanışmalarıyla başlayan arkadaşlıkları, savaş meydanlarında ve ardından da Cumhuriyet'in kurulmasında hiç kesintisiz devam eder. Bu dostluğa ait onlarca az duyulmuş anıyı da içeren kitap, ara ara askeri tatbikat ve savaş meydanlarındaki hamlelerin uzun anlatımları ile okunma sırasında zorlanmaya neden olsa bile son derece akıcıdır. 

İstanbul'dan Anadolu'ya geçişin gerçek öyküsü, yurdun çeşitli yerlerindeki çetelerin ayaklanmaları, Meclis'in kuruluşu, düzenli ordunun ortaya çıkışı ve Cumhuriyet'e giden yolun anlatıldığı kitap bugünlerde sahaflarda karşılaşıldığı zaman mutlaka alınması gerekenlerden.

Gökten Üç Hostes düştü, Melek Müge Çelebi, Figen Yeşiltuna ve Nurşen Gözüsulu adlarındaki üç hostesin meslek yaşamları boyunca 'başlarından' geçen olayların anlatıldığı bir anı kitabı.

Zaman zaman temponun yükseldiği ve gülümseten, zaman zaman ise fıkra kitaplarından derleme olaylarla dolu ancak yine de 'ilginç' sayılabilecek bir deneme.

Sonuçta ülkemizin sorunu, iyi yazamamaktan çok hiç yazmamak olduğundan, bu konularda amatörce yazılmış eserleri eleştirirken çok acımasız olunmaması gerektiğini düşünüyorum.

Nihayetinde bu hostes kardeşlerimizin meslekleri yazarlık değil, iyi niyetlerle bir yola çıkıp kah başlarından geçen kah da derleme yazılarla bir ürün ortaya koymuşlarken, bu amatör çalışmanın bazı hataları görmezden gelinebilir.

Onca yıl beraber uçan bu güzel kızlar üzerinden hosteslerle ilgili empati yapmaya niyeti olanlar için, kolay okunan bir kitap.

Kitaptan aldığım bir iki başlığı alt alta sıralayarak bu hoş kitabı tanıtmaya çalışayım.

Hosteslerin iç dünyalarında,  'Kabin amiri' yerine kendilerine bunca sıkıntı çektiren amirlerini 'Kabir amiri' olarak adlandırdıklarını öğreniriz.  Kıdemli hosteslerle acemi hosteslerin birbirleri hakkındaki düşünceleri de ilginçtir. Genç memurlar amirleri için ''Yerde bol bol yağlayalım da havada gıcırdamasınlar'' derken, Amirler de yeniler için meğer, ''Yerde ütüleyelim de havada düzgün olsunlar'' derlermiş.

Anonslarda bir gün karışıklık yaşanır. Sabiha Gökçen Havalimanı yerine Safiye Ayla diye anons yapan hostese inişte esprili yolculardan biri takılır, ''Atatürkümüz onu da severdi...'' 

Son olarak da iki 'Aziz Nesin' kitabı. 'Sosyalizm Geliyor Savulun' ve  'Memleketin Birinde'.

Sosyalizm Geliyor Savulun, birinci baskısı 1965'te yapılan ve mizah öykülerinden oluşan bir kitap. Her birinden bir film senaryosu çıkabilecek öyküler, 'Basbayağı bir Kadri' ile başlar. Topçu Kadri ile karıştırılıp büyük saygı gösterilen Emekçi Kadri'nin, kendisinin bayağı yani sıradan bir Kadri olduğunu ispatlamaya çalışması sırasında gelişen ilginç olaylardan oluşur. Bir Türk filmi  olmadığı için de, sonu biraz da olsa acıklıdır. Şener Şen'in ''Meğer namusluymuş namussuz'' repliği tadında bir durum ortaya çıkar.

Seyyar Köfteciler Talimatnamesi öyküsü de yine bir şaheserdir. Gerçi şimdilerde böyle şeyler yoktur ama öykünün geçtiği tarihte, belediyeye ve başkanına yakın birilerinin, hiç de yetkin olmadıkları işlerde çalışıyor görünüp, olmadık ücretler almaları üzerine kurulmuş, mükemmel bir kurgu ve olağanüstü diyaloglarla, hiç olmayacak denilen şeyler o kadar da gerçekçi olarak aktarılmıştır ki insan şaşar kalır..

Mukaddes Emanetler de, din sömürüsü ve dinin ticarete alet edilmesi üzerine kurgulanmıştır. Kalkınmanın Tek Yolu öyküsünde ise, Türkiye'nin turizm yolu ile kalkınmasına dair tüyolar verilir. Muhtemelen zamanında çok satan bu kitabı okuyan genç kuşaklar da yazılanları aynen uyguladıklarından olsa gerek, o günlerden bugünlere turist sayısı katlanarak artmıştır.Sosyalizm Geliyor Savunun da dahil on iki muhteşem öykü tek bir kitapta toplanmış, mutlaka okunmalı diye düşünüyorum. 

Memleketin Birinde kitabının ilk baskısı diğerinden de eskidir. 1958 yılında ilk kez basılan kitap, günümüzde hala basılmaya ve satılmaya devam etmektedir çünkü Nesin Usta, günlük değil tarihe geçecek bir mizah yapmıştır. Kalıcı olabilmek için, her konuda olduğu gibi mizahta da 'usta'lara özgü bir yeteneğe ihtiyaç duyulur.

Kitap masallardan oluşur. Siyasetin tıkandığı ve bazı şeylerin açıkça konuşulamadığı durumlarda, suskun insanları bırakıp hayvanlara başvurup onları konuşturarak protesto etmek, özellikle de mizahçıların çok sık kullandıkları bir yöntemdir. Aziz Nesin de bunu uygular. 1960 öncesinde muhalefetin sesinin iyice kısıldığı günlerde siyasi taşlamalarla, yaşama duyarsız kalmamaya devam eder. Söylemek istediklerini masallarla okurlarına aktarır. Aziz Nesin'in mutlaka okunması gereken kitaplarından belki de en önde geleni...

Burada son olarak kitap ile ilgi bir şeyler yazmaktansa, 1973 yılında kurulmuş Nesin Vakfı ile ilgili bir şeyler söylemek isterim. Aziz Nesin'in adını ve eserlerini yaşatacak bu vakıf aşağıda vereceğim linkte de görebileceğiniz gibi çok değerli projelere hizmet ederek insana yatırım yapmaya devam etmektedir. Aziz Nesin'in bu güzel kitaplarından bahsetmişken bu noktayı da atlamak istemedim.

http://www.nesinvakfi.org/

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..